Âkıl İnsanlar heyeti, "dönemin Başbakanı" ile son toplantısını dokuz yıl önce bugünlerde, 26 Haziran 2013’te yapmıştı. Üstüne beton dökülen, hiç olmamış gibi davranılan “Çözüm Süreci”nin yine pek muhasebesi yapılmayan tecrübelerinden biri, Âkıl İnsanlar projesi idi.[1] Geçen Kasım'da Armağan Çağlayan’ın HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar'la yaptığı video söyleşisinde sözü bu konuya “Pişmanlık duyuyor musunuz?” sorusuyla getirmesi, âkıl insanlar 'olayının' umumiyetle bir hüsran olarak hatırlandığının bir örneği. Mithat Sancar, asla pişmanlık duymadığını söyleyerek cevap vermişti bu soruya. "Tam tersine," demişti; "öfkeleri görmenin, birikmiş yaraları tanımanın, onlara dokunma imkanı yakalamanın" çok önemli olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, "çok zor şartlarda bile Türkiye toplumunun çok geniş bir kesiminin barış istediğini, bu sorunun siyaset yoluyla çözülmesini istediğini" görmüştü Âkıl İnsanlar heyetinin yaptığı görüşmelerde.
***
Âkıl İnsanlar heyeti, bir bakıma, ikame mahiyetinde bir girişimdi. Dünyanın başka yerlerindeki benzer sorunlarda oluşturulan Uzlaşma veya Hakikat Komisyonları'nın bir ikamesi, veya hükümetin 'onun yerine' yaptığı bir girişim. 'Tam öyle değil de, şöyle bir şey yapalım,' gibi bir şey... (Uzlaşma veya Hakikat Komisyonu seçeneğinden niçin kaçınılmıştı? 'Durumumuz' aman dünyanın başka yerlerindeki benzer sorunlarla mukayese edilmesin diye mi? 'Karşı taraf' tarafından talep edildiği için mi? Ayrı bahis.)
Aynı zamanda, hükümetin "Süreç"te sistemli olarak eksik bıraktığı şeyi, meseleyi toplumsallaştırma işini ikame etme amacını güden bir girişimdi. Sorun ne? Niçin önemli? Tam olarak neyi çözmek istiyoruz? Nasıl çözebiliriz? Endişeler ne, bunları nasıl gidebiliriz?... Bu ve bunun gibi sorular geniş bir toplumsal tartışmaya açılmamış, "Halledeceğiz, güzel olacak, merak etmeyin"lere havale edilmişti. İktidar, Âkıl İnsanlar girişimiyle bu eksik kalan işi outsource etti. Bir firmanın, bir işin yönetim ve operasyon yükünü devretmek ve maliyetini düşürmek maksadıyla, o işi başka bir firmadan hizmet alarak yaptırmasını anlatan bir işletme terimi, biliyorsunuz. İşte, iktidar da "Süreç"i topluma anlatma, toplumun "geri bildirimlerini" dinleme, toplumla müzakere etme işini, öncelikle siyasî maliyetini düşürmek üzere, dışarıya vermişti.
O günlerde Çözüm Süreci'ne iyi gözle bakmayanlar, Âkıl İnsanlar'ı Heyet-i Nasihâlara benzetmişlerdi; yani, 1919’da İstanbul hükümetinin direniş göstermemesi için halkı ikna etmek üzere taşraya yolladığı nasihat heyetlerine... (Gerçi daha sonra da Ankara hükümeti, Düzce-Bolu ayaklanmasına karşı halkı uyarmak için. heyet-i nâsihâlar oluşturmuştu.)
