Türkiye’nin 15 Temmuz’dan bu yana seküler-milliyetçi bir dönüşüm süreci içerisinde olduğu söylenebilir. Görüldüğü kadarıyla CHP-İYİ Parti liderliğindeki müstakbel iktidar bloğu toplumsal alanda yaşanan bu dönüşümü muhtemelen devlete de taşıyacak. “Devletin Seküler-Milliyetçi Restorasyonu” başlıklı yazıda bu konuyu ayrıntılı ele aldığım için burada tekrar bir tartışmaya girmeyeceğim. Özetle, Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyıla yeni bir sekülerleşme dalgasıyla giriyor gibi. Cumhuriyetin ilk yıllarından farklı olarak bu dalganın çok daha fazla toplumsal rızaya dayandığı ve bu anlamda daha etkili olacağı söylenebilir. Üstelik bu dalga sadece Türk sokağında büyümüyor. Yusuf Ekinci’nin Kürt Sekülerleşmesi: Kürt Solu ve Kuşakların Dönüşümü (İstanbul: İletişim, 2022)[1] adlı kitabında ayrıntılandırdığı üzere bu dalga özgün dinamiklerle birlikte Kürt sokağından da büyüyor.
Sekülerleşme dalgasının büyümesi Türkiye’de demokratikleşme çabalarına katkı sunacaktır. Bununla birlikte, bu dalganın oluşturacağı potansiyel demokratikleşme dinamiğinin sınırlarını milliyetçilik belirliyor. Türkiye toplumunun bir arada yaşama potansiyelinin sınırlarını kavramak, bir arada yaşama kanallarını genişletmenin yol ve yöntemlerini bulmak için milliyetçilik dinamiğine bakmak gerekir. Bu anlamda, Türkiye’de sosyal demokrasinin gelişme potansiyelini milliyetçilik meselesine odaklanarak anlayabiliriz.
Ankara Enstitüsü ve İstanbul Politikalar Merkezi’nin Haziran 2022’de Ferhat Kentel ve Hatem Ete imzasıyla yayınladığı Türkiye’de Milliyetçilik Algısı araştırması Türkiye’nin sosyal-demokrasi potansiyelini anlamak için önemli veriler sunuyor. Araştırma Türkiye’de hem devlet hem de millet ideolojisi olarak milliyetçiliğin taşıdığı tarihsel tezahürlere, bu konudaki toplumsal hafızanın bugüne yansımalarına ve “milliyetçiliğin değişen form ve içeriklerine ilişkin” veriler sunuyor. Bu yazıda detaylarına giremesem de araştırma bulguları içinde partiler, etnik kimlikler, yaş/kuşak, eğitim düzeyi, gelir düzeyi gibi dinamikler bazlı kıyaslamalar yer alıyor.
Araştırma verileri sosyal-demokrasi potansiyeli açısından okunduğunda, ilk dikkat çeken husus Türkiye’de sokağa ve devlete hâkim olan, kimi zaman Kemalist, kimi zaman İslamcı-muhafazakâr yüzü öne çıkan milliyetçiliğin Kürtleri içermede göstermiş olduğu başarısızlık. Zira, “araştırmanın genelinde ve hemen hemen tüm başlıklarda, Kürt katılımcılar ile Türk katılımcılar arasında belirgin bir farklılaşma, ayrışma görü(nüyor) (s. 9).” Özetle, Türkiye’nin Kürt sokağı ve Türk sokağı olarak da sembolize edebileceğimiz, kendi içinde heterojen, sınırları değişken, belli zaman ve mekânlarda iç içe geçen, ilişkisel iki farklı kamusal alanı var.
Milliyetçiliğe Mesafe
Araştırmada katılımcılara “Kendinizi ne kadar milliyetçi olarak görüyorsunuz?” diye soruluyor ve 0-10 arasında puanlamaları isteniyor. Soruya verilen cevapların Türkiye ortalaması 7,5. Katılımcıların %48’i ise 10 tam puan vererek katı bir milliyetçi tutum sergiliyor. Ortalama değer Kürtlük/Türklük bazında kıyaslandığında, “Kürtler (Kurmanclar)/Zazalar” için bu ortalama 5,31, Türkler için 8,11. Siyasi partiler bazında kıyaslama yapıldığında, ana-akım partiler AK Parti (8,31), MHP (9,59), CHP (7,55) ve İYİ Parti (8,72) ortalamanın üstündeyken, HDP (3,14) ise ortalamanın çok altında.
Milliyetçiliğe mesafeli kesimlerin temsil oranına baktığımızda, hiç milliyetçi olmadıklarını belirtip “0” cevabı verenler %10, soruya 0-5 arasında değer verenlerin toplamı ise %25.
