Alkol Siyasetimiz
Tanıl Bora

Yılbaşında sokağa çıkma yasağıyla, salgın önleminden gayrı, aynı zamanda alkol “almanın” kısıtlanması gibi bir yan etkinin de hedeflendiğini düşünüyor, birçokları. Daha önce de sokağa çıkma yasağı uygulanan günlerde alkol satışının engellenmesi, aynı şüpheyi doğurmuştu. E, haklı şüpheler bunlar, zira Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, epeydir, alkollü içkilerden caydırma, belki daha doğrusu alkollü içki kullananlara “bedel ödetme” siyaseti izliyor.[1]

İktidarın içkiyle ilgili politik hıfzıssıhhası hakkında altı yıl önce yazmıştım.[2] Tekrar açalım bu konuyu.

***

Sanırım, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “reddi müskirat” siyasetinin başlangıcı, aşağı yukarı 2013. Zaten biliyorsunuz, o yıl Gezi protestolarında, iktidarın alkol üzerinden hayat tarzına müdahale eğiliminin gençlerde doğurduğu tepkiye de pay biçilmişti. Protestoların kriminalize edilmesinde de, alkollü protestocuların yaptığı “rezilliklere” dair karalamalar işe koşulmuştu.

O yıl, 2013 Nisan’ında  Başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan, “millî içkimiz ayrandır”  ahkâmını serdederken, tek parti döneminin alkol siyasetiyle hesaplaşmıştı: “Uygarlaşacağız diye alkol tüketimini teşvik ettiler. Tek parti döneminde alkol teşviki o kadar abartıldı ki; lokantalara afişler asıldı, alkolün faydaları anlatıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bazı kitaplarda maalesef alkol milli içkimiz olarak lanse edildi.”[3] Tek parti devrinin millî içkisi olarak zikredilen müskiratın “alkol,” yani bir jenerik ad olması da ilginç; bütün alkollü içkileri aynı soydan görmenin, ya da “CHP zihniyetini” adeta “ne olursa olsun yeter ki alkol içilsin!” azmiyle damgalamanın bir emaresi olsa gerek.

Tek parti döneminin alkol siyasetine kahretmek üzere, 11 Nisan 2016 Yeni Akit’te Abdurrahman Dilipak arşivlik bir yazı yazmıştı. Trabzon’da bir özel üniversitenin gastronomi ve mutfak sanatları bölümünde “alkollü ve alkolsüz içecekler”  dersinde öğretim üyesinin öğrencileri şarap tatmaya zorlamasını yorumluyordu. Öğretim üyesi, tadım yapmayanları “not kaybetmekle” tehdit etmişti. Bu olay Dilipak’a tek parti döneminin, alkollü içecekleri,  (“dekolte” ve kadın-erkek ilişkilerindeki serbestiyet” ile beraber) “toplumun laikleştirilmesi yönünde bir imkan olarak gören” siyasetini hatırlatmıştı. İlkokullarda bira dağıtılıyordu, ona bakılırsa. Dilipak da, o devirde rakının “aslan sütü” sıfatıyla millî içki pâyesi taşıdığını yineliyordu.

***

Başlığı erken cumhuriyet döneminin üslûbuyla attım. AKP ve muhafazakâr-İslâmcı yazarların tek parti döneminin alkol siyaseti hakkında çizdiği resme eğilelim. “Aman millet bol alkol alsın” arzusuyla motive olmuş, rakıyı millî içki olarak ‘yücelten’ bir siyasetin resmi, bu. Böyle miydi sahiden?

Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarı mahfillerine yakın gazeteci Asım Us, 1938 yılına ait notlarında, Recep Peker’in sözlerini nakleder. Genel sekreterliğinde de kızaktayken de “CHP zihniyeti”nin simge şahsiyetlerinden olan Peker, şöyle demiş: “Rakının sarhoşluğu insanı tahrik eder. Şarabın sarhoşluğu insanı uyutur. Rakıyı bırakıp şaraba gitmek lâzımdır. Bunun için bir şişe şarabı su gibi beş kuruşa vermeli. Bir büyük duble kadeh birayı yine beş kuruşa satmalı. Bilhassa yeni jenerasyon rakıya alışmamalı.” Asım Us da bu stratejiyi destekler: “Alkolizme karşı en iyi mücadele şekli Yeşil Hilal Cemiyeti’nin tuttuğu yol gibi dikine tıraş etmek, kör kadı siyaseti tutmak değil, çok zararlı içkiler yerine az zararlı içkilerin ikamesiyle çalışmaktır. Bugün rakı Türkiye için bir nevi milli içki diye tanınmıştır. Bunun yerine şarabı ve birayı ikame etmek mümkündür. Bu da İnhisar İdaresi’nin bira ve şarap fiyatlarını ucuzlatması, rakının fiyatını bilâkis yükseltmesi ile mümkündür.” [4] Cumhuriyet iktidarının nokta-i nazarından bakan mutemet gazetecinin dilinden, birincisi, neticede Yeşilaycı bir perspektifin benimsendiğini, ikincisi, bu perspektif doğrultusunda ılımlı ve pragmatist bir yolun tercih edildiğini anlarız.

Mart 1943- Şubat 1946 arasında Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapan Suat Hayri Ürgüplü’nün geçen yaz yayımlanan anılarını okuyunca, böyle bir stratejinin izlendiğini açık seçik görüyoruz. (Ürgüplü’nün babası, 1914-1916 arası dönemin Şeyhülislâmıdır. Tek parti devrinden sonra DP ve AP’de politika yapmıştır, tipik eski usûl merkez sağ siyasetçidir.)

