"Göğsünde Mahcup bir İşçi Efkârı Büyüyordu..."
Tanıl Bora

Önümüzdeki pazar günü, 6 Kasım, Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde Umut-Sen kolektifinin İşçi Forumu var. Memleketin çeşitli yerlerinden işçi önderleri konuşacak. Birbirleriyle konuşacaklar ve ortaya, kamu âleme konuşacaklar. “İşçi önderi” lâfını hamaset icabı kullanmıyorum; zor şartlarda hak ve haysiyet mücadelelerine öncülük ve sözcülük eden insanlardan söz ediyoruz. Orada, nice kürsüdekinden, yayındakinden ve “masa”dakinden çok daha hayatî bir hayatiyet ve daha hakiki bir hakikat olacak, kesin.

Bu forumların ilki 2017’de yapılmıştı. Bu seneki forumun başlığı: “6356’yı parçala!” Konu: 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na isyanı dile getirmek. Örgütlenmeye, toplu sözleşme hakkı elde etmeye bin bir mevzuat engeli koyan, bu engelleri akla gelmez fiilî ve keyfî uygulamalarla tahkim eden bu kanuna meydan okumak. 

***

Umut-Sen kolektifi, yine hamaset icabı söylemiyorum, şu “umudu örgütlemek” denen işle uğraşıyor. İşçilerin hak ve haysiyet mücadelesine, sadece sermaye karşısında değil kağşamış sendikal yapılar[1] içinde de söz sahibi olmalarına destek vermeye çalışıyor. Kolektifin internet sitesinde, bu mücadelelerin gündeminden haber alabilirsiniz. Sadece yurtta değil, dünyanın dört bir yanından işçi mücadelelerinden de haber alabilirsiniz.

***

Umut-Sen’in faaliyet yelpazesi içinde kadri özellikle bilinmesi gereken bir kalem, taşralara açılmasıdır. Büyük şehirler dışıyla, “Anadolu”yla sürekli temas ve etkileşim halindeler. Express’in basılı olarak yayımlanan son nüshası olan 181. sayısında (Eylül-Kasım 2022) Umut-Sen örgütlenme koordinatörü Başaran Aksu, bu uğraşı ve gözlemlerini etraflıca özetliyor. Başlıktaki ifadeyle “Anadolu’nun yeni hakikati”ni oluşturan bir sınıfsal dönüşüm manzarası çiziyor orada. Her ilde muhakkak bulunan, ilçelere yayılan, bazı merkezlerde sayısı yediyi sekizi bulan Organize Sanayi Bölgeleri’nde (OSB), global piyasaya eklemlenmiş imalat yapan fabrikalar; düşük ücretlerin yanında sıkı gözetim ve güvenlik takibiyle, dahası sağ-sol bütün yerel siyaset eşrafının “bağlanmasıyla” tesis edilen baskı; ‘öldüresiye’ yürütülen imalatın ekolojik tahribatla iç içe geçmesi;[2] ete kemiğe bürünen kapitalizmle birlikte değişen hayat; geleneksel-muhafazakâr kalıpların kabuklaşması ve artık geleneksel-muhafazakâr siyasî-ideolojik bağlara sahip işçilerin de artık o kabuğu sıyırıp atmaya başlaması…

***

Bu, global bir mesele. Umut-Sen’cilerin “Anadolu’daki küresel fabrika” dediği olguyu, Paolo Gerbaudo “genişleyen neoliberal taşra” diye tanımlıyor.[3]

Dünyanın her köşesinde, mavi yakalı işçileri, eski usul imalat, “kirli” sanayi, taşralara aktarılıyor. Küçük şehirlerde, kasabalarda, global zincirlere iş yetiştiren fabrikalar kuruluyor. (Mesela İtalya’da, son yıllarda dikkat çeken yeşil-siyah futbol takımından bildiğimiz,  Bergamo yakınlarındaki 40 bin nüfuslu Sassuolo…) Birçok avantajı var bu “lokasyon” tercihinin: Taşrada çalıştırılacak emekçi nüfusunun nispeten geleneksel, nispeten “mahcup” ilişkiler içinde sosyalleşmiş olması, -varsa göçmenlerin iyice ezik halde tutulabilmesi-, müesses muhalifler dahil yerel oligarşik ilişki ağlarının kolay kafalanabilir olması, genel olarak taşranın görünmezliği, büyük ekranlardan ve gözden gönülden uzaklığı…

