Dersimiz Boykot: Kürtler, Referandum ve Bölge Üzerine Notlar

I.

Türkiye tarihindeki altıncı referandum olarak kayıtlara geçti 12 Eylül 2010 referandumu.[1] 1961 ve 1982’ de anayasa için, 1987’de siyasi yasakların kaldırılması için, 1988’de yerel seçimlerin bir yıl erkene alınıp alınmaması için, 2007’de de Anayasa’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması için halkoyuna başvurulmuştu. Bu yazıda, 2010 referandumu dışındakilerin üzerinde durmamama rağmen Türkiye geneli sayısal veriler aşağıdaki tabloda:[2]

TÜRKİYE GENELİ

Yıllar

Katılım%

Evet%

Hayır%

2010

73.71

57.88

42.12

2007

67.5

69.0

31.0

1988

88.8

35.0

65.0

1987

93.6

50.2

49.8

1982

91.3

91.4

8.6

1961

81.0

61.7

38.3

Her bir halk oylamasının kendine göre dinamikleri ve özgül koşulları olduğunu unutmamak gerekir. Fakat 2010 referandumunu öncekilerden ve belki de genel olarak Türkiye siyasi tarihindeki seçimlerden ayıran temel özellik “Boykot” un birçok açıdan “Evet + Yetmez ama Evet” ve “Hayır” tercihleri ile beraber bir siyasi rüşt ve strateji olarak karşımıza çıkmasıdır. Boykot’un, yani ekseriyette Kürt tarafının, legal siyasette ana akım-lar-dan farklı bir yol çizmesi en ilginç özellik. 2010’dan önceki örneklerde birçok araştırmanın da gösterdiği gibi, Türkiye’de seçmenin en belirgin özelliği bir partiden diğer bir partiye koşmak ve kararsızların büyük bir oran teşkil etmesi söz konusuyken, bu referandumun yarattığı jargonla konuşursak, bu durum Evet, Hayır ve Boykot şeklinde değişmiş görünmekte.

Türkiye seçim tarihine şöyle bir göz attığımızda ilk göreceğimiz şey aslında Türkiye’nin 5/1 oranında seçimlere katılmadığıdır. 1950 genel seçimlerinden 2007 genel seçimleri dâhil katılım oranı ortalama %81 de kalmış. Yani Türkiye’de seçmenin 5/1’i zaten 60 yıllık çok partili siyasi hayata katılmamıştır. Bu durum Mahalli İdareler seçimlerinde daha da kötü bir vaziyettedir. Örneğin, belediye başkanlığı seçimlerine katılım 1963’ten 2009’a kadar ortalama %73’tür.

12 Eylül 2010’den önceki örneklerin tümünde katılım oranını düşüren, ekseriyette her bir seçime özgü hayal kırıklığı yaşayan ve bir derece sandıklardan farklı bir şey çıkmayacağına inanan kesimlerdi. Nitekim Refah Partisi’nden beri,(belki de Özal ve ANAP’tan beri) siyasal İslamcıların, tıpkı Kemalistler gibi apolitik birçok kesimi politikleştirdiği göz önüne alındığında varılan sonuç mevcut siyasi mekanizmanın ve aktörlerin aslında sandık düzeyinde, “politika yapmayan,” “apolitik olan” birçok kesimleri içine aldığı spekülasyonu yapılabilir. Benzer şekilde, bir taraf tutma ve karşı çıkma siyaseti (ekseriyette AKP siyasetine) ile ülkenin Batı kesimlerinde de sandıktan medet ummayan birçok kesim ve birey, hayırcı ve boykotçu bir tavır alarak bu politikleşmeyi, nispeten kutuplaşmayı, sandık siyasetiyle münasebeti artırmış görünmekte.

12 Eylül 2010 bir bakıma AKP’nin iktidarı boyunca kazandığı altıncı zafer oldu. Fakat aşağıda detaylandıracağım şekilde, AKP’nin 2007’den beri oylarının düşmesi ve özellikle Kürt illerinde bu düşüşün 2009 yerel seçimlerinde daha da belirgin olması, aslında AKP’nin genel olarak 2011 genel seçimlerinde işinin zorlaştığını göstermekte. 2007 genel seçimlerinde % 46.58 oy alan AKP, 2009 yerel seçimlerinde %38.8 oy alabilmişti. Bu referandumu AKP’nin oylaması olarak ele alsak dahi, ki tam böyle olduğu kanaatinde değilim, % 42 reel olarak evet oyu aldığını belirtmek gerekir.[3] Yani bu oylamada bile 2007’de aldığı oy oranlarına ulaşamadı AKP.

