Bir önceki Birikim Haftalık yazımı günümüzün yaygın olgularından olan infial yorgunluğunun “yapısal nedenleri” üstüne düşünme gerekliliğini vurgulayarak noktalamıştım. Marksizm’in bir çağrısının bugünkü durumun anlaşılması için hâlâ önemli olduğu kanısındayım. Komünistler topluma “işte hakikat bu, onun karşısında diz çök” demek ya da toplumsal sorunlar karşısında kahrolmak yerine yeni dünyanın bağrında geliştirdiği ilkeleri, yeni üretim ilişkileri ve üretici güçleri gösterirler. Toplumsal değişimin dinamiklerini buralarda ararlar. Dünya siyasetinde etkili olmaktan epeydir uzaklaşan Marksist komünizm, toplumu anlama ve analiz etmenin bir yöntemi olarak bu yönüyle hâlâ kıymetlidir. Onun için bu yazıda infial yorgunluğunun temelleri üzerine kafa yorarken esasen toplum hakkında düşünmenin doğru yöntemi olarak Marx’a ve Marksizm’e dönmeye devam edeceğim.
Marx, 1840’larda üretim, ticaret ve tüketimin belirli gelişim aşamaları ve bunların tekabül ettiği toplumsal sistem, sınıf ve katmanlar üzerine düşünürken Proudhon’la esaslı bir fikir ayrılığı yaşamıştı. Marx’a göre Proudhon toplumun temelini oluşturan –bireysel etkinliklerin içinde gerçekleştiği– maddi ilişkiler ile fikirleri, soyut kategorileri birbirine karıştırdığından zihinsel kategorilerin ifade ettikleri toplumsal ilişkilerden daha kalıcı olabilecekleri yanılgısına düşmüştü. Zihinsel kategoriler Proudhon açısından toplumu harekete geçirici güçlerdi ve bu kategorileri değiştirmek için pratik yaşamı değiştirmek gerekmezdi; tam tersine kategoriler değiştirildiğinde varolan toplum da değişebilirdi. Bu yüzden,
“Proudhon çelişkilerin dayandığı temellerin yıkılıp atılmasının gerekip gerekmediğini sormaz bile. Kralı, Avam Kamarası’nı ve Lordlar Kamarası’nı toplumsal yaşamın birbirini tamamlayan parçaları, önsüz-sonsuz kategoriler gibi görmeyi yeğleyen siyasal bir doktriner gibidir.”1
Marx, devamında, 17. yüzyılda bazı vasat kafaların toplumsal sınıfları, katmanları, soyluları, kralı, parlamentoyu vb. bir dengeye getirecek gerçek [zihinsel] formülü bulmaya çalışırken bir sabah uyandıklarında kralın da, parlamentonun da, soyluların da yok olduğunu anlatır.
Toplumsal değişimler “zihindeki kategoriler” biçiminde ortaya çıkmaz; daha doğrusu “zihindeki kategoriler” üretici güçleri ve üretim ilişkilerini takip eder, yeni üretici güçlerin edinilmesiyle insanlar üretim tarzını ve ona uygun düşen toplumsal ilişkileri üretirler. İnsan maddi üretkenliğine uygun olarak toplumsal ilişkilerini üretirken aynı zamanda zihinsel kategorileri, yani toplumsal ilişkilerin soyut fikirsel ifadelerini de üretir: “Bunun içindir ki kategoriler ifade ettikleri ilişkilerden daha kalıcı değildirler. Tarihsel ve geçici ürünlerdir.”2
Soyutlamalar ve kategoriler birincil nedenler olmadığından, fikirler insanın maddi etkinliğinden ayrı, ebedi ve değişmez bir aklın varlık biçimi olarak ele alınamaz. Marx’ın düşünce akışını takip edebilmek için 1640 ve 1688 İngiliz devrimlerine ilişkin analizinden uzun bir alıntı yapalım:
“Burada ‘ticaret’ sözcüğünü, Almancada Verkehr [karşılıklı ilişki] sözcüğünü kullandığımız gibi, en geniş anlamında kullanıyorum. Örneğin ayrıcalıklar, esnaf loncaları ve korporasyonlar Ortaçağ’ın düzenleyici rejimi, edinilmiş üretici güçlere ve önceden varolan bu kurumların içinden çıkmış bulundukları toplumsal koşula uygun düşen toplumsal ilişkilerdi. Korporasyonlar ve düzenlemeler rejiminin koruyuculuğu altında sermaye birikimi gerçekleşmiş, denizaşırı ticaret geliştirilmiş, sömürgeler kurulmuştu. Ancak insanlar, bu meyvelerin olgunlaşmasına elverişli biçimleri aynen sürdürmek isteselerdi, o meyvelerden yoksun kalırlardı. İki gökgürlemesinin, 1640 ve 1688 devrimlerinin nedeni budur. İngiltere’de bütün eski ekonomik biçimler, bu biçimlere tekabül eden toplumsal ilişkiler, eski sivil toplumun resmî ifadesi olan siyasal sistem yıkıldı. Demek ki, insanların içerisinde ürettikleri, tükettikleri ve değiştirdikleri ekonomik biçimler geçici ve tarihseldir… Proudhon… insanların üretici güçlerine uygun biçimde toplumsal ilişkiler de ürettiklerini… kavrayamamıştır.”3
Marx, kısaca, toplumsal değişimin sebebini üretici güçler ile artık onlara tekabül etmeyen toplumsal ilişkiler arasındaki yarılmada aramayı önerir.
