Hasan Âli Yücel'i Konumlandırmak

Türkiye’de eğitimle ilgili meseleler ele alınırken şu ya da bu şekilde yedi yıl, yedi ay, yedi gün Maarif Vekilliği (28 Aralık 1938 -7 Ağustos 1946) görevini üstlenen Hasan Âli Yücel’in müstesna bir yere sahip olduğunun altı çizilir. Onun istisnai durumu sadece eğitimle ilgili çalışmalarından ileri gelmez, aynı zamanda kültürle alakalı politikalar için de merkezi bir yerde durmasından kaynaklanır. Eğitim ve kültür politikasını birlikte düşünmüştür dense yanlış olmaz. Cumhuriyet Türkiye’sinde nerede ise biricik olan bu yönü kendisi hakkında herkesin olumlu bir çerçevede söz almasını sağlamıyor elbet; 1940’lardan 1990’ların sonuna uzanan yayınlara bakıldığında önemli bir kısmının öyle olmadığı hemen fark edilecektir. Aslına bakılırsa, günümüzdeki gibi 1990 sonrasındaki değerlendirmeler aydınlanma (Rönesans, Türk hümanizmi, aydınlanma, rasyonalizm) ile tasavvuf (Mevlevilik, iç dünya, kalp) meselesinin Hasan Âli Yücel ile ilgili siyasi ve felsefi sohbetlere damga vurduğunu söylemeyi mümkün kılar.   

Bir dönüm noktası teşkil eden Hasan Âli Yücel’in doğumunun yüzüncü yılı nedeniyle 1990’ların sonlarında yayımlanan siyasal konjonktürün tesirinin bariz olduğu birçok kitapta, dergi özel sayılarında ve gazete yazılarında bunun değişik boyutları göze çarpar. Yaşar Nabi Varlık dergisinde unutamadığı Hasan Âli Yücel’e kelimelerle saygı duruşunda bulunurken kuşatıcı bir bakış açısı ortaya koyar. Çünkü onun için “Aklıyla Batı’da, gönlüyle Doğu’da olan bir düşünce adamı.”[1] der. İşte tam bu noktada A.[li] M.[ehmet]Celâl Şengör imzalı Hasan-Âli Yücel ve Türk Aydınlanması[2] ile Hasan Âli Yücel’in Ahmed Güner Sayar’ın Hasan Âli Yücel’in Tasavvufî Dünyası ve Mevleviliği[3]  yalnız üzerinde durduklarıyla değil, durmadıklarıyla da temsil gücü yüksek iki örnek şeklinde karşımıza çıkar. İlki aydınlanmanın felsefi altyapısını hangi bilim felsefesi temeline dayandığını irdelerken ikincisi ise okuru Yücel’in tasavvufi dünyasında yolculuğa çıkarmakta ve onun “karanlıkta kalmış yüz çizgilerini okuyucuya aktar”maktadır. Bu konular hem içkin öneminden hem de farklı yorumları berkitmesinden dolayı epeyce geniş bir literatür doğurmuştur. 

Aradan Geçen Zaman

Anılarının yayımlanmasından itibaren Hasan Âli Yücel’le ilgili muhafazakâr yorumlarda belirgin bir değişmeden bahsedilebilir. Hem siyasi figürlerin hem de kültür teknisyenlerinin abartılı ve ölçüsüz yaklaşımlardan uzak durdukları hemen kaydedilmelidir. Eskiden kültürel ve toplumsal bir bilinç oluşturmanın aracı şeklinde görülen Köy Enstitüleri[4] ekseninde muhafazakâr çevrelerce sarf edilen eleştiriler önemli ölçüde gündemden düşmüştür. Özellikle kültür politikası geliştirme sürecindeki aktörlerin analizlerinde daha temkinli olduklarının ve Hasan Âli Yücel’in perspektifini göz ardı etmediklerinin bilinmesi gerekmektedir. Mesela Kültür ve Turizm Bakanlığında çeşitli görevler üstlenen merhum A. Halûk Dursun, kültür sanat politikalarının geleceği çerçevesinde Hasan Âli Yücel üzerine zihin yorup düşündüklerini cesaret ve samimiyetle gündeme taşımıştı. 