II.

Hayır oylarının üzerinde çok durmadan, bu yazıda asıl ele almak istediğim “Boykot” oyları ve Kürtlerin yoğun bir şekilde yaşadığı 14 ildeki(Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van) seçim sonuçlarıyla bölge siyasetinin, partiler düzeyinde aldığı yol. İstanbul, Ankara ve Mersin gibi çok sayıda Kürdün yaşadığı büyük illerin de mercek altına alınması gerektiğini unutmamakla beraber, BDP ve öncüllerinin temel siyaseti bölge üzerine odaklandığından, burada bölgedeki 14 il üzerine yoğunlaşmakta fayda var.

2007 yılındaki Anayasa değişikliği halk oylamasında Batman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Van gibi Kürt illerinde ortalama %95 evet oyu çıktığını hatırlamak gerekir. 2007 referandumunda, 14 ildeki katılım oranı %69.52 ile Türkiye ortalamasının üstünde. Ayrıca bu illerden çıkan evet oranı % 88.40 ile Türkiye ortalamasının (%69) oldukça üstünde. Bunun dışında %35 evet diyen Tunceli’yi çıkardığımızda 13 ilin Evet ortalaması %92.51’e ulaşmakta.

14 İL ORTALAMASI

Yıllar

Katılım%

Evet%

Hayır%

2010

49.31

85.60

14.40

2007

69.52

88.40

11.60

2009 Yerel Seçimleri

81.37

43.92-DTP

37.36-AKP

---

Bilindiği gibi, DTP 2009 yerel seçimlerinde 96 belediye başkanlığı (%5.16) kazanmıştı. 14 ilde seçimlere katılım oranı ortalama %81.37 iken DTP’nin aldığı oy oranları ise % 44 idi. %10.49 aldığı Şanlıurfa’yı çıkardığımızda 13 ildeki toplam oy oranı, % 46.50 olmakta bu da bir şekilde o illerin seçmeninin yarısı anlamına gelmektedir.[4] Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi AKP (bu örnekte AKP oluyor, tarihsel olarak iktidar partileri bu rolü almış bulunmakta) DTP’den sonra bölgedeki en büyük aktör.

12 Eylül 2010 referandumunda 14 ilde katılım oranı %49.31, Evet oyları % 85.60. Evet oyları %18.97 olan Tunceli’yi çıkarırsak 13 ilde % 93.7 dolayında. BDP çizgisi siyasetin çok baskın olmadığı Bingöl(76.99katılım), Bitlis(70.01katılım) ve Şanlıurfa(68.44) illerini çıkardığımızda katılım oranı yaklaşık %41 olmakta. 2009 yerel seçimlerindeki katılım oranlarıyla bile karşılaştırdığımızda “Boykot” kararının en az %32 etkili olduğunu görmekteyiz. Bunun dışında Bingöl, Bitlis, Tunceli ve Urfa’yı çıkardığımızda 10 ildeki boykot oranı en az %40’lara ulaşmakta. Bu oran da, DTP’nin 2009 yerel seçimlerinde aldığı oylarla aynı. Yani bir bakıma, bu referandumda bölgede kazanan DTP’nin varisi BDP ve Türkiye genelinde olduğu gibi bölgede de bir önceki sandık sonuçlarına da bakarak konuşursak AKP olmuştur.

III.

1980’lerin ortalarından itibaren neredeyse her seçimde, siyasilerin Kürt Sorunu’nun tanındığını ve türlü modellerden bahsedilip çözülebileceğini hatırlıyoruz. Fakat seçimler bittikten sonra, (Çiller ve Demirel bu örneklerin başında geliyor) Kürt Sorunu’nun da Kürt oyları alındıktan sonra unutulduğunu her defasında gördük. Burada, 2010 referandumunda esas farklılık, Kürtlerin tarihsel olarak ilk defa bu oyunu oynamadıklarıdır. Yani oy verip beklemektense, bekleyip oy vermeyi tercih etmiş görünüyorlar.

