Salgın ve Etik

Tıp dünyası, zaman zaman influenza virüslerinin genetik yapısında meydana gelen değişikliklere bağlı olarak yeni bir tipte influenza virüsü ortaya çıkardığını, bu değişikliğin hayvan influenza virüsünün genetik yapısında meydana gelebildiğini veya insan ve hayvan influenza virüslerinin her ikisinin genetik kombinasyonu ile de ortaya çıkabildiğini zaten bilmekteydi. Özellikle hayvanlardaki suşların, insanlarda ciddi/ağır hastalığa yol açma yeteneğinin daha fazla olduğu ve bu suşların mevsimsel influenza virüsleri gibi etkili bir şekilde yayılırsa da, yeni bir pandemi geliştirebileceği uyarıları da yapılmaktaydı.

Bu öngörülerin arkasında yatan kuşkusuz insanlık tarihinde geçmişte yaşanmış olan büyük salgınlardı. On altıncı yüzyıldan beri 10-50 yıl arasında değişen aralıklarla şiddeti ve etkisi değişerek tekrarlanarak günümüze kadar gelen pandemilerin kuşkusuz en şiddetlisi, 1918 yılında görülen ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yarım milyon, bütün dünyada 20 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtığı tahmin edilen ve İspanyol gribi olarak adlandırılan influenza pandemisidir.[1]

Dünya Sağlık Örgütü 21. yüzyılın ilk pandemisini, Haziran 2009'da, yeni influenza A (H1N1) virüs alt tipinin ortaya çıkmasından sonra ilan etmiştir. Bu virüs, Nisan 2009'da Meksika’dan başlayıp önce Kuzey Amerika’ya ve Batı Avrupa’ya, daha sonra da dünya çapında hızla yayılarak bir pandemiye neden olmuştur. Virüs, domuz, kanatlı hayvanlar ve insan influenza virüslerine ait genetik özellikleri taşımaktadır. Virüsün yol açtığı pandemideki birinci dalga olarak kabul edilen 5 ay içinde yaklaşık 200.000 vaka ve 1.800 ölüm bildirilmiştir.[2]

Nitekim bu öngörüler Covid 19 pandemisi ile ne yazık ki gerçek oldu. Önce Çin’den başlayan ve sonra hızla tüm dünyaya yayılan bu pandemi halen devam etmektedir. Yaşanan pandemide, hızlı hava trafiği nedeniyle virusun daha hızlı yayıldığı, metropollerde ise hastalığın daha ciddi boyutlara ulaştığı görülmektedir. Ancak, öngörülemeyen bazı durumların ortaya çıkması, insanlığı bekleyen gelecek pandemiler için de dersler çıkartılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Her pandemide olduğu gibi bu pandemiden de kuşkusuz ileriye dönük çıkarımlar yapacağız ve dersler çıkaracağız.

Kısa sürede gelişen birçok ciddi akut durum, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerin sağlık sistemlerinin mevcut kapasitelerini zorlamaktadır. Özellikle bir taraftan fakirlik, savaşlar, savaşa ve ekonomiye bağlı göçler ve bunlara bağlı sağlıksız koşullar, diğer taraftan yaşlanan nüfusun artmakta olan gereksinimleri nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, başa çıkılması gittikçe zorlaşan durumlardır.

Pandeminin toplum düzeyindeki etkisi; virüsün bulaştırıcılığına ve hastalık oluşturma yeteneğine (virülansına), toplumdaki bireylerin bağışıklık durumuna, bireyler arası temas ve toplumlar arası ulaşım özelliklerine, risk faktörlerinin varlığına, sunulan sağlık hizmetlerine ve iklime bağlı olarak değişiklik göstermektedir.