Kültür ve eğitimin birbirinden ayrılmasının yanlışlığına işaret eden A.Halûk Dursun, üstünkörü bir ilginin ötesine geçerek “çok yanlış anlaşılan ve belki de hiç anlaşılmak istenmeyen” Hasan Âli Yücel’den bahseder. Hiç şüphesiz anlamak, haklı görmek anlamına gelmez, zira haklı görmeden de failler anlaşılabilir hatta anlamadan haklı gösterilebilir.[5] Oluşum şekli ve sebepleri itibarıyla henüz tam manasıyla açıklanamayan, fakat esasen son yıllarda daha bariz hâle gelen bir değişim sürecinden söz ettiğimizi unutmamak gerekir. Dursun ahlaki düzene ait haklılık fenomeninden uzak durarak Türk eğitim tarihinin çokça tartışılan bir dönemine farklı gözle baktığının işaretlerini vermekte ve şöyle demektedir: 

Hasan Âli Yücel anlaşılmadan ve Köy Enstitüleri görülmeden, örnekleri incelenmeden Cumhuriyet’in eğitim ve kültür politikaları yine anlaşılamaz. Çok iddialı bir söz, çok irrite eden bir söz, çok tahrik eden bir söz ama artık buna katlanmamız lazım. Hasan Âli Yücel ne yaptı, Köy Enstitüleri ne yaptı, ondan sonra ne yapılamadı ona bakmak lazım.[6] 

Sadece A. Halûk Dursun’da değil diğer akademisyen yöneticilerin konuşmalarında bu genel yaklaşımın ve siyasetin izlerini görmek mümkündür. Neşriyatla ilgili faaliyetlerden başlayarak çoğul çeviri listesine, Kasım 1945 yılında Londra’da toplanan Eğitim Bakanları Konferansından UNESCO üyeliğine varıncaya kadar bir dizi kültür politikasına dair övgü dolu cümleler de bu genel yaklaşımın bir yansıması niteliğindedir.

Türkiye’deki eğitim ve kültür sorunlarının irdelendiği pek çok yazıda ve etkinlikte artık Hasan Âli Yücel adı ve politikaları çekinmeden, rahatlıkla hatta emsal gösterilerek anılmaya başladı. Eğitim ve kültüre dair tasavvurun alttan alta “Yücelîleştiğine” tanık oluyoruz. Yaşadığımız günlerden bakıldığında Millî Eğitim Bakanlığının öğretmenler arasında düzenlediği kısa öykü yarışmasının adında da bunu görmek mümkün.[7] Hasan Âli Yücel Edebiyat Ödülleri öne çıkma durumunun bir örneğini sunar bizlere. Yakın dönemdeki dikkate değer sayıdaki neşriyat tarihi odaklı metinlerde de Yücel’in adının ve faaliyetlerinin öne çıkarılması ve takdir edilmesi bunu destekler. Meselenin sembolik boyutu bir yana bu bağlamdaki kanaatlerin anlamını kavramak için, neyin değiştiğinden ziyade neyin aynı kaldığını sormak belki daha faydalıdır.   

Hasan Âli Yücel’i anlamlandırmak, bu konudaki düşünceleri gerçekçi bir şekilde tahlil edebilmek için Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye’de eğitim ve kültür tartışmalarını çok daha üst seviyeye taşımak amacıyla yayımladığı Eğitim YA DA Eğitim[8] dergisinin Kasım-Aralık 2019 tarihli birinci sayısına bakmak anlamlı olabilir. Derginin eğitimin dönüştürücü gücüne odaklanan sayısında H. Haluk Erdem “Dönüşümde Hasan Âli Yücel Mirası” başlıklı yazısına vefatından önce ara sıra görüştüğü Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat’tan duyduğu şu cümlelerle başlar:

Dar gelirli bir öğretmen ailesiydik. Evde eşya yoktu; mangaldan sobaya yeni geçmiştik ama gramofonumuz vardı. Âşık Veysel de Dede Efendi de Beethoven de dinleniyordu bizim evde. Farklı idi babamın yaşama bakışı, etkilenmemek ne mümkün.[9] 

Derginin kültürel yaklaşımını, kültürel konuları eğitim çerçevesinden işleyiş biçimini sadece bu satırlara dayanarak tahlil etmek için vakit henüz erken olsa da kültür siyaseti açısından yeni bir yönelimin varlığını fark etmeyi mümkün kılar yazılanlar.

