İki Fotoğraf: Kutsallık İllüzyonu ve Kentsel Dönüşümün Derinliği

“İstanbul’u yenileştirmek gayesi ile başlayan Belediye (=şehir emaneti) teşkilatı 1864′te kurulduğunda ilk olarak Server Efendi (sonra Paşa) (1821-1886) başkanlığında Altıncı Daire (Belediye Bölgesi) kurulmuştur ki, bu Galata-Beyoğlu idi. Bu teşkilat yenilik yapmak gayesi ile galata surlarını yıktırtarak, hendekleri doldurtmak ile işe başlamış ve böylece 2800 m uzunluğundaki sur pek az izi ile, bir de Galata kulesi kalmak üzere tahrip edilmiştir”[1]

Türkiye’de imar faaliyetleri yıkım faaliyetleri ile ayrılmaz bir bütün teşkil ediyor. Öyle ki yukarıdaki alıntıda da görüleceği üzere Türkiye’deki ilk belediye imar faaliyetlerine bir yıkım ile başlamış. Özellikle İstanbul’un imar tarihine göz atıldığında hemen her yöneticinin imar faaliyetlerine öncül ve onunla birlikte çok büyük yıkımlar gerçekleştiği görülebilir.

Üzerine oldukça fazla yazılmış olan imar-yıkım döngüsünü tekrar gündeme getirme ihtiyacına iki fotoğraf neden oldu. Bunlardan birincisi kentsel dönüşüm çalışmalarının yoğun bir biçimde devam ettirildiği Fikirtepe’de bulunan bir cami. Dört bir tarafı yeni yapılmış rezidanslarla çevrili bulunan bu cami, eski ve uyumsuz haliyle halen oluşmakta olan “Fikirtepe silüeti”nde bir çıkıntı gibi duruyor. “Sanki yıkılacakmış da zamanını bekliyormuş” ve “acaba bunu nasıl oldu da yıkmadılar?” hislerini birlikte uyandırıyor.

Fotoğrafların ikincisi ise yakın zamanda medyaya yansıyan Erzurum’daki Hasan-ı Basri türbesinin kentsel dönüşümün ortasında kalmış hali.[2] Fikirtepe’de bulunan caminin niçin yıkılmadığını veya yıkılması için bir plan olup olmadığını bilmemekle birlikte Erzurum’daki türbenin “türbe” olduğu için yıkılmadığını haberlerden okuyabiliriz. Zaman zaman Türkiye’de yapılan binaların tarihi yapılarla oluşturduğu absürt görüntüler gündemimize giriyor. Ancak bahsedilen türbe, Fikirtepe’deki cami ile büyük bir benzerlik gösteriyor. Her ikisi de Türkiye’de aslında şu an en büyük “kör kazma” olan kentsel dönüşüm çalışmalarından kurtulmayı başarmaları -bu yönüyle tüm ülkeyi hayrete düşürdüler- ve yapılan/yapılmakta olan yeni binalar arasındaki eğreti duruşlarıyla bazı ortak soruları akla getiriyor.

Fikirtepe’de yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları hakkındaki eleştirileri bir kenara bırakırsak, “Türkiye’nin Manhattan’ı” olacağı vaat edilen Fikirtepe’de eski ve uyumsuz görüntüsüyle böyle bir camiye yer var mı? Yoksa önüne gelen her şeyi yıkıp geçebildiğine dair bir kanıksamayı hepimizde yerleştiren kentsel dönüşümün de bir sınırı var mı? Fikirtepe’de bulunan ev sahiplerini “bir şekilde” ikna edip, bu evleri yıkmak kolay da ülkede yaşayanların büyük çoğunluğuna göre kutsal olan bir yapıyı yıkmak zor mu? Erzurum’daki türbeyle birlikte düşünüldüğünde acaba cami, türbe gibi kutsal yapıların “kör kazma”yı durdurabildiği ve onun gözünün gördüğü tek şey olduğu söylenebilir mi?

