Bir İnsani Güvenlik Sorunu Olarak “Pandemos”

Dünya hal-i pür telaş korona virüsü hakkında konuşuyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) Covid-19 adını verdiği hastalığa neden olan korona virüsü nedeniyle “pandemi”, yani “küresel salgın” ilan etmiş durumda. Pandemi kavramı ise Antik Yunancada “tüm insanlara ait olan” ya da “bütün insanlarla ilgili olan” anlamındaki pandemos kelimesinden geliyor. Kavramın hem etimolojik hem de güncel kullanımını göz önüne alacak olursak, sorunun büyüklüğüne vurgu yapmak için sanırım günbegün değişen sayısal verileri aktarmanın pek de bir anlamı yok. Velhasıl sorun büyük boyutlarda. Bu noktada korona virüsü nedir, buna ne neden olmuştur, belirtileri nelerdir, korunmak için ne yapmak gerekir, ilacını nasıl buluruz gibi soruları konunun uzmanı tıpçılara ve ilgili diğer bilim insanlarına bırakmak en doğrusu olacaktır kuşkusuz. Ancak, gündelik hayat pratiklerimizi neredeyse tümüyle olumsuz etkileyen korona virüsünün, daha doğrusu pandeminin tamamen “tıbbi bir meseleye” ya da “bilim insanlarının soruna” indirgeyemeyeceği de son derece açık.

Nitekim, DSÖ’nün ilan ettiği pandemi nedeniyle ülkeler sırasıyla “olağanüstü hal” ilan ederken, Fransa bir tık daha ileri giderek en az 15 gün süreyle “sokağa çıkma yasağını” uygulamaya koydu. Henüz “olağanüstü hal” uygulamasına geçmesek de “olağanüstü önlemler” Türkiye’nin gündeminde. Gerçi Birleşik Krallık hükümeti gibi işi “doğal seleksiyona” bırakıp, insanların virüse adapte olmasını beklemek gibi teşebbüsler de yok değil. Ancak sorun büyüdükçe Boris Johnson dahi telaşeye kapılmış görünüyor. Daha da ötesi mevcut durumda Yuval Noah Harari’nin virüsün “totaliter rejimleri güçlendirebileceği” yönündeki tespiti imkân dahilinde.[1] Üstelik Harari bu konuda yalnız değil. Aynı endişeyi insan hakları alanındaki bağımsız uzmanlardan oluşan Birleşmiş Milletler özel raportörleri de paylaşıyor. Özel raportörler pandemi kapsamındaki olağanüstü hal uygulamalarının insan haklarını ortadan kaldıracak uygulamalara yol açma tehlikesine işaret ediyorlar.[2] Artık konu “tıbbi” ya da “bilimsel” bir mesele olmanın çok daha ötesine geçti bile. Virüs aynı zamanda ekonomik, sosyal ve politik bir sorun haline geldi.[3] Üstelik bu ilk gelen pandemi olmadığı gibi insanlık hallerinin gidişatı itibarıyla sonuncusu da olacakmış gibi görünmüyor. Bu nedenle, bana “pandeminin” bizzat kendine odaklanmak ve konuyu bir insani güvenlik sorunu olarak almak daha doğru geliyor. Peki neden başka bir şey değil de insani güvenlik? Sanırım bu soruya cevap vermeden önce insani güvenlikten ne anlaşıldığına bir açıklık getirmek faydalı olacaktır.

Aslına bakacak olursak insani güvenlik kavramı daha 1948’de ilan edilen Birlemiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Giriş kısmındaki “dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş” olma ve “insanlık onuru” ifadelerine kadar gider. Nitekim günümüzde de insani güvenlik kısaca “korkudan ve muhtaç olmaktan azade olma ve haysiyetli bir yaşam hakkı” olarak tanımlanıyor. Gene de insani güvenlik kavramının açık bir dille ifadesiyle ilk kez Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü’nün (UNDP) 1994 İnsani Kalkınma Raporu'nda karşılaşıyoruz.[4]  UNDP’nin 1994 raporunda son derece geniş bir çerçevede sunulan insani güvenlik yaklaşımını yedi ana başlık altında ele alınmak mümkün: Ekonomik güvenlik, gıda güvenliği, sağlık güvenliği, çevre güvenliği, kişisel güvenlik, toplum güvenliği ve politik güvenlik. Özetle:

(1) ekonomik güvenlik bireylerin yaşamlarını sürdürebilecekleri temel geçim kaynaklarının garanti edilmesini;

(2) gıda güvenliği herkesin fiziksel ve ekonomik açıdan temel gıdalara erişimini;

(3) sağlık güvenliği hastalıklardan ve sağlıksız yaşam tarzlarından korunmayı;

(4) çevre güvenliği doğanın tahrip edilmesinin önüne geçilmesini;

(5) kişisel güvenlik bireyin devlet, devlet dışı aktörler ya da diğer bireylerin fiziksel şiddetinden korunmayı;

(6) toplum güvenliği kültür kaybının önlenmesi ve etnik şiddetten arınmayı;

(7) politik güvenlik ise insan haklarından tam olarak faydalanmayı içeriyor. 

Bu haliyle insani güvenlik kavramı her şeyden önce “ulusal ya da milli güvenlik”, “kamu güvenliği” ya da “sınır güvenliği” gibi devletlerin geleneksel güvenlik anlayışlarının dışına çıkarak, bir alternatif sunar. İnsani güvenlik “güvenlik” kavramını insanileştirme çabasının bir ürünüdür diyebiliriz. Böylece çatışmalardan arınmış olmayı ve barış içinde yaşayabilmenin imkânlarına odaklanır. İkincisi temiz çevre içinde yaşamayı ve doğanın korunmasını, insanın güvenliğinden ayrı görmez. Üçüncüsü Samuel Moyn gibi yazarların belirttiği gibi[5] uzunca bir süredir ihmal edilen ekonomik, sosyal ve kültürel haklara işaret eder. Daha ötesi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla politik haklar arasında bir bağ kurmaya çalışır.

Çok değil, sadece birkaç yıl önce Yurttaşlık Derneği, Avrupa’daki diğer ortaklarıyla birlikte Avrupa Birliği üyelerinin ve aday ülkelerinin dikkatini insani güvenlik kavramına çekmeye çalışmıştı. Her ne kadar günümüzün popülist, sağcı ve bir o kadar da otokrat liderleri gösterilen çabayı şimdilik kulak arkası etse de ben “insani güvenlik” yaklaşımının insan merkezli, kapsamlı, konuya özel, önlemeye odaklı, koruyucu ve güçlendirici ilkeleriyle son derece güçlü bir perspektif sunduğunu düşünüyorum. İnsan merkezli olması bir an için akıllara “türcülük” kavramını getirebilir. Bilakis, insani güvenlik türcü bir yaklaşımdan ziyade, “katılım hakkını” ifade eder. Bu kapsamda, insan merkezli olması güvensizliklerini ve ihtiyaçlarını, kırılganlıklarını ve kapasitelerini göz önünde bulundurarak, insanlarla ve topluluklarla ve onlar tarafından oluşturulan çözümlerle hareket etmeyi öngörür.  Önlemeye odaklıdır. Bu vesileyle riskleri, tehditleri ve tehlikeleri önceden tanımlamaya ve önlemeye çalışır. Salgın hastalıktan hareket edecek olursak, korona virüs gibi bir salgın ortaya çıktıktan sonra değil, salgın ortaya çıkmadan önce önlemler almaya çalışır. Konuya özeldir. Hedef durumun derinlemesine bir analizini yapar. Yerel, ulusal, bölgesel ve küresel gerçekleri ve bu gerçekliklerin hedef durum üzerindeki etkilerini dikkate alarak daha uygun çözümlerin geliştirilmesine olanak sağlar. Kapsamlıdır. Bütüncül bir analizle insani güvenliğin tüm bileşenlerini dikkate almaya çalışır. Sorunlara çok-sektörlü bir yanıt vermeye özen gösterir.[6]