Her ne ise, yedi Âkıl İnsanlar heyeti, 2013'ün Nisan'ından başlayarak yaklaşık iki ay boyunca Türkiye'de toplantılar yaptı, insanlarla konuştu. Çözüm Süreci deneyimini enine boyuna analiz eden kitabında Cuma Çiçek, bu tecrübenin, sorunun kısmî de olsa toplumsallaşmasını sağladığı kanısına varır.[2] Zuhal Demir yayımlanmamış doktora tezinde, yine mükemmel olmamakla beraber, müzakereci demokrasi deneyimine belirli bir katkı sağladığı sonucunu çıkarır.[3]
***
Kelimeyi evirip çevirmeden olmaz. Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü'ne göre âkil "yiyen, yiyici" anlamına geliyor. Akil: "düşünceli, düşünen." Bizim 'olayımız,' âkıl; anlamları şöyle sıralanıyor: Akıllı, aklı başında; anlayışlı, uyanık; bilgin; mantıklı; düşünen, düşüncesi sağlam; tebdirli. (Bir de 7. anlamı var, "bir öldürme olayında kan bedelinin ödenmesine katılan akraba veya arkadaş," anlamına geliyor. Çözüm Süreci'ndeki âkıller'ın bu yedinci anlamından da, Uzlaşma Komisyonu işlevini çağrıştıran manâlar çıkartabilirsiniz!)
***
Ne anlaşılır peki, "âkıl" kavramından. Âkıl İnsanlar heyetlerinin mensuplarından Yılmaz Erdoğan, “iki kişi -sebebi ne olursa olsun -kavga ederken, ayırmaya girişen üçüncü kişiye Âkil İnsan denir," demiş.[4] Doğrudan Çözüm Süreci'deki işleve odaklanan ve yine Uzlaşma Komisyonu ikamesini de çağrıştıran fazlaca pragmatist bir tanım.
Halide Edip’in Âkıle Hanım Sokağı eserine adını veren roman kahramanı, herkesin sevgisini saygısını kazanmış bir kâhya kadındır. Ona ismiyle müsemma bir dirayet ve aklıselim rütbesi takan hasleti, kendisini aldatan kocasıyla hayatını ayırıp kendi başına ayakta kalması, ama evlilik kurumuna hürmetinden ötürü onu resmen boşamamasıdır. Âkıle olandan, galiba özellikle de âkıl değil âkıle olandan beklenen, uzlaşmacı olması, vaziyeti idare etmesidir. Âkıl’ı uzlaşmacılığa, orta yolculuğu sığıştıran güçlü bir kabul var, orası kesin. "Aklıselim," buna yanaştırılıyor genellikle.
İki adım geri çekilerek tarif etmeye çalışırsak… Düşünmüş de söyleyen, biliyor da konuşan birini anlamalıyız âkıl'den. Hem bilgiyle, hem tecrübeyle, sezgiyle, içgörüyle muhakeme edeni anlamalıyız. Bu halin tavrın ve sözün ağırlığının kazandırdığı bir otoriteyi anlamalıyız. Sahih anlamıyla otoriteyi[5] kastediyorum. Zora dayanmadan, emretme yetkisi olmadan, böylesi yaptırımlara sahip olmaksızın kulak verilmesi gereken, vukuflu söz.
***
De Gaulle'ün Sartre'a atfettiği veya hakkını teslim ettiği otorite türünden bir otorite geliyor aklıma... Dünya çapında sağcılığın ve devlet adamlığının amblemi sayabileceğimiz De Gaulle’ün, dünya çapında aykırılığın-muhalifliğin amblemi sayabileceğimiz Jean-Paul Sartre hakkında sarf ettiği o ünlü sözü kastediyorum. Düşünce özgürlüğünü savunmak için, "teröristlikle" suçlanan bir gazeteyi satmak üzere sokağa çıkmasından ötürü Sartre’ın tutuklanması söz konusu olduğunda, Cumhurbaşkanı De Gaulle böyle bir şeyin tasavvur edilemeyeceğini iki kelimeyle anlatmıştı: “Sartre Fransa’dır.” Bu da bir çeşit âkıl insan otoritesidir; illâ uzlaşmacı olmasa, aksine gayet keskin, gayet sivri şeyler söylese bile, fikrî birikiminden, toplumsal tartışmaya katkısından, kamusal entelektüel olarak söylediği sözden ötürü ona atfedilen bir etik otorite... Bu da bir tür âkıl insan otoritesi…
Bugün dünyada, -her yerde; Fransa’da da-, Sartre otoritesine sahip bir âkıl insan var mı? Doğru soru bu değil. Bugün dünyada, o otoriteyi tanıyacak bir De Gaulle var mı?
