Demokrasi Gelecek, Dertler Bitecek
Aybars Yanık

Tan Oral’ı Taraf gazetesinde çizmeye başladığında tanıdım. Yanlış hatırlamıyorsam gazete 2007’de kurulduktan 1,5-2 sene sonra kadrosuna katılmıştı. Askerî vesayetin ortadan kaldırılmasını o dönem Türkiye’nin en önemli demokratikleşme sorunu olarak gören ve bu görüşün basılı medyadaki en hararetli temsilcisi, kanun hükmünde kararnameyle 2016 yılında kapatılana dek Taraf’tı.

Tan Oral’ın, o hararetli zamanlarda, resmî tarihi eleştireyim derken ortaya konulan bazı alternatif tarih anlatılarının apaçık sakilliğinin, hukuk skandallarının ve usulsüzlüklerin gündeme getirilmesinin şimdiki gibi “terörist” değilse bile “darbeci” olmaya yettiği günlerde, Taraf’ın Askerî Şura öncesi Işık Koşaner ve komutanların görevi bırakması üzerine “Daha Karpuz Kesecektik” manşetini gayri ciddi bularak eleştirdiğini, o gün çizmediğini, bunun yerine köşesinde bir eleştiri yazdığını hatırlıyorum. Bu bana çok anlamlı gelmişti. Mahalle içinde eleştiriye (mahalle fark etmeksizin) geçit verilmediği günlerde, böyle bir çıkışın olabilmesiydi galiba beni cezbeden.

Oral, epey bir süredir T24’te çiziyor. Onu tekrar anmamım/hatırlamamın nedeni de 18 Şubat tarihli aşağıdaki karikatürü.

Bugün bambaşka bir politik bağlamı var Türkiye’nin. Vesayetin ve topluma vasi olmanın yalnızca askerî-siyasi boyutu olmadığını, sivil-iktisadi dinamiklerin de bu vesayet tekniğini işlevsel bir biçimde yapılandırabildiğini deneyimliyoruz. Dolayısıyla artık politik analizler vesayet ve otoriter/tepeden inme modernleşmeden, tek adam iktidarları ve faşizm/popülizm tartışmalarıyla şekilleniyor. Üstelik baskıcı tek adam ve hükümetlerle nasıl başa çıkılması gerektiği sorusu sadece Türkiye’yi değil, pek çok ülkeyi meşgul ediyor. Otoriterleşmenin küresel bir fenomen oluşundan söz ediliyor, bilhassa son on senede.

Oral’ın karikatürü bu küresel eğilimin sosyopolitik veçhesini yakalaması açısından dikkate değer. Gıdıklanan soru elbette yeni değil ama şimdilerde yine kristalleşmiş durumda: Demokrasi, uğruna mücadele verilmesi gereken dinamik ve şekillendirilebilir bir süreç mi, yoksa toplumsal mücadeleleri ve politik çatışmayı teminat altına alan (alacak), “orada bir yerde” bulunan bir özgürlükler sahnesi mi? Başka türlü de sorulabilir: Demokrasi, iktisaden rasyonel ve konsensüse dayalı tercihlerle toplumun her kesiminin taleplerinin doyurulabileceği bir “genel idare” tekniği mi, yoksa toplumsal sınıfların sabitliğine değil, ilişkiselliğine dayalı, dolayımlanan bir mücadeleler pratiği mi?

Belki biraz da E. P. Thompson’un sınıf kavrayışından esinle, tıpkı sınıf mücadelesinin sınıfı öncelemesi gibi, demokrasi mücadelesinin de demokrasiyi öncelemesi gerekliliği istisna bir kavrayış… Genelde tersi daha çok rağbet görüyor. En azından medyada ve akademide baskın olan kavrayış, demokratik mücadeleleri garanti altına alacak (elbette üç yüz küsur yıllık tarihsel mücadelelerin sonucu oluşan) demokratik prosedürlerin tesisi/yeniden tesisi üzerine odaklı. Serbest seçimlerin yapılabilmesi ve seçimle iktidarın değişebilmesi, kanunların herkese değilse de “eh işte” çoğunluğa eşit uygulanabilmesi, göstermelik de olsa kuvvetler ayrılığı pek çok demokrasi endeksinde en temel ilkeler arasında yer alıyor –demokrasi açısından kayda değer bir gerileme! Bu da anlamlı bir mücadele ekseni ama demokrasi, biraz da, demokratik “gündemin” kendisini kurma kabiliyeti değil midir?[1] Yani demokratik gündemin yokluğunda, demokrasi, vaat edilesi bir proje olmaktan öte gidebilir mi, ufku ne kadardır? Otoriter başkanların, cumhurbaşkanlarının, başbakanların ve hükümetteki veya koalisyondaki aşırılık yanlısı olarak görülen partilerin yerinden edilmesinin ötesine geçebilecek mi?

Hele bir demokrasi gelsin, düşünürüz… Kahramanını bekleyen demokrasi; 2000’lerin ruhuna bundan daha uygun bir tanım olamaz herhalde.


[1] Tanıl Bora, “Gündem”, Birikim Haftalık, 7 Ekim 2020, https://birikimdergisi.com/haftalik/10301/gundem