İnsani güvenlik yaklaşımının yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığım temel özellikleri öyle sanıyorum ki, korona virüsünün yol açtığı Covid-19 gibi pandemileri neden bir insani güvenlik sorunu olarak ele almamız gerektiğinin de genel bir çerçevesini sunar. Aslına bakılacak olursa BM ve BM’nin DSÖ gibi uzman kurumları, pandemileri uzunca bir zamandır insan hakları kapsamında değerlendiriyor. Özellikle de 2000’li yıllarında başlarından itibaren HIV/AIDS gibi pandemilerde insanların ilaçlara erişimi[7] için başlayan süreç, diğer pandemileri de içerecek şekilde devam ediyor. Sağlık konusu diğer toplumsal sorunlarla bağlantı kurularak ele alınıyor. DSÖ’nün sağlık ve insan hakları arasındaki ilişkiyi gösterir tablosu ise aşağıdaki gibi:

Kaynak: WHO/DSÖ – 2002

Yukarıdaki tabloyu sosyal medya hesaplarımdan ilk paylaştığımda epeyce bir beğeni aldı. Ancak çok geçmeden Temiz Hava Platformunun Koordinatörü arkadaşım Buket Atlı’dan hemen bir yorum geldi ve kendisi “temiz hava hakkını da eklesek daha da muhteşem olacak” önerisinde bulundu. ABD’deki Stanford Üniversitesi’nden Marshall Burke’un Çin’de korona virüsü nedeniyle alınan önlenmeler sayesinde hava kirliliğinin azaldığı ve böylece virüs nedeniyle ölen insan sayısının en az yirmi katı insanın hayatının kurtulduğu[8] yönündeki tespitini göz önüne alırsak, Buket Atlı’nın uyarısını kesinlikle göz ardı edemeyiz. Muhtemelen barış aktivisti olan bir diğer arkadaşım da Türk Tabipleri Birliği gibi düşünüp[9] “Savaş da bir sağlık sorunu! Silahlı çatışmaları da bu tabloya eklemek,” gerekir diye içinden geçirmiş olabilir. İnsani güvenlik kavramı ve “sağlık güvenliği” işte tam da bu aşamada devreye giriyor diyebilirim.

Nitekim ilk olarak 2003’te “İnsani Güvenlik Komisyonu” tarafından hazırlanan ve ardından DSÖ’nün Amerika Kıtası Bölgesel Ofisi tarafından 2013’te güncellediği haliyle insani güvenlik ve sağlık arasındaki bağlantıyı gösterir aşağıdaki tablo, sanırım bize eksik olanları tamamlamamız için yardımcı olacaktır:

Kaynak: PAHO/WHO – 2013

Gelinen noktada sağlık, insan güvenliğinin en temel bir boyutlarından biridir ve diğer insani güvenliklerimizle yakın bir ilişki içindedir. Günümüzün sağlık sorunlarının artan karmaşıklığı, ölçeği ve korona virüsü örneğinde görüldüğü üzere aciliyeti tüm insanlığa ait olan sağlık güvenliğine yönelik artan tehdit oluşturur. Sağlığın garanti edilmesi, herkes için erişilebilir ve kabul edilebilir olması ve kaliteli bir şekilde sunulması[10] insani güvenliğimizi artırırken, artan insani güvenliğimiz sağlımızın da, refahımızın da artmasını sağlar. Tersi bir durum sağlık açısından kırılganlığımızı arttıracağı gibi sosyal istikrarın da altını oyacaktır.[11]