Kürtlerin, daha net bir referansla BDP çizgisindeki Kürtlerin, seçim barajlarını aşmayacaklarını çok iyi bilmelerine rağmen, şimdiye kadar türlü şekillerde seçimlere girdiğini belirtmek gerekir. Ayrıca Kürtlerin umut siyaseti’nin AKP açısından, işin içinde Kürt partilerinin çıkarları yoksa, çok işe yaradığını biliyoruz. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, 12 Eylül’de insanlar sandık başına gitmediler, boykot ettiler bu durum katılım oranları açısından öncekilerden çok da farklı olmadı. Asıl farklılık burada, seçim sürecine katılmayan grupların gerçekten politikleşmiş olmasıdır ve bunun iyi organize edilmiş olmasıdır. AKP iktidarı süresinde kendisini çok daha net gösteren kutuplaşma CHP çizgisi dışında kalan siyasal aktörlere yaramamakta. Boykot, belki de bu kutuplaşmanın olumsuz etkilerini azaltacak bir mesaj olabilir gibi geliyor Kürt siyasilerine.

Neden boykot ve boykotla varılmak istenen ne? 2007 referandumundan (muhatap AKP olarak gösterildiğinde 2002’den beri belki de,) 2010 referandumuna kadar geçen zaman zarfında Kürt Sorunu’nun Hükümetçe çözülmediği ve Kürt açılımının tıkanması, operasyonların ve tutuklamaların kesintisiz devam etmesi bu soruya verilecek cevabın bir kısmını oluşturmakta. Başka bir ifadeyle kimlik siyasetinde, çıkmazın muhatabı olacak hükümetin bir şey yapmamış olması bu çıkışın, boykotun, bir nedeni.

Fakat çokça tartışılmayan bir boyut daha var ki o da, BDP çizgisi siyasetin 2011 seçimlerine yönelik duyduğu tedirginlik. Her siyasal parti gibi BDP’de ve BDP’de siyaset yapan siyasetçiler de bir sonraki seçimin hesabını ve kitabını iyi yapmak ve bundan olumlu sonuçları almak gayesinde. Boykotun arkasındaki en önemli etkenlerden biri 2011 seçimleridir demek abartılı olmayacaktır. Bölgedeki oyların AKP’ye kaymasının muhtemel olması (Kürtlerin çoğunlukta dindar ve muhafazakar olmaları, AKP’nin; iktidar partisi olması, Trt 6 gibi açılımlar ve benzeri popülist yaklaşımlarıyla birçok Kürdü cezp ettiği unutulmamalıdır.) devam eden Kürt sorunuyla birlikte okununca boykot kararı daha da anlaşılır olmaktadır.

BDP, bir nevi kimlik siyasetini (ki varlık nedeni olarak bunu göstermekte), AKP karşıtlığıyla birleştirip bölgedeki gücünü korumayı ve yakın gelecekte de elinden bırakmayacak türlü stratejileri bulabileceğini göstermiştir. 1990’lara gelindiğinde birçok yerde Serhildan çağrısı yapan PKK’nin, özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra, ki bu da çoğunlukta AKP dönemine denk düşmekte, silah bırakma konusunda sürekli çağrılar yaptığını unutmamak gerekir. En son, Cemil Bayık’ın Özerk Kürdistan taleplerinin dinlenilmesi durumunda silahlarını BM’ye bırakacaklarını belirten beyanıyla okunduğunda, neden Serhildan değil de boykot sürecine girildiğini anlamak daha da kolay olacaktır. Boykot, legal siyaset yapma ve bunu kontrol altına alma siyaseti olarak karşımıza çıkmakta. Bu vaziyet, tıpkı Serhildanların illegal siyaseti kontrol altında tutma ve hareketin canlılığını korumada aldığı role benzemekte.

Boykotla varılmak istenen yol haritasını BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Halkımızı kutluyorum. Bu başarıyı demokratik özerklikle taçlandırana kadar mücadeleye devam diyoruz“ diye bir daha hatırlatmıştı. Dahası, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışınak da, halkın demokratik özerk Kürdistan isteğini dile getirdiğini söylemişti.[5]Referandumun hemen ardından, Anadilde eğitim için okulların bir hafta boykot edileceği belirtildi. BDP başkanı da çocuğunu bir hafta okula yollamayacağını vurgulamıştı.