Pandemi, devlet ve toplum için yaşamsal öneme sahip faaliyetleri ve toplum yaşamındaki olağan akışı etkilemektedir. Buna bağlı olarak zorluklara ve ekonomik kayıplara neden olmaktadır. İş ve eğitim kurumlarındaki devamsızlığın en önemli nedenlerinden birisidir. Her pandemi farklı olmakla birlikte, pandemilerin bazı ortak özellikleri de mevcuttur:

  1. Pandemide hastalığın paterni, mevsimsel influenzadan farklıdır.
  2. Pandemi, normal influenza sezonu dışında da görülebilir ve tipik olarak hastalık birden fazla dalgaya sahip olabilir.
  3. Bir pandeminin süresi 12-18 hafta arasında olabilir.
  4. Bir pandemi sırasında, yeni pandemik virüs dolaşımdaki diğer influenza suşlarının yerini alır. Daha sonra pandemik suş, mevsimsel influenza A virüslerinin bir parçası olur ve baskın suş olabilir.
  5. Mevsimsel influenza sırasında hastaneye yatış ve ölümlerin çoğu yaşlılarda ve altta yatan sağlık problemi olan kişilerde görülürken, pandemi sırasında gençlerde ve sağlıklı kişilerde de hastaneye yatış ve ölümler görülebilir.[3]

İnfluenza pandemisinin mevsimsel influenzaya kıyasla çok fazla hasta sayısına ve ölüme yol açabilecek bir potansiyele sahip olması nedeniyle, pandeminin toplumda neden olacağı zararları en aza indirmek için, pandemi öncesi veya pandemi döneminde planlar yaparak, bu planlara göre hazırlık çalışmaları yürütmek; pandemi ortaya çıktığında pandeminin etkilerini önlemeye veya azaltmaya yönelik faaliyetlerde bulunmak ülke yararı açısından son derece önemlidir.

Bu bakımdan bir influenza pandemisine karşı hazırlık ve faaliyet planı yapılırken, göz önünde tutulması gereken noktalardır şunlardır:

  1. Ülkedeki birçok bölgenin (belki de tamamına yakınının) aynı zamanda etkilenmesi nedeniyle, pandeminin görülmediği bir bölgenin, pandeminin görüldüğü bölgelere destek ve yardım sağlama kapasitesinin sınırlı olacağı,
  2. Enfeksiyon gelişen kişilerin, hastanede yatırılarak tedaviye ihtiyaç duyacakları veya polikliniklere başvuruyu gerektirecek derecede hastalanabilecekleri,
  3. Eğer var ise, aşıların ve antiviral ilaçların ulaştırılmasında eksikliklerin ve gecikmelerin olabileceği,
  4. Ulaştırma, ticaret, güvenlik ve kamu hizmetleri gibi altyapı hizmetlerinin ulusal ve toplum düzeyinde aksayabileceği,
  5. Enfeksiyonun, dünyanın her yerindeki bölgesel salgınlarla küresel düzeyde yayılabileceği.

Covid 19 pandemisinde olduğu gibi, aşının henüz bulunmadığı dönemde, enfeksiyondan korunma ve kontrol önlemlerini uygulayarak enfeksiyonun toplumda yayılmasını azaltmak ve böylece pandeminin erken dönemlerinde enfekte olacak kişi sayısını ve pandemi nedeniyle ortaya çıkacak vakaları azaltmak mümkündür.

Toplumun bilgilendirilmesi, seyahatlerle ilgili öneriler ve önlemler, pandemik bölgelerden gelen insanların taranması, eğitim ve öğretime ara verilmesi ve insanların toplu halde bulundukları yerlerin (özellikle alışveriş merkezleri, metro, havaalanları ve uçaklar, toplu taşıma araçları gibi yoğun popülasyon içeren ve/veya kapalı havalandırması olan yerler) kısıtlanması, virüsle temas eden kişilerin izole edilmesi, influenza veya influenza şüpheli hastaların diğer hastalardan ayrıştırılmış izole ortamlarda muayene ve tedavisi, hastalara hizmet veren sağlık çalışanlarının eldiven, maske, gözlük, dezenfektan ve benzeri araçlarla enfekte olmalarının ve enfekte etmelerinin önlenmesi, enfeksiyonun bulaşmasını azaltmak bakımından önem taşıyan stratejilerdir.