“Ülkem için savaşır ve ölürüm” ifadesine katılmayanlar (“kesinlikle katılmıyorum” ve “katılmıyorum” cevabını verenler) toplamda %9,1. Bu konuda bir dönüşüm potansiyeli taşıyan kararsızlar ise %7,4.
“Ülkesini sevmeyen terk etmeli” ifadesine katılmayanlar toplamda %32,5; kararsızlar ise %10,6.
“T.C. vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum” ifadesine katılmayanlar %7,6; kararsızlar ise %8,9.
“Seçme şansım olsa başka bir ülke vatandaşı olurdum” ifadesine katılanlar toplamda %24,2; kararsızlar ise %6,5.
Tüm bu veriler birlikte analiz edildiğinde, ülke ya da devlet aidiyetine kutsiyet atfetmeyen, bu anlamda milliyetçiliğe mesafeli duran kesimin oranı sorulan soruya bağlı olarak değişse de kabaca toplumun dörtte birine tekabül ediyor. Öte yandan, bu konuda değişim potansiyeli taşıyan kararsızlarla birlikte bu oran %30-35 bandına kadar genişleme potansiyeli taşıyor.
Türk kimliğine ilişkin sorulara verilen cevaplar da yukarıdaki tabloyu teyit ediyor. “Sizce bir insanın Türk sayılabilmesi için en önemlisi hangisidir?” sorusuna verilen cevaplara baktığımızda %30,3’ü “Türk soyundan olmak”, %15,6’sı “Müslüman olmak” derken, “T.C. vatandaşı olmak” seçeneğine işaret edenlerin oranı %42,7.
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk olarak tanımlanmalıdır” ifadesine katılmayanlar %44,3, kararsızlar ise %9,9. Bu veri yukarıdaki Türklük tanımıyla ilgili soruya verilen cevaplarla birlikte okunduğunda, Türk kimliği ve vatandaşlık tanımıyla ilgili devletin ürettiği yüzyıllık söylemi toplumun yarısına yakınının benimsemediği görülüyor.
Devlete Mesafe
Araştırma bulguları milliyetçiliğe kıyasla devlete olan mesafenin ve eleştirel tutumun biraz daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu durumun 15 Temmuz sonrası mı oluştuğu yoksa genel bir trend mi olduğu ancak geçmiş araştırmalar ile bir kıyaslama yapılarak anlaşılabilir. Bununla birlikte ortaya çıkan tablo umut verici. Bulgulara dönersek;
“Yanlış da yapsa devletimi savunurum” ifadesine katılmayanların toplam oranı %46,6; kararsızların oranı ise %12,1.
“Devletin her yaptığıyla gurur duymuyorum” ifadesine katılanların toplam oranı %51,5; kararsızların oranı ise %13,7.
“Ülkesini eleştirmek, toplumun daha sağlıklı olması için gereklidir, ülke eleştirisi vatana ihanet değildir” ifadesine katılanlar toplamda %72,7; kararsızlar ise %9,6.
Yukarıdaki bulgular, milliyetçiliğe ilişkin olanlarla birlikte okunduğunda, milliyetçiliğin devleti aşan bir toplumsal mutabakata işaret ettiği söylenebilir. Bu anlamda, tek başına devletin dönüşümü ile sınırlı bir mesele olmadığını not etmek gerekir. Öte yandan, toplumun milliyetçiliğe kıyasla devlete karşı eleştirel tutumunun daha güçlü olması siyasal alanın önemine ve değişim potansiyeline işaret ediyor. Devletin kutsiyetinin azalması, siyaset-devlet ilişkisinin toplum lehine dönüşmesi zaman içerisinde Türkiye’de milliyetçilik gibi hâkim toplumsal mutabakatlara dair daha eleştirel bir tutumun gelişmesini sağlayabilir.
Türkiye’nin Dünyadaki Yeri
Milliyetçiliği aşmaya dair en önemli göstergelerden biri de gündelik hayattaki önceliklerimiz, bu önceliklerin yerel ya da evrensel niteliği, dünyayla ilişkilerimiz.
“Hangisi sizin için en önce gelir?” sorusuna bölge, ülke ve millet seçenekleri dışında cevap verenler toplumun yaklaşık dörtte biri. Soruya “dünyayı, doğayı sevmek” cevabını verenlerin oranı %27,4. Buna karşın, ülkeyi sevmek, milleti sevmek ve yaşadığım bölgeyi sevmek diyenlerin oranı sırasıyla %40, 19 ve 8,9. Milletçilik dışı söylemlerin yerele ve evrensele işaret ettiği dikkate alındığında, “bölgeyi sevmek” seçeneği de bir dönüşüm potansiyeli olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan, buradaki “dünyayı, doğayı sevmek” seçeneğinin evrensele işaret etmeme potansiyelini de göz ardı etmemek gerekir. Zira, araştırmanın bir diğer önermesi olan “Başka ülkeler ihtiyaç içinde de olsalar önce ülkemin çıkarları gelir” ifadesine katılanlar toplamda %77’yi oluşturuyor. Kararsızlar %10,9 iken, bu ifadeye katılmayanlar ve sınır-ötesi dayanışmaya öncelik verenler sadece %12,1.