Marx’ın tarihin sonraki aşamalarına dair tahminleri her ne kadar doğrulanmadıysa da Marksizm bir kehanetten ziyade toplumsal ilişkileri analiz etmenin bir yöntemi olarak kavrandığında, bu bakış açısı geçerliliğini hâlâ koruyor.
Günümüz dünyası sağ popülist liderler ve onların peşine takılan "halklar"ın eski dünyanın hukuk, vatandaşlık, parlamento vb. kurumlarını büyük tahribata uğrattıkları bir eşikten geçiyor. Ekonomi Sanayi Devrimi çağından bu yana görülmemiş bir hızla dijitalleşirken, yapay zekâ bir tür ikame teknoloji olarak birçok iş kolunda sadece kol emeğini değil zihinsel emeğe dayalı işgücünü de lüzumsuzlaştırıyor. Eski dünyanın kolektif temsil kurumları aşınırken üretimin yapılış tarzı bireyselleşiyor ve işbölümü büyük oranda gereksizleşiyor. Üretici güçlerin ulaştığı gelişim düzeyi üretim için mekânda bir araya gelme ve “işyerinde üretim” zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. On yıl önce “evden çalışma” ve “parça başı iş” kapitalizm içinde bir güvencesizleşme ve anomali olarak görülürken bugün “ev” bir üretim mekânı olarak “kural”a dönüşüyor. İşyeri (toplumsal etkinlik) – ev (özel hayat) ayrımı ortadan kalkarken ev bir üretim merkezi oluyor. Öyle ki kapitalizm “ev hapsi”yle bir “işyerine kapatma” cezası bile icat etti. Kapitalist sistem manifaktür aşamasından bile daha az sayıda işgücüyle yeni bir ekonomik düzene ve onun beraberinde getirdiği yeni toplumsal ilişkilere evrilirken eski kolektif üretim ve işyeri düzenine özgü kültürel norm ve teamüller aşınıyor. Bütün bunlar eskinin toplum sözleşmesinin yerinde yeller estiği bir yeni toplumsal ilişkiler düzenine işaret ediyor. “Karizmatik liderlik”ler tam da bu değişim karşısında şaşkınlığa uğrayıp varoluşsal problemler yaşayanların can simidi oluyor. Anlaşılamayan değişim, korku ve endişeleri tetikliyor. Sağ için oldukça mümbit bir zemin bu.
Bunun karşısında solun toplumsal eylemi yeniden düşünmesi, varlık sebebini salt bir “etik ufuk”la sınırlandırmaktan öteye geçmesi temel bir sorun. Artık iyice mutatlaşan hukuk ve demokrasi ihlalleri –ve bunlara kayıtsız– kitleler yüzünden “infiale sürüklenmek”, eski dünyanın normlarını boyuna hatırlatmak yeterli olmuyor. Belli ki eskinin normları yeni dünyanın maddi etkinliği içinde üretim ilişkileriyle birlikte köklü bir anlam dönüşümüne uğruyor. Elbette bu dönüşümler uzun bir zaman aralığına yayıldığı için olacak olanla şimdiki durum arasındaki fark da gelecekle ilgili tasarımları epey köreltiyor. Hele şimdiki dönemin bugüncülük ideolojisinin (there is no future!) hâkim olduğu bir ortamda...
Bu demek değil ki komünistler eski dünyanın hukuk ve demokrasi alanındaki kazanımlarını önemsiz addetsinler. Ama sadece eskinin kazanımlarını muhafaza etmekle kalmayıp yeni iktisadi düzende toplumun komünist örgütlenmesine elverişli koşullar (işbölümünün ortadan kalkışı gibi) üstüne düşünmenin vakti çoktandır geldi. Bireyin özgün ve özgür gelişimini önüne bir hedef olarak koyan yegâne toplum biçimi olan komünizmin inşası için varolan koşulların bireyler üzerindeki egemenliğini bireylerin koşullar üzerindeki egemenliğine dönüştürecek bir sol siyaset, sol enerji ve sol idrak gerekli. Dönüşüme seyirci değil müdahil olabilmek için…
Bu da 21. yüzyılın komünizmi üzerine düşünmeyi gerektiriyor.
1 Karl Marx, “Pavel Vasilyeviç Annenkov’a Mektup,” Felsefe Metinleri içinde, s. 96, çev. Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Kasım 1999.
2 A.g.y., s. 94.
3 A.g.y. s. 93-94.