Pandemik etik

Pandemi ile başa çıkmaya çalışırken, acil yönetim birimleri, kanun yapıcılar, sağlık kurumları ve toplum hizmeti veren birçok kurumun, hükümetin ilgili bakanlıklarının, medyanın işbirliğine gereksinim duyulmaktadır. Bu farklı grupların birlikte etkili bir şekilde çalışabilmesi için, gelişmiş bir planlamaya gereksinim vardır.

Pandeminin planlanması, hazırlık ve yanıtların belirlenmesi konusunda sürecin tamamında pek çok kritik etik soru ortaya konmaktadır. Kimler öncelikli olarak ilaçlara ulaşabilecektir?  İlaçlar, aşılar ve yoğun bakım ünitesi yatakları gereksinimi karşılayamadığında, sınırlı kaynakların adil kullanımı açısından bunlar öncelikli olarak kimlerin kullanımına açılacaktır? Pandemiyle karşı karşıya kalındığında sağlık çalışanlarının kendi sağlıklarını ve ailelerinin sağlığını riske atmayacak şekilde ne gibi sorumlulukları olacaktır? Pandemilerde takip, izolasyon, karantina ve sosyal uzaklaştırmanın ölçütleri etik normları göz ardı etmeden nasıl belirlenecektir? Ülkelerin birbirilerine karşı pandemi salgını planlaması ve gereksinimlerin karşılanması çabalarında ne gibi sorumlulukları vardır?

Hükümetler ve sağlık konusundaki öncüler dünyanın çoğu yerinde pandemi planları üzerinde çalışmaktadırlar. Yine de bu planlar halkla iletişimleri, ilaçların bulunması, saklanması ve dağıtımıyla, yapılması gerekenlerin bildirimi gibi daha çok teknik konular üzerine yoğunlaşmıştır. Planlayanlar genellikle seçimlerinin etik dayanaklarını açıkça tanımlamazlar. Oysa ki etik problemler özellikle halk tartışmalarında, çoğunlukla da medyada belirgin olarak ortaya çıkar. İnsanlar antiviral ilaçları kendileri mi stoklamalıdır, yoksa hükümetlerinin bu tür ilaçların dağıtımıyla ilgili kısıtlayıcı kararlarına mı uymalıdırlar? İlaçların dağıtımında, sağlık hizmetine ulaşımda ya da acil servislerden yararlanmada bazı kişilerin ya da bazı kurum temsilcilerinin, sağlık çalışanlarının ya da politikacıların, karar vericilerin önceliği olmalı mıdır?[4]

Hükümetler ve sağlık liderleri, kararlarının ardındaki etik değerleri halkla paylaşmalıdırlar. Bu değerleri, hastalıktan birçok yönden etkilenebilecek insanlarla, kendilerini en ön sıralarda bulacak sağlık çalışanlarından, kısıtlı tedavi kaynaklarının sağlanmasıyla ilgili kararları veren politikacılara kadar herkesle ve özellikle de halkla tartışmalıdırlar. Bu bilgilendirme insanlar acil servislerin kapısında sıra olmaya başlamadan önce, olası sağlık krizinden önce yapılmalıdır. Seçenekleri açıkça tartışmak ve toplum tarafından kabul edilen seçeneklerin etik değerlerin üzerine kurulu olduklarını teyit etmek toplumda önemli kazançlar sağlar. Eğer etik konular açık ve şeffaf bir biçimde pandemik plana dahil edilirse, toplumun birçok sektörünün de yardımıyla yapılan planlar daha büyük güven, otorite ve mantıkla yürütülebilecektir. Bu konuların ileri seviyede tartışılması bilinmeyenin getirdiği korkuyu engellemede yardımcı olabilir. Böylece insanlar, işbirliği yapma ve liderleri tarafından toplumun iyiliği için verilen zor kararları kabul etme konusunda daha istekli olacaklardır.[5]

Bu süreçte ve sürecin yönetiminde korku ve paniği azaltmak, güven oluşturmak için kamuoyuna açık ve net bilgi sağlamak çok önemlidir. Gelişmiş iletişim araçlarının kullanılması ve bilgilerin açık, hızlı ve şeffaf bir şekilde paylaşılması ve pandeminin gelişim dönemlerine uygun olarak öncelikle risk yönetimi, sonrasında da kriz yönetimi çercevesine uygun iletişim mesajları oluşturulması ve bunları iletecek ilgili materyal ve kanalların da belirlenmesi önemlidir. Pandemi döneminde sosyal medya yerine, Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipleri Birliği’nin ortak metinleri ve bilgilendirme notları halka ulaştırılmalı ve güven ortamı yaratılmalıdır.