“Türkiye hangisi ile daha güçlü olur?” sorusuna “askeri güç” cevabını verenlerin oranı sadece %9,6. Öte yandan, %32,0 “ekonomik güç”, %30,6 “güçlü bir demokrasi”, %20,1 ise “toplumsal barış” cevabını veriyor. Bu veriler, Türkiye’de milliyetçiliği ve devletçiliği besleyen militarizmin zayıfladığını göstermesi açısından umut verici. “Ekonomik gücün” otoriterliği ve totaliterliği dışlamadığı dikkate alınarak dışarıda bırakılması durumunda bile toplumun yarısı demokrasi ve toplumsal barışı esas güç kaynağı olarak görüyor.
“Türkiye silahlanmaya harcadığı kaynağı eğitim, sağlık gibi alanlara harcamalıdır” önermesine verilen cevaplar yukarıdaki tabloyu teyit ediyor. Zira, bu önermeye katılanlar toplamda %55’i bulurken, değişim potansiyeli taşıyan kararsızların oranı ise %15,9.
Türkiye’nin dış politikası ve sınır-ötesi yönelimine ilişkin sorular yukarıdaki tüm tabloyu başka bir açıdan okumaya fırsat veriyor. “Türkiye nerelidir?” sorusuna katılımcıların %61,4’ü hem doğulu hem batılı cevabını veriyor, sadece batılı diyenlerin oranı %6,8 iken, sadece doğulu diyenlerin oranı %14,4. “Türkiye, dış politikada nereye yönelmeli?” sorusuna verilen çoklu cevaplar kümelenince %39,2’si “Türk dünyası”, %33,8’i Avrupa, %29,2’si “Ortadoğu/Müslümanlar”, %10,8’i ABD, %10,8’i Rusya ve %7,3’ü Çin cevabını veriyor. Türkiye’nin AB ve NATO gibi uluslararası kuruluşlara üyeliğini destekleyenlerin oranı ise %33,3.
“Ülkeme bağlılığım dinime bağlılığımdan fazladır” ifadesine katılmayanlar %56,5’i oluşturuyor, bu konudaki kararsızlar ise %17,4. “Önce Müslüman sonra Türküm” önermesine katılanlar %65,6, kararsızlar ise %11,7. Tüm bu veriler milliyetçilik ve din ilişkisi bağlamında okunduğunda, Türkiye’de Türklük ve Müslümanlık kimliklerinin iki karşıt kimlikten ziyade iç içe geçen kimlikler olduğunu, daha doğrusu ikili bir kimliğin olduğunu gösteriyor.
Yukarıdaki tablo bir bütün olarak okunduğunda Türkiye’deki hâkim kimliğin hem yerel hem de evrensel yüzünün Türk-İslam olduğu söylenebilir. İç içe geçen Türklük ve Müslümanlık ikili bir yerel kimlik inşa etmiş durumda. Öte yanda, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası dünyadaki konumu konusunda da hâkim yaklaşım Türk-İslam kimliğine vurgu yapıyor.
Bununla birlikte, milliyetçiliğe mesafeli, devlete karşı eleştirel, Türkiye’nin dünyadaki yerini sosyal-demokrasinin geliştiği Avrupa’da gören azınlık da olsa bir grup var. Bu grup kabaca toplumun üçte birini oluşturuyor ve yarısına kadar genişleme potansiyeli taşıyor.
Yukarıdaki tabloyu Barış Vakfı’nın Nisan 2022’te kamuoyuna sunduğu araştırma verilerine bağlayarak bitireyim. Ayşe Betül Çelik, Evren Balta ve Mehmet Gürses’in kaleme aldığı ve KONDA verilerinin kullanıldığı Kürt Sorununa Toplumsal Bakış (2010-2022) başlıklı araştırma, Kürt meselesinin uzlaşı yoluyla çözümünü ve siyasi/kültürel hakların tanınmasını savunanların %30-40 bandında olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre, bu oran son on yılda kısmi değişimlerle birlikte siyasi iklime bağlı olmaksızın belli bir istikrar gösterdi. Bu oran da bir yönüyle, Türkiye’nin sosyal-demokrasi potansiyeli olarak okunabilir.
[1] Yusuf Ekinci ile kitabı üzerine yapılan bir söyleşiyi şu adresten izleyebilirsiniz: (48) Kürtler sekülerleşiyor mu? - YouTube