H. Haluk Erdem, “eğitimi vazgeçilmez bir dava şeklinde” gören Hasan Âli Yücel’in fikri serencamını, temel yaklaşımlarının anlaşılmasını sağlayacak tarzda değerlendirirken Canan Yücel Eronat’ın altını çizdiği perspektif üzerinde özenle durmaktadır. Yücel’in felsefe ve sanat ilgisinin bu alanların klasikleşmiş eserlerinin tercümesine yönelik planlı mesaiye yol açtığı gayet açık bir şekilde işlenirken, Hasan Âli Yücel’in çatışan kimi fikirleri bir demet hâlinde yararlanılabilecek zenginlik olarak bir araya getirdiği de göz ardı edilmemektedir:

Hasan Âli Yücel’in çatışmacı ve ayrımcı anlayıştan uzak yaklaşımı, tüm hayatı boyunca sürecektir. Mevlânâ’nın Farsça yazdığı Rubailer adlı eserini çevirir, Goethe’nin hayatını ve eserlerini incelediği Bir Dehanın Romanı adlı eserini kaleme alır. Bakanlık döneminin unutulmaz hizmetlerinden birisi olan dünya klasiklerinin tercüme edilmesi için gösterdiği çabalarının arkasında bu evrensel bakışın izleri vardır. Platon’dan Farabi’ye, Hafız-ı Şirazi’den William Shakespeare’e Batı ve Doğu dünyasının önemli yapıtları çevrilmiştir.[10] 

Neşriyat ve Tercüme Bürosu

Düşünce tarihinde de kendisine mühim bir yer edinen Hasan Âli Yücel, bakanlığının birinci yılında 1-5 Mayıs 1939 tarihleri arasında Ankara’da toplanan Birinci Türk Neşriyat Kongresiyle matbuat hayatında kalıcı bir iz bırakmıştır. Büyük bir dikkat ve alaka ile takip edilen kongrenin ilan ettiği neşriyat seferberliğinin bazı teşebbüsleri akim kalsa bile yine mühim bir külliyat oluşmuştur. Basım ve neşir meselesinin kurumsallaştırılması ve devletleştirilmesi hakkında fırsat buldukça bazı makaleler kaleme getiren Yakup Kadri gibi isimlerin de altını çizdiği üzere Birinci Türk Neşriyat Kongresi Cumhuriyet devri kültür hayatında çok mühim bir merhale teşkil etmiştir.[11] Zira kongrede bir Tercüme Bürosu’nun kurulmasına, Şark[12]  ve Garp klasiklerinin Türkçe’ye çevrilmesine karar verilmiştir.

Hasan Âli Yücel’in Cumhuriyet devri eğitim tarihindeki yerinin belirgin kılınmasına benzer şekilde, Türkiye’de 2000’li yıllarda devletin kitap basımını terk etme kararının yanlışlığını sorgulama bağlamında Birinci Türk Neşriyat Kongresi kültürel inkişaf noktasında yeniden hatırlanmaktadır. Kongrenin kültür kalkınması planı ve resmî kurumların kitap yayıncılığı hamlesinin “ilham kaynağı ve projesi” olabileceğine dikkat çekilmesi sınırlı olsa da önemsenmesi gereken bir bakış açısıdır.[13] Aynı zamanda yeni dönemde Hasan Âli Yücel’le özdeş hâle gelen kültür politikasının kavranma şekli bakımından önemli ipuçları sunmaktadır.