Pandemi durumunda temel etik öğretiler neler olabilir?

Biyomedikal etikte genel kabul gören üç temel ilke (yararlılık, adalet, bireye saygı ilkesi) pandemik etik tartışmalarının da temelini oluşturmaktadır. Pandemi durumunda, sağlık hizmetinin dağıtımında amaç, en çok sayıda hastaya, beklenebilecek en büyük iyiliğin/yararın temin edilmesi olacaktır. Diğer bir yaklaşım, “tıbbi yönden en çok yarar” elde edecek hastayı seçmek olabilir. Fakat bu da çelişkili bir konudur. Tıbbi iyilik (yarar) deyimiyle, yaşamın hemen sürdürülmesini mi, yaşama ekleneceği tahmin edilen yılları mı, morbiditenin bertaraf edilişini mi veya yapılan girişim ile hastanın tatminini mi kastediyoruz?

Özellikle değişik yaşlardaki hastalar ele alındığında, değişik tıbbi ölçütler temelden farklı olur. Daha da yakından bakıldığında, “uygun moral hedef”ten anlaşılanın ne olduğu, bunun her çeşit iyiliği bir arada ve maksimale götüren yaklaşım olup olmadığı pek açık değildir.

Utilite (yararlılık) ölçütlerinin karşıtlarına göre ise yardım sağlayan tüm gruplar için “adaletli yaklaşım” gereksinimdir ve dolayısıyla hizmete ulaşma bakımından herkes olabildiğince adil bir şansa sahip olmalıdır.

Böylece konumuz bağlamında bir diğer etik ilke olan “adalet ilkesi” karşımıza çıkar. “İkinci bir sosyal etik prensibi olan adalet”, daha belirgin olan yararlılık prensibi ile sosyal veya tıbbi yararlılık ölçütlerinin esasları bakımından da çatışmaktadır. Adil tedavi, sadece benzer tedaviyi gerektirmez, belirli kişilerin belirli gereksinimleri çerçevesinde, gerekli olduğunda farklı tedaviyi de gerektirir.

Sağlık alanında “adalet ilkesi” bireylerin toplumsal ve tıbbi olanaklardan adil olarak yararlanmalarını öngörür. Uygulamadaki sorun, sağlık hizmetlerindeki sınırlı kaynakların nasıl paylaştırılacağı, dürüstçe paylaştırabilmek için uygun ve kesin ölçütler olup olmadığıdır.

Örneğin tıbbi araç ve olanakların tüm toplum kesimine adil ve dürüstçe dağıtılması, bu ilkenin gereklerine uygun biçimde davranmakla gerçekleşebilir.

Bireyin özerkliğine saygı ilkesi bağlamında sağlık çalışanının hastasının mahremiyetine, gizliliğine saygı göstermesi, bilgilendirmeden uygulama yapmaması, dürüst davranması, hastanın yararına olduğunu düşünse dahi aydınlatılmış onamını almadan tanı ve tedaviyi yürütmemesi önemlidir. Tıbbın en eski ve en hassas ahlâki yükümlülüklerinden birine temel oluşturan tıbbi gizlilik ilkesi, hekimin hastasının sırlarını -kişinin izni olmaksızın başkasına açıklanmasını istemediği bilgi anlamında- mutlak koruması değil, saygı göstermesi yönünde etik gereklilik yaratmaktadır. Bugün tıp uygulamaları sırasında özel yaşamın, mahremiyetin ya da öznelliğin korunması hakkı, kaynağını anayasalardan almaktadır. Tıp hizmetlerinden yararlanan kişilerin, kişisel nitelikteki bilgilerinin “mahremiyeti” korunmalıdır.

