Epey zamandır, anket bahsi geçirmeden siyasî tahlil ve tartışma yapmak imkânsız neredeyse. Muhakkak ankete banacaksınız. Bir fikrin ve iddianın karşısına dikilecek en güçlü argüman: “Anketler öyle söylemiyor.” Siyasî ümitlerin baş pınarı da, anketler. Adeta bir siyasî sonucu ikame eden ufak tatminler de sağlayabiliyor.
Lakin anketlerin rivayetlerinin muhtelif olması, akılları karıştırıyor. Anket “datası”nın alımlanışı, mutlak hakikatle rivayet müphemliği arasında salınıyor. “Anketçiler,” tıpkı siyasetçiler gibi, “doğru mu söylüyor?” şüphesine tabiler.[1] Partilerin, siyasî kampların angaje veya ödenekli anketçilerinin bulunması, yahut anket yapan kuruluşların yöneticilerinin tabiatıyla kendi siyasî eğilimlerinin olması, şüpheleri çoğaltıyor.[2] Esaslı bir başka şüphe konusu da, CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın’ın bir açıklamasında dikkat çektiği üzere, “gelişmiş demokrasilerde anket şirketleri sadece verileri paylaşır ve yorumu ilgililere bırakır” iken, bizde “büyük bir özgüvenle analiz yapmaya meyilli” olmaları. Taşkın, bunu aynı zamanda bir “toplum mühendisliği” meyli olarak görüyor.
***
Anketlerin hiçbir şey söylemediğini düşünüyor değilim, hâşâ. Elbette anketlerden çok şey öğrenebiliriz, öğreniyoruz. Anketlerin doğruluğunu-çarpıtılmışlığını da sorgulayacak değilim. “Doğrusu” vardır, uyduruğu çarpıtılmışı vardır. Anketlerin kazandığı önem üzerinde durmak istiyorum. Tahrik sorusu şudur: Demokrasi, bir anket demokrasisi haline mi gelmiştir?
***
Kısaca evveliyatına bakalım. Kamuoyu araştırmacılığının kaynağında pazar araştırmaları var, tahmin edilebileceği gibi. “Ne satar, ne tutar?” ABD’de 1920’lerde hızla gelişen reklamcılık ve piyasa araştırması çalışmaları, yavaş yavaş siyasî ve toplumsal meselelere de sarkıyor. Meşhur Gallup Enstitüsü haftada iki kez gazetelere “kanaat ölçümü” servisi yapmaya başlıyor. 1937’de Public Opinion Quarterly dergisinin çıkışı, kamuoyu araştırma anketlerinin bilimsel başlangıç ânı sayılıyor. Roosevelt’in “yeni ekonomik politikasını” ve Nazi Almanya’sına karşı dikilme siyaseti için rıza üretmek amacıyla anketleri etkin biçimde kullanarak çığır açıcı olduğu söyleniyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “anketçiliğin” dünyaya hızla yayıldığını biliyoruz. Dijital devrimin iletişim ve bilgi işleme teknolojilerini kanatlandırmasıyla, bu işin olağanüstü yaygın ve etkili hale geldiğini biliyoruz. Veri toplama “işi” ile nüfuz ve telkin gücünün iç içe geçtiğini de biliyoruz. Big Data/Büyük Veri tartışmaları malûm. Şimdi oralara dalmayalım.
***
Kısaca kelimenin köküne de inelim. Anket’in Fransızca orijinali enquête, sözlük karşılığı: her türlü soruşturma. Latince “sorma” anlamındaki “quaerere, quaest”ten geliyor. Nitekim Türkçeleştirirken “sormaca” denmiş. Akademik bilimlerde kullanılıyor ama yaygınlık kazanmış bir karşılık değil.
Sormaca karşılığı, “-maca” ekinin oyunbazlığıyla, bir oyunu ya da bir takıntı, bir tekrar ritüelini çağrıştırması bakımından, ‘manidar’ geliyor bana. Anketlerin çokluğuna, çoğalmasına, rutinleşmesine ve evet, adeta ritüelleşmesine uygun bir çağrışım.