Paolo Gerbaudo, Maske ve Bayrak’tan[4] devamla sürdürdüğü sol popülizm tartışması içinde, büyük şehirler – taşra kopukluğunu, dünya solunu temel problemlerinden biri olarak koyuyor. Kabaca, imalat sanayilerinin serpiştirildiği taşralarda mavi yakalılar yoğunlaşıyor. Büyük şehirler ise ağırlıkla hizmet sektörünün yurdudur; buralarda orta sınıf formasyonuyla sosyalleşen, tahsille edindikleri becerilerinin altında işlere razı olan beyaz yakalı kalabalıkları var. İki kitle arasında bağ yok, gönüldaşlık yok. Şehirdeki beyaz yakalılar genellikle sola, taşradaki mavi yakalılar genellikle sağa oy veriyor. Gerbaudo, solun kent merkezlerinde gettolaşmasını, “kentli olmayan, periferideki insanlar”la, -“genişleyen neoliberal taşra” emekçileri ile-, bağ kurmamasını, kuramamasını büyük bir sorun olarak görüyor. “Taşra sosyalizmi” dediği bir şeyin özlemini çekiyor; bu provokatif terimle kastettiği taşralı bir solculuk değil, taşrayla bağ kuran bir sol.

Başaran Aksu’nun da söyleşisinde yakındığı bir şey bu: “Sosyalistler, devrimciler henüz bu topluluklarla muhabbet edebilme, onlarla önyargısız tartışabilme yakınlığına sahip değiller. Böyle bir tanışıklık yok. Böyle bir tanışma derdi de yok.”

***

Yazının başlığındaki söz, “…göğsünde mahcup bir işçi efkârı büyüyordu…” Andrey Platonov’un Türkçesi yine Günay Çetao Kızılırmak’ın nefis çevirisiyle yeni yayımlanan kitabındaki “Kuşkuya kapılan Makar” öyküsünden.[5] Platonov’un başyapıtı Çevengur’un tiplerine akraba bir kahraman var bu öyküde. Köyden şehre gelmiş, yaban, saf ve acemi bir proleter, Makar. Şaşkın ve bir yandan da hevesli, dünyaya katılma atılganlığı içinde. Acemilikleri ve şaşkınlıkları içinde “göğsünde mahcup bir işçi efkârı büyüyen,” odur.

Efkâr, günlük dildeki karşılığı hüzün olmakla birlikte, “fikirler, düşünceler,” demek, biliyorsunuz.

Bilmezlik kadar, adaletsizlik, baskı, zulüm de insanı şaşkına çevirir. Efkâr, büyür. Önce hüzün, sonra fikirler... Mahcubiyetinden de sıyrılır, büyüdükçe.


[1] “Sendika olma özelliklerini kaybetmiş, fiilen insan kaynakları şirketi hâline gelmiş yapılar,” deniyor.

[2] Batı Karadeniz’i hurda ve tehlikeli atık işleme bölgesi haline getirecek OSB’ler ağıyla ilgili tasarı ve endişelere değinen bir yazıyı hatırlatayım:  https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-396-nisan-2022-396-nisan-2022/10071/cevreden-bir-siyasi-portre-eski-bakan-duzce-belediye-baskani-faruk-ozlu-turk-tipi-baskanlik-sisteminde-bir-sehir-baskani/12202

[3] Büyük Geri Tepme. Çev. Kıvanç Tanrıyar. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2022, s. 85.

[4] Maske ve Bayrak. Çev. Diyar Saraçoğlu. Kafka Kitap, İstanbul 2018.

[5] Andrey Platonov: Saklı İnsan. Çev. Metis Yayınları, İstanbul 2022, s. 55.