Pandemilerin varlığında, toplum bireylerinin yaşam biçimi, toplumsal, ailesel ilişkileri gibi kişisel verilerin açığa çıkmasını mazur gösterecek nedenler neler olabilir? Gizlilik hangi durumlarda bozulabilmektedir?

Bu sorunun cevabı şu şekilde verilebilmektedir:

  • Bilimsel bir rapor için, sonuçların kişisel veriler halinde belirtilmesi gerekiyorsa, kişilerin onayı alınarak gerçekleştirilebilir.
  • Toplumsal korunma ve güvenlik için bu hastalarla ilgili bilgilerin yetkililere verilmesi gerekebilir.

Hekimin tedavi etme ödevi

Pandemi sonucunda bazı “özel” sorunlar meydana gelmektedir

  • Olaylar “ani” olarak meydana gelmektedir ve “hızlı” müdahalelere gerek vardır.
  • Normal durumlara yanıt verebilen tıbbi kaynakların böyle durumlarda yetersiz kalması söz konusudur: olaydan etkilenen kişi sayısının fazla olması çok sayıda hayat kurtarabilmek için ulaşılabilir kaynakların daha etkin bir şekilde kullanılması anlamına gelmektedir.
  • Salgınların yarattığı riskler sağlık üzerinde istenmeyen etkilerin meydana gelmesine neden olmaktadır.
  • Medya tarafından olay izlenmektedir.

Hekimler bu durumda bireysel etik yaklaşımlarının toplum tarafından talep edilen etik gereksinimlerle bir şekilde harmanlanması gerektiği “yoğun” duygusallıkların yaşandığı istisnai durumlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Daha önceden tanımlanmış ve öğretilmiş olan etik kurallar, hekimlerin bireysel düzeydeki etik yaklaşımlarını tamamlar nitelikte olmalıdır. Bu koşullar altında tıbbi hizmetleri sağlamak etik konulara ek olarak teknik ve yönetsel konuları da içermektedir. Bu nedenle salgın durumunda hekimin rolünü belirleyebilmek için bazı etik tutum önerileri sunulabilir.

Pandemi süresince personel güvenliğini sağlamak için bilimsel literatürde sunulan prensipler, tavsiyeler veya bulguları takip etmelidir. Böyle bir olay için planlama yapıldığı zaman personelin güvenliği için kapsamlı bir yaklaşım göz önünde bulundurulmalıdır.

Sağlık çalışanlarının kendi sağlığını korumak için mümkün olan her şeyin yapıldığına emin olunduğu zaman hastalar için en iyi bakım yapılmış olacaktır. Hekimlerin ve sağlık kurumlarının hastalığın derecesine bakmaksızın tüm hastalara yeterli ve insani bakım verme, ayrımcılığa izin vermeme yükümlülüğü vardır. Hekimler infekte olma risklerini değerlendirmeli, infeksiyon kontrol yöntemlerini kullanmalıdır.

Salgın durumlarında hizmet veren hekimlerin alacağı kararlar, karşılaşacakları tıbbi/etik/iletişim sorunları onların meslekî bilgi donanımı kadar, etik duyarlılığını ve farkındalığını da sorgulatacaktır. Hekimin karar verici konumunda olmasından kaynaklanan çatışmalar sıklıkla yaşanacak ve verilen kararın etik çözümlemesini -haklı çıkarma- en azından hekimin kendi vicdanına karşı yapması gerekecektir.

Tıpta kaynaklar her zaman sınırlıdır ve sınırlı kaynakların adil kullanımı konusu gündeme geldiğinde yol gösterici olabilecek ilke ve argümanlardan yararlanılır. Konu ile ilgili etik ilkeler sınırlı tıbbi kaynakların adil dağıtımı (adalet ilkesi) ve yararlılık ilkesi olacaktır.

Hekim, eldeki kaynakları da düşünerek vicdanına göre davranmalıdır. Durumun yarattığı sınırlılıkları da göz önüne alarak iyileşme şansı olan ve hastalığı kişiye en az düzeyde zarar verecek şekilde sınırlayan ciddi şekilde yaralanan en çok sayıdaki kişiyi kurtaracak tedavi için, önceliklerini uygulamak konusunda çaba göstermelidir.