İnsan gerçekliğinin bütünlüğüne değinen H. Haluk Erdem, “yeni hayatın ereni” olmak için gayret sarf eden Hasan Âli Yücel’in temel eğitimden ortaöğretime, üniversiteden sanat kurumlarına uzanan çabalarını ana hatlarıyla özetledikten sonra şöyle devam eder:

Yücel’in düşünce ve uygulamalarına bir bütün olarak bakıldığında ülke olarak yarınlara hazırlanma çabası görülebilir. Neredeyse koşarcasına attığı adımlarının arkasındaki kaygı, yarını kurmanın zorluğu üzerinedir. Eğitim, ülkenin dönüşüm motoru konumundadır. Daha yaşanabilir bir dünyanın oluşumuna katkı[nın], bir vatan üzerinde yaşayanların öncelikle insani olanaklarını geliştirmekten geçtiğini Yücel bilmektedir.[14] 

Eğitim YA DA Eğitim dergisinde Hasan Âli Yücel dönemiyle ilgili bir diğer metin Seyhan Bozkurt imzasını taşıyor. Bozkurt, “Bir Kültür Fabrikası: Tercüme Bürosu” başlıklı yazısında Yücel döneminde yapılan tercüme faaliyetlerine değiniyor. Itamar Evren- Zohar’ın önerdiği “kültür planlaması” kavramından[15] hareket eden Bozkurt, çevirilerin Batı uygarlığının bir parçası hâline gelecek ulus inşası sürecindeki rolüne dikkat çeker. Ayrıca Birinci Türk Neşriyat Kongresi’ne giden süreci, Maarif Vekâleti bünyesindeki Tercüme Bürosu’nun kurulmasını, yapısını ve işleyişini anlatır. Kültür dizgesini oluşturan çeviriler, çeviri eleştirisi ve çeviri nazariyesi yazılarını ihtiva eden Tercüme dergisinin yayımlanması kararını da zikreder. Tercümelerin siyasi perspektifini göz ardı etmeyen Bozkurt, düşünce ve edebiyat kitaplarına ağırlık veren Tercüme Bürosu’nun üretkenliğinin zirvesi kabul edilen 1940 ile 1966 yılları arasında 1.247[16]  çeviri kitap bastığını aktarır.[17] 

Türkiye’nin çeviri tarihinde önemli bir kilometre taşı olan Tercüme Bürosu’nun Maarif Vekâletinin çıkardığı pek çok dizi için de çeviriler hazırladığını belirten Seyhan Bozkurt büronun 1943 ile 1946 yılları arasında çok verimli çalıştığını, 1950’lerden sonra canlılığını muhafaza edemese de 1966 yılına kadar faaliyetlerini sürdürdüğünü hatırlatır. Çevirilere odaklanan yazı hakkın teslimini içeren şu cümlelerle son bulur.

Tercüme Bürosu, özellikle Hasan Âli Yücel döneminde Türkiye’nin modernleşme ve Batılılaşma sürecinde en önemli sacayaklarından biri olur. Hem zengin bir çeviri kütüphanesi hem de bu zengin kütüphaneden beslenen çağdaş Türk kültürü ve edebiyatının oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunur.[18]

Hiç şüphesiz Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet Türkiye’sinde bilhassa eğitim, sanat ve kültür hayatında kalıcı izler bırakan kültür politikasına sahip bir maarif vekilidir. Kültür krizinin ve doğu ile batı yahut İslâm ile batı medeniyeti arasında arafta kalınan, geçiş sancıları çekilen bir dönemde Hasan Âli Yücel’in maarifin başına geçişi ayrı ayrı noktalardan da olsa dönemin Türk entelektüellerini son derece memnun etmiştir.[19] Elbette Yücel, eğitimde yaptıklarıyla tercümeleri birlikte okunduğunda tek başına Cumhuriyet devrinin önemli bir durağında bulunur. Hasan Âli Yücel’in bir tarafta mutasavvıf kimliği öte tarafta cumhuriyetin en kritik kültür planlamacısı olması, temel metinleri kültür hayatına taşıması erken dönemdeki ufkunu ve birikimini gösterir. Gelgelelim onun canhıraş bir hâldeki gayretine ilişkin genel kavrayış tarzında göze çarpan ilk müşterek temayül tek boyutluluktur. Zira eğitim ve kültür alanında yapılanları “bir tür zaman dışı entelektüel” konumuna yerleştirilen Hasan Âli Yücel’in kişiliğine indirgeme durumu söz konusudur. Hâlbuki her iki sahadaki girişimler Cumhuriyet Türkiye’sinin peyderpey uygulamaya[20] çalıştığı siyasetin Millî Şef İsmet İnönü’nün desteğinden bağımsız değildir. Yine aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki kültür planlamasındaki farklılaşma dikkate alınmadan eğitim ve kültür gündemindeki değişiklikler ve Hasan Âli Yücel’in bakanlıktan alınması yerli yerine oturtulamaz.[21]   