Akla gelen sorulara Türkiye’nin imar tarihinde kutsal yapıların imar çalışmaları karşısındaki durumu incelenerek cevap verilebilir.

Kutsal yapılar-imar çalışmaları gerilimini en kolay gözlemleyebileceğimiz şehir kuşkusuz İstanbul’dur. İstanbul’un imarına diğerlerine kıyasla daha büyük damga vurmuş yöneticilerin Cemil Topuzlu, Lütfi Kırdar, Fahrettin Kerim Gökay, Adnan Menderes ve Bedrettin Dalan olduğu söyleyebilir. Girişmiş oldukları bu kütlesel yıkımlarda genel olarak tarihî eserlere nasıl yaklaşılacağı sorunu her tarihî şehirde olabileceği gibi İstanbul’da da imar faaliyetlerinin ana eksenini oluşturur.[3]

Kendinden sonrakilere göre daha küçük çaplı yıkımlar yapan Cemil Topuzlu’yu, dönemin Fransa büyükelçisinin eşi, tarihî eserlerin bir bir yıkıldığını görünce, kendisine Paris’te yıkılan tarihî eserleri çağrıştıran bu yıkımları saraya resmî bir yazıyla şikâyet etmiştir.[4] Topuzlu’dan sonra şehri yöneten Kırdar[5] ve Gökay[6] dönemlerinde yol çalışmaları için yıkılan eserler arasında camiler de bulunmaktadır.

İstanbul’un “fahri belediye başkanı” olan ve “Haussmann özentisi bir tutumla” merakını İstanbul’un imarına yoğunlaştıran Menderes dönemi ise ayrı bir parantezi hak ediyor. İstanbul’un dört bir yanında geniş ve yeni yollar yapan Menderes, bu yolların açılması için tarihî veya kutsal bir değeri olsun ya da olmasın hiçbir yapının gözünün yaşına bakmadı ve buldozer yardımıyla birçok yapıyı ezip geçti.[7] Her ne kadar Doğan Hasol, 1950’lerde devlet eliyle nice değerli yapının yıkılmasına rağmen, “tarihî değer” etiketiyle yapıların buldozerden kurtarılabildiğini öne sürse[8] de yıkılan tarihî eserlerin çokluğu ve dönemin gazetelerinde yer alan “tarih yıkımı” başlıkları[9] nedeniyle bu görüşe katılmak mümkün değildir. Menderes dönemi, rölöve ve albümleri dahi çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitleri dahil[10] en çok caminin yıkıldığı dönemlerden biri olmuştur.

İmar faaliyetlerinin yoğun olduğu zamanlar incelendiğinde yapılan çalışmalarda işlevin ön plana çıktığı ve genel olarak tarihî eserlerin, özel olarak kutsal yapıların bu çalışmalar sırasında kolaylıkla feda edilebildiği görülmektedir. Bu bakımdan kutsallığın ülkemiz açısından belki de ilk etapta zannedilenin aksine imar faaliyetlerinde büyük bir önem arz etmediği ortadadır.

Kutsallığın dünyadaki durumu hakkında, dünyanın artık kutsallık üretemediği ifade edilmektedir. Öyle ki dinde çok kapsamlı değişikliklere neden olan Luther King’in kendisine bir kutsallık atfedilmedi, aziz olmadı. Dünyanın kutsallık üretememesi iddiasına Protestanlığın kutsallığın sınırlarını daraltışı ve kutsallık atfedilen kişilerin vücut parçaları ile kullandıkları eşyalara kutsallık atfeden anlayışın ortadan kalkması da örnek gösteriliyor.[11]