Hekim, özel gereksinimleri olabilme olasılığına karşılık çocuklara, kadınlara ve yaşlılara karşı özel bir hassasiyet göstermelidir. Kaynakların hakça dağıtımında objektif olmak, bu kararları politik liderlerin, toplum liderlerinin ya da hasta ve hasta yakınlarının seçimine bırakmamak, halk sağlığı bakışını korumak iyi bir yol gibi görünmektedir.

Triaj

Tıpta kaynaklar her zaman sınırlıdır ve sınırlı kaynakların kullanımı konusu gündeme geldiğinde yol gösterici olabilecek ilke ve argümanlardan yararlanılır. Konu ile ilgili etik ilkeler sınırlı tıbbi kaynakların adil dağıtımı (adalet ilkesi) ve yararlılık ilkesi olacaktır. Hangi hastanın öncelikle tedavi olacağına karar verme yöntemi olarak triaj ilkesi, savaş meydanlarında keşfedilmiştir.

Bu ilke, hekimlerin ya da diğer tıp elemanlarının, tedavi edilecek kişileri üç gruba ayırmasını gerektirir.[6]

  • Tedavi edilmese bile iyileşebilecek olanlar,
  • Tedavi edilse bile ölecek olanlar,
  • Tedavinin yaşam-ölüm (ya da engelli olma ile normal olma) farkı yaratacağı kişiler.

Bu durumda, birinci ve ikinci grup zaman kalırsa müdahale edilmek üzere ayrılarak, öncelik üçüncü gruba verilir. Bu ilke, en çok ihtiyacı olanları listenin başına koyduğundan (sağlık hizmetini ihtiyaçlara göre dağıttığımızı varsayarsak) ve kısıtlı kaynakların en etkin şekilde kullanılmasına imkân verdiğinden uygun görünmektedir.

Buna göre, kaynaklar her zaman kısıtlı olduğundan ve her zaman acil olarak karşılanabilecek olandan daha çok tedavi talebi olacağından, triaj sağlık hizmetlerinin dağıtılmasında genel bir ilke olarak kullanılabilir (özellikle tıp etiği açısından çok önemli olan sınırlı kaynakların ne şekilde kullanılacağı ile ilgili konularda). Fakat eğer bu uygulanırsa, çok yaşlılar gibi ne yapılırsa yapılsın yakında ölecek olanlar, gençlerden daha az sağlık hizmeti alacak demektir. Dolayısıyla, çok yaşlılara yönelik böyle bir ayrımcılık, bu ilkeye göre adil ve mantıklıdır.

Ancak bu görüşe karşı çıkan savların da gayet temellendirilebilir olduğunu söylemek mümkündür:

  • İlk olarak, ölüme yakın olmanın hiçbir kronolojik yaş ile ilgisi kurulamaz. Her yaş grubunda bu durumda olanlar ve olmayanlar vardır. Daha genç yaş gruplarında çok küçük ama yine de sıfırın üzerinde olan oran, elbette ki yaşla birlikte artar. Buna rağmen, hiç kimse “bu yaşın üzerindeki herkes çok yakında ölecek” diyemez.
  • İkincisi ise triaj ilkesinin sadece ölüm gerçekten yakın ise uygulanması tercihidir. Bu sürenin ne kadarla sınırlandırılacağına karar vermek güçtür, fakat tedavinin verilmemesinin çok ciddi bir sorun olacağı varsayıldığında, dar bir tanımlama olan “yakında ölecek” tanımlamasını kullanmanın doğru olduğu düşünülmektedir -bir bakıma hepimiz yakında öleceğiz-. Bu durumda sadece birkaç gün ya da hafta içinde ölecek insanların kapsanması gerektiği varsayılabilir.
  • Üçüncü olarak, triajı acil durumlarda ya da çok özel ve kısıtlı bir kaynağın tahsisinde uygulamak adil olsa da, “istisnasız herkese” uygulamanın adil olmadığı düşünülebilir. Bu, bir örnekle açıklanırsa daha iyi anlaşılacaktır. Bir hekimin, diyelim ki rahatsızlık veren ancak tehlike arz etmeyen bir cilt sorununu tedavi ettiğini varsayalım. Bu esnada, dışarıda aşırı kan kaybından ölmek üzere olan bir kaza kurbanının olduğu haber verilir. Hekim, hastasına beklemesini söyler ve acil vakayla uğraşmaya başlar. Hekim için, cilt hastalığını tedavi etmeyi, müdahale etmesi gereken daha acil vakalar olduğu için reddetmesi doğru ya da adildir.