Genel hatlarıyla bakıldığında Eğitim YA DA Eğitim dergisindeki Hasan Âli Yücel’le ilgili analizlere bakıldığında milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin 1944 süreğinden[22] yahut 1960 sonrasından önemli ölçüde farklılaştığı anlaşılıyor. Tek parti devri kültür politikaları eleştirisiyle sosyalizme karşı tepkinin ivme kazandığı antikomünist yayınların dilinden başka bir mecraya meyledilmektedir. Eğitim ve kültürün iç içe geçecek şekilde anlaşılmasının payı hayli yüksek olsa gerek bu yaklaşım tarzında. Kültür politikasını ve yayıncılığı içeren başka konuşmalarla metinlerde de benzer anlayışın izlerini öncesi ile sonrası arasındaki çok önemli ve çarpıcı tezat ve farklardan dolayı açıkça teşhis edebiliyoruz. Bu değişim sürecinin bizzat kendisi, esas nedenleri, ortaya çıkış şekli ve ayrıntıları hakkında daha detaylı çalışmalara ihtiyaç var.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın deyimiyle “memleket irfanına” katkı sunan Hasan Âli Yücel’e dair tahkik ve tetkikten yoksun bilgi kulelerini yıkmaya matuf sözlerin ve metinlerin sayısı günden güne artıyor. Hatırat, günce ve mektup gibi rağbet gören ilgiye değer metinlerin hayli yekûn tuttuğu söylenebilir. Buna karşın Osmanlıdan Cumhuriyete intikal eden kuşakları konumlandırma denemelerinin kültürel süreçlerle nasıl bir etkileşim içinde bulunduğu gerçek çizgileri çerçevesinde bütünlüklü bir şekilde yazılabilmiş değildir.


[1] Yaşar Nabi, “Hasan Âli Yücel”, Varlık, 1961, sayı: 546.

[2] A.[li] M.[ehmet] Celâl Şengör, Hasan-Âli Yücel ve Türk Aydınlanması, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2001.

[3] Ahmed Güner Sayar, Hasan Âli Yücel’in Tasavvufî Dünyası ve Mevleviliği, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002.

[4] Köy enstitüleri bilhassa Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek (1967) romanının yayımlanmasının ardından pek çok eleştiriye konu oldu. Hâlen Kemalistler, sosyal demokratlar ve kısmen de sosyalist sol için kurumsal bir eğitim miti olan köy enstitüleri CHP’nin 18 Ocak 2020’de düzenlediği “Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?” başlıklı çalıştayın sonuç bildirgesinde bir öneri olarak yeniden gündeme geldi. https://m.bianet.org/bianet/egitim/219001-chp-nin-egitim-calistayinda-koy-enstituleri-onerisi

[5] Bernard Lahire, Sosyoloji ve “Sözde Mazeret Kültürü”, çev. Ertan Kuşçu-Mustafa Gültekin, Açılım Kitap, 2020, İstanbul, s. 29-33.