***
Anket feyezanı, son yarım yüzyılda (seksen yıldır da denebilir) adım adım gelişen siyasi yapı-kültür değişimiyle bağlantılı bir olgu.
Siyasetin tamamen seçim-merkezli hale gelmesiyle ve seçimin de siyasî içeriğinden kaybederek performatif bir eğlenceye dönüşme süreciyle alâkalı, mesela. Siyasetin “seçim yarışı” etrafındaki bir etkinlik olarak eğlence endüstrisi tarafından formatlanır hale geldiği (Politainment) ve bunun siyasetin tamamı kabul edildiği bir eko-sistemde, anketler gözde gıda kaynakları olurlar. Aralıksız rakam servis ederek “yarışı” canlı ve heyecanlı kılarlar, siyaset nâmına hep “yarışın” konuşulmasını sağlarlar.
Pazar araştırmacılığından doğduğunu hatırlayalım anketlerin-anketçiliğin; fıtraten, seçmen=müşteri denklemine yatkındırlar. Siyasal faaliyeti “müşteri memnuniyeti” terimleriyle kurgulamaya yatkındırlar. Son yıllarda popülerleşen finansçı deyimiyle, seçmen neyi “satın alıyor?” diye sorarlar. Mal bu; satın alıyor musun, almıyor musun?
Seçimin tamamen manâsızlaştığını söylemiyorum, tabii. Tekrarlayayım, siyaseti seçime indirgerken seçimin de karar verme ve tercih yapma potansiyelini düşüren, yani siyasetin değiştirme-dönüştürme kapasitesini küçülten bir siyasî gidişten söz ediyorum. Anket merakı, bu uzun vâdeli makro gidişin girdilerinden ve çıktılarındandır.
***
Erken Cumhuriyet döneminde Türkiye’de de uygulanan basın anketleri vardır: özellikle edebiyat tartışmalarıyla ilgili, -Tuncay Birkan’ın kulakları çınlasın-, muharrirlere sorarlar, diyelim “memleket edebiyatı iyi bir yolda mıdır?” diye, onlar da uzun uzun mütalaa yazarlar.
Günümüzde anket dediğimiz zaman böyle bir mülakat anlamıyoruz, büyük sayıda anonim kişiye sorulmuş bir “o mu bu mu?”, “beğeniyor musun beğenmiyor musun?”, “ister misin istemez misin?” (“yer misin yemez misin?”) yoklamasını anlıyoruz. Anket, içerikli bir cevap veya bir cevap içeriği talep etmez, şıklardan birinin işaretlenmesini talep eder. Kimse olmayan şıkkı seçemez, “o değil de şu”su, “evet ama…”sı yoktur, “iyi ama şu da var” payı yoktur. “Kim, niçin soruyor?” karşı sorusuna yer yoktur.
Sadece sonuçlarıyla bir rıza üretim yöntemi olarak iş görmekle (“bak, toplumun % şu kadarı ‘hadi ordan’ diyor”) kalmaz anketler; ihtimaliyatı verili şıklara kıstırmalarıyla da rıza üretimine katkıda bulunur. Siyasal çözüm ufkunu iktidarın veya kurumsal siyasetin seçtiği seçeneklere daraltmak, siyasal katılımı önüne konan hap soruya evet ya da hayır demeye indirgemek, üstelik bunu aktif ve doğrudan katılımın şampiyonluğuna soyunarak yapmak (“millete/halka soralım!”), plebisiter siyasetin usulüdür. Nilgün Toker, yıllardır, iktidarın tarz-ı siyasetini “popülizm”e bitişik kullandığı “plebisiter” sıfatıyla tanımlıyor, “plebisiter demokrasi”den söz ediyor.[3] Kitleleri boz bir kütle olmaktan, rakamlıktan çıkarma ufkunu tamamen kapayan bir demokrasi çeşidi...