Oysa ki, bir kamu sağlık sisteminin, acil vakalar yüzünden acil olmayan vakaların tümünü geri çevirmesi de doğru ve adil değildir. Triaj, sadece acil durumlara ilişkin bir ilke olmakla birlikte, bir sağlık sisteminin tümüyle organize edilmesini ya da hekimlerin zamanlarını nasıl tahsis edeceklerine karar vermelerini -en acil vakalara öncelik vermek başka, sadece onlara konsantre olmak ise başka bir şeydir- sağlamaya yarayacak adil bir ilke gibi görünmemektedir.

Görülmektedir ki, triaj ilkesi yaşlıların, sağlık hizmetine muhtaç herhangi bir kişiden farklı şekilde tedavi edilmesini haklı çıkarmaz. Bu durumda ben, genç ya da yaşlı olsun, yaşamak isteyen tüm insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını talep etme hakları olduğunu ve dolayısıyla, eğer hepsi için olamıyorsa da, insanları “önce gelen hizmeti önce alır” yaklaşımıyla kabul etmenin, bazılarının daha fazla hakları olduğunu varsaymaktan daha adil olacağını düşünüyorum. Dahası yaşlıların, ya geçmişte yaptıkları işlerle ya da örneğin sigorta prim payları çerçevesinde yaptıkları ödemeler gibi kendilerinden bir önceki jenerasyonun gönencine yaptıkları katkılarla bir şekilde tedavi hakkını elde ettiğini ve dolayısıyla kendilerinden sonraki jenerasyondan da aynı davranışı beklediklerini, gençlerin ise henüz bunu hak etmediklerini de söyleyebilirim. Ayrıca gençken, şimdiki gençlere oranla yaşamın hoş yanlarından daha az pay alarak zor bir hayat yaşamış olan bazı yaşlıların, “yaşamdan almaları gerekeni almak” için hakları olduğunu da iddia edebilirim.[7]

Kanımca yaşlılığa karşı etik davranışların temellerini oluşturmak yerine yapılması gereken, yaşlı/genç tüm insanlar için bağlayıcı, teşvik edici sosyal etik bir temel oluşturmak, buna bağlı etik normlar geliştirmek olmalıdır. Herkes yoluna yardıma muhtaç bir çocuk olarak başlar, sonra yaşamın doğal işleriyle cebelleşir, en sonunda yine bunlarla vedalaşarak tekrar yardıma muhtaç hale gelir. Gerontoloji'nin altın kuralı olarak şöyle söylenilir: çocuk ve genç iken yetişkinlerin sana nasıl davranmalarını istediysen, sen de yardıma gereksinimi olan yaşlı insanlara aynı şekilde davran. Aynı kural sağlık çalışanı-yaşlı hasta ilişkisinde de gözetilmesi gereken temel kurallardan birisi olmalıdır.[8]


[1] “Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı”, T. C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Ankara, 2019.

[2] “Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı”.

[3] “Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı”.

[4] Büken, N. Ö. “Pandemik Influenza ve Etik”, Hacettepe Tıp Dergisi, 41: 62-68, 2010.

[5] “Pandemik Influenza ve Etik”.

[6] “Pandemik Influenza ve Etik”.

[7] Büken, N. Ö. ve Büken, E. "Yaşlanma Olgusu ve Tıp Etiği", Geriatri Dergisi (Turkish Journal of Geriatrics), 6(2): 75-79, 2003.

[8] "Yaşlanma Olgusu ve Tıp Etiği".