***
Türkiye’de de, yakınanlar oluyor ya bazen: ‘Eskiden, fikren zıt da olsa herkesin az çok hürmet ettiği birileri vardı, mesela bir Yaşar Kemal vardı, şimdi bir Yaşar Kemal yok...’ meâlinde. Bir Yaşar Kemal zaten bir kere olur – ama işte asıl mesele şu ki, şimdi olmayan şey, Yaşar Kemal değil. Olmayan şey, Yaşar Kemal’in sözünün ağırlığını, otoritesini tanıyan bir vasat. Ki biliyorsunuz, Yaşar Kemal de az bühtana uğramadı bu memlekette…
Aydınlar, -aydın kimliğiyle konuşan ya da öyle görülenler-, resmî siyasete ya da yerli-millî denilene ters bir şey söylediklerinde, behemehal sözde-aydın sayılıyorlar. “Sözde”lik, aydın kavramının yapışık sıfatlarından biri olmuş durumda. Kamusal sözü boğan popülist söylem, bizzat aydın kavramını, şayet nefret konusu değilse alay konusuna dönüştürüyor. Âkıl olmak, ancak ün dolayımıyla, ünlüler kervanında bir deve olarak kendine bir yer açabiliyor. O zaman da, neticede sadece ünlü olmuş oluyor.
Kamusal bir söz kurmak, bir âkıl insan otoritesi kurmak isteyenler belki de bu durum nedeniyle başka adlar arıyorlar - 2020 yazında Aksaçlılar’ın yaptığı gibi.
***
Temele inersek, kaybolan, âkıl insanların (veya öyle olduğu düşünülenlerin) itibarı değil, aklın itibarıdır. Hakikat-sonrası denen çağın olayı, bu. Akıl yürütmenin, mantıklı çıkarsamanın, fikrini temellendirmenin değil, işimizi görecek sözün-kanaatin iş gördüğü, manipülasyon teknolojilerinin gerçekten “teknoloji” niteliği kazanarak otomatik işler hale geldiği zamanlardayız. İki video sohbeti, bir tweet akışıyla, hışımla savrulan bir iki sivri lâfı beğenerek edinilen kanaatlerin, başka bir otoriteyi tanımadığı zamanlar… Bağımsız, aykırı, sıra dışı sözün, itirazın "akıllı ol" ikazıyla susturulduğu yerde, -aslına bakarsanız “akıllı ol” diyerek akıl susturulurken-, aklın ve âkıl olmanın hükmü ne olabilir?
“Ortak akıl” diyorlar ya… akıl zaten ortaktır. Ortak iyiyi beraber akletmenin zemini olmadan, toplumdan, kamusallıktan söz edebilir miyiz? Aklın itibar kaybı, aklın ve âkıl’ın otorite kaybı, kamusallığın kaybıdır.
[1] Deneyim aktaran iki kitabı analım: Baskın Oran, Ben Ege'de Akilken. İletişim, 2014; Tarık Çelenk, Ekopolitik- Öteki ile Uzlaşmanın Yolculuğu, Kitapyurdu, 2021.
[2] Cuma Çiçek: Süreç. İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 185.
[3] Zuhal Demir: “Demokratik açılım ve Çözüm Süreci’nde ‘akil insanlar’,” yayımlanmamış doktora tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2018.
[4] Zuhal Demir'in tezi için yaptığı mülakat, agy., s. 272.