İnsani güvenlik kavramı Avrupa Bölgesinde dillendirildiğinde bazı yazarlar kavramı fazla ihtiraslı ve yanlış tanımlanmış bir girişim olarak küçümsedi.[12] Türkiye’de de ilk dile getirildiğinde “pek eleştirel” yaklaşımlarca fazlasıyla “liberal” bulunduğunu yeri gelmişken belirtmek isterim. Öncelikle insani güvenlik yaklaşımının günümüzün son derece karmaşık ve bir o kadar da küresel boyutlarda seyreden sorunlarını göz önüne aldığımızda, kesinlikle yanlış tanımlandığını düşünmüyorum. Tam tersine karşı karşıya olduğumuz onca karmaşık soruna bir o kadar kapsamlı ve bütünlüklü bir yanıt verilmediği sürece bu sorunların çözümlenemeyeceği çok açık. Üstelik Batılı ülkelerin bunu yapabilecek yeterli kapasitesi var. Ancak sadece kendileri için değil, herkes için bunu yapmaları gerekiyor. Zira, en basit haliyle korona virüs, refahlarını ya da güvenliklerini kaybedecekleri gerekçesiyle mültecilere ve göçmenlere kapılarını kapayan ama turizme ve ticarete o kapıları sonuna kadar açan Avrupa ülkelerine pek de aman vermiş gibi görünmüyor. Aynı şeyi Kuzey Amerika ülkeleri için de rahatlıkla söyleyebiliriz. Kısacası Batılı refah ülkeleri kendileri için istediklerini, artık diğerleri için de istemek zorundalar ve bunu yapabilecek kapasiteye de sahipler.

Liberal olma konusundaki görüşlere gelince. Açıkçası ben tam tersini düşünenlerdenim. Bence insani güvenlik yaklaşımı bir yandan bizlere “sosyal devlet” olma ilkesini yeniden hatırlatırken, diğer yandan da yeniden inşa edilmiş bir “sol” politikanın nüvelerini sunar. Uzunca bir süredir sosyal hareketler tek başına “politik hakların” peşinde değil. Sosyal adalet arayışının ve buna bağlı olarak ihmal edilen ekonomik, sosyal haklarının peşinden gidiyor. Bu nedenle demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramları, ekonomik ve sosyal haklarla birlikte ele alan çevreyi, barışı ve bizi çevreleyen diğer sosyal konuları ihmal etmeyen yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğu çok açık.

İnsani güvenlik yaklaşımı bunun için iyi başlangıç olabilir. 


[1] Yuval Noah Harari, “Koronavirüs salgını totaliter rejimleri güçlendirebilir”, çev. Engin Deniz İpek, 17 Mart 2020, Medyascope.tv, https://bit.ly/391joo1

[2] “COVID-19: States should not abuse emergency measures to suppress human rights – UN experts”, OHCHR, 16 Mart 2020, Cenevre, https://bit.ly/33odYSu

[3] Bu konuda, özellikle de ekonomik krizle ilgili boyutu için, 1+1 Forum tarafından Türkçe altyazısı hazırlanan Yanis Varoufakis'in 15 Mart'ta yaptığı video yayını izlemenizi öneririm. https://bit.ly/33mzC9W

[4] UNDP, Human Development Report, 1994, s. 22-33, https://bit.ly/2IQdj2T

[5] Samuel Moyn, “How the Human Rights Movement Failed”, The New York Times, 23 Nisan 2018, https://nyti.ms/2Qna2MA

[6] “Human Security Handbook, the United Nations Trust Fund for Human Security”, Ocak 2016, s. 7-10,  https://bit.ly/33o1vOJ

[7] Dünya Sağlık Örgütü, “Sağlık & İnsan Hakları Üzerine 25 Soru 25 Cevap”, 2002, https://bit.ly/2IPyhiu

[8] Gazete Duvar, “ABD'li profesör: Çin virüsle on binlerce hayat kurtardı!”, 18 Mart 2020, https://bit.ly/2U298HQ

[9] “Türk Tabipleri Birliği: Savaş bir Halk Sağlığı Sorunudur!”, 24 Ocak 2018, https://bit.ly/2TXfSXf

[10] OHCHR, “Right to Health”, s. 4, https://bit.ly/3b6ZR6R

[11] “PAHO/WHO, Human Security: Implications & Applications for Public Health”, 23 Temmuz 2013,  https://bit.ly/2IYx2NP

[12] John Kotsopoulos, “A human security agenda for the EU?”, Haziran 2006, https://bit.ly/3b7AOkg