Ürgüplü bakan olunca, daha önce Tekel idaresinin Amerikalı bir firmaya hazırlattığı rapora dayanarak, şaraplık üzüm potansiyelini değerlendirmek üzere otuz civarında şaraphane açılmasını sağladığını aktarıyor. Maksat, rakıya karşı şarabı teşvik etmek.[5] İzledikleri stratejiyi madde madde şöyle özetliyor: “1- Özel rakı yapımını yasakladım. 2- Bütün imalatı Tekel idaresine vererek, imalat, satış ve fiyatı tam kontrolle tek idareye vermiş oldum. 3- Litrede 2 lira zam yaparak ve sessizce rakı nefasetini ihmal ederek tüketimi düşürmeye başladım. 4- Hafif alkollü içkilerin hem imalatını artırdım, hem fiyatlarını düşürdüm hem de nefisleşirdim.[6]” Bakanlıktan ayrıldıktan sonra 1947 başındaki notlarında da, Cumhuriyet gazetesinin rakı fiyatlarının ucuzlatılmasına karşı çıkan, bunun “şaraba vuracağı darbeyi” konu eden yayınını kendi icraatının haklılığına delil göstermiş.[7]

Bir parantez… Ürgüplü, Anadolu Kulübü’nde “Atatürk zamanında” sadece viski servisine izin verildiğini, “İnönü zamanında” bu yasağın yavaş yavaş gevşeyip “nihayet” rakı servisine başlandığını da not etmiş.[8] Rakının “millî içki” sayılmaktansa, “alaturka” görülerek geriye itilmek istendiğine delâlet... Bazı Kemalistler, belki bu hadiseyi İnönü’nün “inkılâplardan taviz veren” tutumuna örnek sayabilirler!

Alkol siyasetimize dönelim… “Sessizce rakı nefasetini ihmal etme” ifadesi nefis değil mi! Rakıcılar o sessiz nefaset ihmalini, sadece tek parti devrinde değil on yıllarca damak ve midelerinde hissetmediler mi?

Rakıya 1944’te konan devlet tekelinin 2001’de kaldırılması, gerçi nefasetin ihyâsını sağladı… Fakat Tekel’in bilinen yağmacı özelleştirilme usulüne tabi tutulması, hem başka nefasetler üretmeye ehil bir kapasiteyi heba etti, hem de özel oligopollerin oluşmasına yol açtı.[9]

Esas mevzumuza dönüp yönetici özeti yapalım: Tek parti devri, erken cumhuriyet yönetimi, “CHP zihniyeti,” her nasıl tanımlayacaksınız, milletin kırba gibi alkollü içki içmesini düstur bellemiş değildi, aksine yumuşak içkileri teşvik ederek sarhoşluğa nizam vermeyi amaçlamıştı, rakıya “millî içki” gözüyle falan bakılmıyor, aksine az içilsin diye uğraşılıyor, ahali biraya ve şaraba yönlendirilmeye çalışılıyordu. “Vesayetçilik” aranacaksa, buradadır!

***

Ama o zamandan beri “millî iradenin” rakıda ısrar ettiğini biliyoruz. Cumhuriyet-demokrasi geriliminde demokrasi kutbunu güçlendiren bir âmil saymalı mı bunu? Günümüz iktidarının alkollü içkiyi ziynet gibi fiyatlandıran siyaseti karşısında halkın evde rakı üretimi (başka içkiler de, ama esasen rakı) seferberliğine girmesini de bu fasıldan mı değerlendirmeli?[10] İnsanların sahte veya “yanlış” alkol kullanımından canını kaybettiği bir yerde, kapkara bir kara mizah…


[1] Bedel kısmıyla, alkol iktisadiyatıyla ilgili, derli toplu bir inceleme: https://teyit.org/alkol-dosyasi-i-alkol-yasaklari-vergiler-ve-tuketim

[2] https://birikimdergisi.com/haftalik/1323/dunya-raki-gunu

[3] https://t24.com.tr/haber/erdogandan-alkol-elestirisi-bizim-milli-ickimiz-ayrandir,228673

[4] Asım Us: Hatıra Notları. Kitabevi, İstanbul 2012, s. 305, 308.

[5] “Beyefendi” – Suat Hayri Ürgüplü’nün Anıları, MD Basım Yayımcılık, İstanbul 2020, s. 69-71. Gerçi bu arada “Ruslardan iyi votka” yapmayı başarmakla da övünüyor; fakat altyapı yetersizliği nedeniyle bu potansiyeli ticarî olarak değerlendirememişler.

[6] ay., s. 108.

[7]ay., s. 116.

[8] ay., s. 47.

[9] Meraklısı için: Kerim Yanık’ın Tekel’in Nesi Kaldı- Damaklarda Tadı Kaldı kitabı (Oğlak 2019) ve Serkan Küçük’ün yazısı: https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/02/07/kendi-alkolunde-bogulan-kurum-tekel.

[10] Rakının “hür” olduğu, küçük damıtım evlerinin neşvünemâ bulduğu bir ülkeyi hayal eden hoş bir yazı: https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-raki-haftasi-buyuk-bir-coskuyla-kutlandi-makale-1507185