Bu görüşlerin sahibi Uğur Tanyeli, Türkiye’de tarihin kutsallaştırıldığını, Osmanlı’nın cennetin yeryüzündeki gerçekleşmiş hali olarak sunulduğunu ve şayet yıkılmadan devam etseydi bugün çok mutlu ve barış içinde yaşayacağımıza dair anlatının ise bu kutsallaştırmanın araçları olduğunu belirtir. Ancak anlatıldığı ve yüceltildiği şekliyle Osmanlı’nın bir “yok-geçmiş” ve “bir kutsallık illüzyonu” olduğunu tespit eder. [12]

Yazıda ele alınan fotoğraflardaki caminin yıkılıp yıkılmayacağı belirsiz ancak türbenin durumundaki tüm garipliğe karşın yıkılmayarak bundan sonraki hayatını bir sitede geçireceği görülüyor. Fikirtepe’de yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarında daha önce bir caminin yıkıldığı göz önüne alınırsa, geçmişte olduğu gibi bugün de kutsallığın imarı, kentsel dönüşümü durduramadığı, yani kutsal da dahil olmak üzere Türkiye’de kentsel dönüşümün bir sınırının olmadığı söylenebilir. Türbe olduğu için yıkılmamış ve toplu konutların arasında kalmış haliyle Erzurum’daki Hasan-ı Basri türbesi ve şu anki görünümüyle Fikirtepe’deki cami belki dönemin siyasi atmosferine de uygun olarak taşıdıkları dinî değer nedeniyle cami-türbe yıkmamaya indirgenmiş bir kutsallık illüzyonu izlenimi veriyor. İllüzyon, çünkü biri yakınında yıkılmış olan caminin akıbetini beklerken diğeri de sadece türbe olduğu için yıkılmamasının yarattığı değerli olduğuna dair yanılgının ardında onlarca katlı toplu konutlar arasında bir kamelya konumuna düşürülüyor.

Dücane Cündioğlu mimarlığın gerçekte estetik olmaktan çok siyasi bir faaliyet olduğunu, derinliğinin de ister istemez tabi olduğu siyasetin derinliği kadar olduğunu ifade eder.[13] Karşı karşıya olduğumuz durumlar nedeniyle genel olarak imarın, özel olarak kentsel dönüşümün de siyasi bir faaliyet olduğunu ve derinliğinin de tabi olduğu siyaset kadar olduğunu söyleyerek, Cündioğlu’nun mimarlık hakkında varmış olduğu yargıyı genişletebiliriz.



[1] Semavi Eyice, Galata ve Kulesi, TTOK yayını, İstanbul, 1969, s. 16.

[2] Söz konusu türbenin hikâyesi de aslında bir kutsallık illüzyonu. Türbenin bulunduğu Yakutiye Belediye Başkanı’nın açıklamalarına göre Hasan-ı Basri Erzurum’a hiç gelmemiş, türbe ise rivayetler üzerine 1993 yılında belediye tarafından yapılan “ucube” bir yapı.

[3] Bekir Cantemir, “Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde İstanbul’un Mekân ve Sosyal Yapı Dönüşümü”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2013, s. 313.

[4] Burak Çetintaş, “İstanbul: Şehri Yıkarak Tarihe Geçenler”, NTV Tarih, Sayı: 47, Aralık 2012, s. 63.

[5] A.g.m., s. 65.

[6] Bekir Cantemir, a.g.e., s. 329.

[7] Doğan Hasol, “İmar mı? Yıkım mı?”, http://www.doganhasol.net/imar-mi-yikim-mi-2.html

[8] Doğan Hasol, “Niçin Yıkıyoruz?”, http://www.doganhasol.net/nicin-yikiyoruz-2.html

[9] Bekir Cantemir, a.g.e., s. 355.

[11] Uğur Tanyeli, Yıkarak Yapmak, Metis Yayınları, 2017, s. 279

[12] Uğur Tanyeli, a.g.e., s. 286.

[13] Dücane Cündioğlu, Mimarlık ve Felsefe, Kapı Yayınları, 2012, s. 70.