“Suç” anketlerde değil; “anketçilik,” siyasetin ve demokrasinin plebisiterleşmesinin semptomu, arâzı, belirtisidir. Anket demokrasisi terimini kullanacaksak, plebisiter demokrasinin bir görünümünü tarif etmek için olabilir.
***
Neoliberal çağın siyasal rejimini tanımlarken, “rekabetçi otoriterlik” veya “illiberal demokrasi” kavramlarına paralel sayılabilecek post-demokrasi kavramını geliştiren Colin Crouch, aynı adlı kitabında anketlerin, siyasal parti örgütlerinin ve taban dinamiğinin ikamesine dönüştüğünü söylüyor.[4] Siyaset ve kanaat oluşturmada, öncelikleri saptamada, nabız yoklamada, “anketçiler,” örgütlerden daha önemli hale geliyorlar. Geldiler yani, nicedir. Batı’da, partilerin sınıf partileri olmaktan kitle partileri olmaya doğru dönüşmelerine bağlı bir süreç bu. Bütün dünyada, partilerin ideolojik-programatik içeriklerinin muğlaklaşmasına, öneminin azalmasına bağlı bir süreç. Siyasetin daha fazla profesyonelleşmesine ve medya odaklı hale gelmesine de bağlı. “Halk ne diyor, ne bekliyor”u ilçe başkanından veya eski ilçe başkanından veya mahallin sınanmış çarıklı erkân-ı harplerinden veya yılların parti emekçisi kadınlardan dinlemeye yönelik iştiyakın azalmasına koşut… Tabii aksi yönden de işleyen bir süreç bu: örgütlerin büzüşmesiyle, taban dinamiğinin herhangi bir dinamizminin kalmamasıyla tamamlanıyor.
Tekrarlayayım, mesele tabii ki anketler değil; mesele, anketlerin, siyasî katılımın ikamesi haline gelmesi, toplantıya-toplanmaya, müzakereye, istişareye, protestoya, sokağa, yerel ve yerinde siyasete boş varen bir tarz-ı siyasetin levazımatına dönüşmesi, onu teşvik etmesi.
[1] Murat Belge de değinmişti bu şüpheye: https://birikimdergisi.com/haftalik/10809/anketler-ve-trendler
[2] Partilerden öte, mesela Süleyman Soylu’nun kendi kamuoyu araştırma şirketi olduğunu, Sedat Peker ifşaatlarıyla ilgili şu kapsamlı çalışmadan öğreniyoruz: Ahmet Şık, Bahadır Özgür, Ertuğrul Mavioğlu, Hakkı Özdal, Timur Soykan imzalı TİP Araştırma Raporu: Duvar. İleri Kitaplığı, 2021, s. 124 vd.
[3] İlkin anayasa referandumları vesilesiyle, siyasetin diyalog, müzakere ve iknayı ‘tasfiye’ ederek bir “sözü” onaylayıp-onaylamamaya indirgenmesine karşı uyarıda bulunmuştu. Nilgün Toker, Politika ve Sorumluluk, Birikim Yayınları, 2012, s. 191-195. Elbette, düşüncenin, konuşmanın, müzakerenin-iknanın yerini kanaatin, “kanaatler piyasasının” almasıyla da ilgisi var bu konuştuklarımızın. “Kanaat toplumu” ve “kanaatler piyasası,” Siyasal Dilde Huzur Söylemi’nde (çev. Onur Eylül Kara, Birikim Kitapları 2021), sonra Kanaatler’den İmajlara’da (çev. Harun Abuşoğlu, Birikim Kitapları 2020) ve başka yerlerde de, Ulus Baker’in daimî meselesiydi.
[4] Colin Crouch: Postdemokratie. Suhrkamp, Frankfurt A.B 2014 (14. baskı), s. 20-21 ve 92-93.