[6] https://www.setav.org/etkinlikler/panel-kultur-sanat-politikalarinin-gelecegi/ Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı A. Halûk Dursun’dan sonra Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’ye özgü bir eğitim projesi olan Köy Enstitüleri’nin devam etmesi gerektiğini dile getirdi. https://www.milliyet.com.tr/gundem/koy-enstituleri-tekrar-acilir-mi-2773422 Spesifik bir gündem gibi gözükse bile, kültür ve eğitim odaklı bu iki konuşma ciddiye alınması gereken bir tartışmayı ihtiva etmektedir.

[7] http://oygm.meb.gov.tr/kisaoyku/#Anasayfa

[8] Derginin adının hikâyesi için bkz. “YA/DA ve Dönüşüm Üzerine” Ziya Selçuk’la Söyleşi, Eğitim YA DA Eğitim, 2019, sayı: 1, s. 6.

[9] H. Haluk Erdem, “Dönüşümde Hasan Âli Yücel Mirası”, Eğitim YA DA Eğitim, 2019, sayı: 1, s. 43.

[10] H. Haluk Erdem, a.g.m., s. 43.

[11] Canan Yücel Eronat, Yakup Kadri’den Hasan-Âli Yücel’e Mektuplar, YKY, İstanbul, 1996, s. 52.

[12] Fakat hümanist kültür siyasetine uygun bir yayın politikası takip edildiği için Şark klasiklerinin tercümesi hayli sınırlı kalmıştır. Atilla İlhan, Hangi Edebiyat, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s. 210.

[13] Ali Birinci, “Birinci Türk Neşriyat Kongresi’nin Talihsiz Kaderi Hakkında”, Yeni Türkiye “Kültür Politikaları Özel Sayısı-II, 2019, sayı: 110, s. 323.

[14] H. Haluk Erdem, a.g.m., s.45.

[15] Itamar Even-Zohar, kültür planlamasını “İktidar sahiplerinin ya da serbest ‘eyleyicilerin’ mevcut veya kristalleşmekte olan bir repertuvara bilinçli bir müdahale edimi” şeklinde çerçeveler. Aktaran Şehnaz Tahir Gürçağlar, Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası 1923-1960, çev. Tansel Demirel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, 33.

[16]Tercüme Bürosu'nun belirlediği ve tercüme edilen eserlerin sayısında farklı sayılar zikredilmektedir. Cumhuriyet dönemi Türkiye’sindeki çevirilere eğilen Şehnaz Tahir Gürçağlar çevirilerin sayısını 1.120 olduğunu belirtir. (Bkz. Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası 1923-1960, 2018, s. 4.) Bu farklılık eserlerin bazılarının birden fazla ciltten oluşmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda bkz. Yücel Bulut, “Hasan Âli Yücel: İcraatları ve Eserleriyle Bir Eğitim Bakanının Portresi”, Türkiye Literatür Araştırmaları Dergisi, 2008, cilt 6, sayı: 12, s. 676.

[17] Seyhan Bozkurt, “Bir Kültür Fabrikası: Tercüme Bürosu”, Eğitim YA DA Eğitim, 2019, sayı: 1, s. 75.

[18] Seyhan Bozkurt, a.g.m., s. 76.

[19] Canan Yücel Eronat, a.g.e., s. 50.

[20] Yücel Bulut, a.g.m., s. 683.

[21] Son derece verimli bir entelektüel üretim yapan Hasan Âli Yücel’i “üniversal bir kültür adamı” ama aynı zamanda “iman ve aksiyon sahibi bir mütefekkir” kabul eden Ahmed Güner Sayar’ın “Türk demokrasi tarihinin ilk kurbanı, yaşarken pek kadr ü kıymetini bilmediğimiz [bir] insan” şeklindeki ifadeleri aynı zamanda kültür planlamasındaki dönüşümün örtük doğrulamasıdır. Ahmed Güner Sayar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Portre Denemeleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 238.

[22] Bu yıllarda Hasan Âli Yücel’e karşı özellikle köy enstitüleri merkezinde milliyetçi muhafazakâr bir tepki oluşmuştu. İrfan Erdoğan, Cumhuriyetçi Muhafazakâr, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Bir Eğitim İnkılâpçısının Hayatı, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2018, s. 252.