Benzeri boykot kararlarını yakın gelecekte sıkça duymak mümkün. İsmini zikrettiğimiz 14 ildeki ortanca yaşın 2008 nüfus sayımlarına göre 17-21 arası olduğunu, başka bir ifadeyle bu illerin genç nüfusunun Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğunu akılda tutmak lazım. Bugün bile BDP tabanında çokça görülen fakat konuşulmayan, gençlerin radikalleşmesi, boykot gibi legal düzeyde tempo tutmaya çalışan BDP’nin işini zora sokacağa benziyor.

Bir başka boyutuyla Boykot’un yakın siyasi gelecekteki en büyük tehlikesi belki de Kürt tarafının legal siyasette (tıpkı illegal siyasette bir zamanlar yaptığı gibi) Kürt Sorunu’nun diğer muhatabını, Türk tarafını çok ciddiye almaması olarak gösterilebilir. Nitekim, bugün Özerk Kürdistan talebinde varılan yoğunlaşmada sanki, Kürt Sorunu vesilesiyle ölen, öldürülen Türklerin ve bu sebeple radikalleşen Türk’lerin Kürt Sorunu’nun geleceğinde söz sahibi olmadığı yönünde bir okuma mevcut. Tanıl Bora, Federasyonu Düşünmek isimli yazısında haklı bir şekilde sadece Türk tarafının değil, Kürt tarafının da buna hazır olup olmadığını, bayrak gösterme merakından öte başka şekillerde ne denli etraflı bir tutumunun olduğunu soruyordu.[6]

Kürt Sorunu söz konusu olduğunda işin ilginç tarafı, Kürtlerin boykot ederek de AKP siyasetine Evet diyerek de bu sorunu çözemedikleridir. Burada, kimlik meselesi söz konusu olduğunda legal düzeyde çözüm, belki de, varlığını ve tabanını Kürt kimlik siyaseti üzerine kuran BDP çizgisi partilerin ve BDP’nin önümüzdeki dönemlerde iktidar partisinin ihtiyaç duyacağı bir kitleyi elinde bulundurup bulundurmadıklarıyla yakından ilişkili olacaktır. Nitekim hem başbakan Erdoğan’ın hem de TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun “başkanlık sistemi”yle ilgili olumlu yorumları[7] göz önüne alındığında, gerek yeni anayasanın hazırlanmasında gerekse de başkanlık sistemine geçişle ilgili gerekecek consensusun bir tarafında Kürt seçmenleri olacak gibi görünmekte.


[1] Taha Parla’nın yargı düzenlemeleriyle ilgili önemli yazısı referandumun en çok tartışmalı olan kısımlarına açıklık getirmekte: http://www.chd.org.tr/haber_detay.asp?haberID=385 Ayrıca, İsmet Akça’nın, “AKP, Anayasa Değişikliği Referandumu ve Sol: “Yetmez Ama Evet”in Açmazları,” Mesele, sayı: 45 makalesi Referandumla ilgili detaylı ve yerinde tahliller yapmakta. http://www.scribd.com/doc/36962117/AKP-Anayasa-De%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi-Referandumu-ve-Sol-%E2%80%9CYetmez-Ama-Evet%E2%80%9Din-Acmazlar%C4%B1

[2] Burada kullandığım tüm rakamları ve istatistikî verileri, Tuik ve Ysk’dan aldım. http://kutuphane.tuik.gov.tr/ http://www.tuik.gov.tr/AltKategori.do?ust_id=12 ayrıca http://www.ysk.gov.tr/ysk/index.html

[3] http://www.bianet.org/bianet/siyaset/124749-referandumun-biricik-galibi-boykot

[4] Burada salt rakamlar üzerinden gittiğim için, sayıların meşruiyet ve güç ile ilgili bir yanlış anlaşılmaya yol açacağının farkındayım. Meşruiyet ve Kürt partileri ile ilgili şu yazıma bakılabilir: http://bianet.org/biamag/insan-haklari/118978-dtpyi-de-mi-kapatmak-lazimdi-mesruiyet-krizi-kimin

[5]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1018628&Date=13.09.2010&CategoryID=78

[6]http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=395&dyid=5847&yazi=Federasyonu%20Düşünmek

[7]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1018735&Date=15.09.2010&CategoryID=78