"Nerede Bu Devlet?"- Devlet Dersi ve Kamu
Tanıl Bora

Kemal Can medyascope programında gayet sarih anlattı:[1] "Nerede bu devlet?" feryatlarına devlet, -(meşhur "eski" liberal şiarla "gece bekçisi devlet")-, copla yetişiyor, "işte buradayım!" dercesine.

Deprem, Devlet'le Kamu arasındaki muazzam yarılmayı da açığa çıkarmadı mı? Vatandaş, insanlar, "devlet" derken, kamu'yu -onun yuttuğu kamu'yu- aramıyor mu aslında?

Makam-mevki atlı karıncasına çevrilen, kurumsal uzmanlık gelenekleri tahrip edilen, kurum-kırıma uğratılan devleti onarma gereğinden canhıraş söz edenleri işitiyoruz. Ama asıl meselenin, kamuyu devletin tasallutundan kurtarmak olduğu apaçık görünmüyor mu?[2] "Devlet kapasitesi" denilip dururken, asıl ihtiyacımız, kamusallık kapasitesini artırmak değil mi?

***

Önce adet üzere biraz dilde gezelim... Kamu kelimesi, eski Türkçe kamağ veya kamuğ sözcüğünden evrilmiş; "toplama, biriktirme" fiilinden geliyor; toplamı, hepsi/her/bütün'ü  anlatıyor. Kamu âlem, herkes'tir. (Eski Türkçede kamug, bütün/hepsi/tekmil/topyekûn anlamında edat olarak kullanılır.) "Öz-Türkçe"de parlamentoya kamutay demişlerdi (“Kamutay bugün doğdu, karanlıkları boğdu”). Osmanlıca/Arapça karşılığı amme, halk,  avam - ve yine herkes, demek. Batı dillerindeki karşılığı public, yine halk ve herkese-açık demek  - veya commons, müşterekler.

Devlet, tarihsel doğumundan beri, kamunun üzerine oturdu - gasp etme çağrışımıyla beraber... Herkesin ortak ihtiyacını-çıkarını karşılama ve temsil etme misyonuyla kurumlaştı. Mülk ve iktidar sahipleri, o "herkes"in cevheri ve gasıbı oldular. Divan-ı Lugâti't Türk'ten kamu'lu bir vecize ne diyor: "Kamug kişi tüz ermes." Yani: Kamu'nun hepsi eşit değildir. Velhasıl, devlet-kamu ayrımı kurumlaştı. Dahası, devlet metafizikte gitgide ustalaştı, naçiz ve fani bir yere ittiği kamusalın çok üzerlerinde bir kutsal varlık kazandı. Kamusal, ancak "kamu yararı," "kamu görevi," "kamu hizmeti," "kamu kaynağı" cinsinden, hukukî ve teknik işlerde soluk alır; devletin mühim ve ulvî işlevleri arasında rutin ve dünyevî bir işleve indirgendi.

Kamu, "devlet dersinden" geçemez yani, ikmallidir.

***

Kamu/kamusal, zamanımızda bilhassa ağır bir kriz içerisinde. Üç katmanlı krizden mi söz etmeli? Bir katman, az evvel kaba şemasını çizdiğimiz, devletin devlet olmaklığından kaynaklanan yapısal kriz.

İkinci bir katman, neoliberalizmin katmerlendirdiği kriz; devletin sosyal işlevlerinden soyunmasının, temel ihtiyaçları piyasalaştırmasının, taşeronlaştırmasının ("devleti şirket gibi yönetmenin") yol açtığı kriz. Ki kamusal işlevlerinden soyunmuş o çıplak devlet, ilkel/ilksel veya "kök" devlete benziyor - yani yolu yine ilk bahsettiğimiz krize çıkıyor.

Belki üçüncüsü, Osmanlı-Türk devlet geleneği denen şeyin ve onun AKP iktidarında kazandığı biçimin yarattığı kriz. Sırtından attığı kamusal işlevlerin açığını telafi etmeye çabalayanlarla hükümranlık rekabetine giren; enerjisinin azamîsini devletliğini teşhir etmeye, devletliğinin mehterini çalmaya hasreden bir "devlet kapasitesi," kamu yararından hiç olmadığı kadar uzaklaşıyor.

Bunlar, şüphesiz iç içe geçiyor.

***

Altılı muhalefet, deprem felaketi karşısında tekrar ve daha kuvvetle, devleti onarmaktan, restorasyondan söz ediyor. Kılıçdaroğlu "çok güçlü bir sosyal devleti enkazdan çıkarıp inşa etmekten," Akşener devlete liyakat-ciddiyet-samimiyet -ve millet- katmaktan... Kamu kavramını, HDP eş genel başkanı Mithat Sancar kullanıyor; o, "kamuyu esas alan bir sistem inşası"ndan söz ediyor. Mesele, devletin kamusal bir vasıf kazanması; devletin kamulaştırılması. Kamusallığın yeniden inşasına muhtacız. Aşağıdan yukarıya işleyen bir dinamiğin elzem olduğu bir ihtiyaç, bu.

***

Türkiye'nin 'eski' âfet yardım kuruluşu Kızılay, “kamu yararına çalışan gönüllü sosyal hizmet kuruluşu” sıfatını taşır; kâğıt üzerinde de kalsa yarı-özerk bir statüsü vardır. İktidarın bütün âfet organizasyonunun tekeli olarak tayin ettiği AFAD ise, İçişleri Bakanlığı'na bağlı bir birim. Devlet-kamu ayrımını bir ucundan gördüğümüz bir örnek.

"Kamu yararına çalışan kuruluş" statüsü, daha önemlisi ve barizi “kamu kurumu niteliğinde kuruluş” statüsü, iktidarlardan ve devlet aygıtından özerk bir kamusal etkinlik düzleminin ayırdına varmak için bir tutamaktır. Türkiye'de bu anayasal statüye sahip meslek kuruluşları, adı üstünde, bir cephesiyle meslek örgütleridir. Sivil toplum kuruluşu tanımına da, baskı örgütü tanımına da, demokratik kitle örgütü tanımına da açıktılar, nitekim böyle de tanımlanırlar.

Anayasa/kamu hukukçuları, öğretilerinde genellikle, kamu kurumu niteliğindeki kuruluşların tasnifinde ikiye ayrılıyorlar. "Devletçi" demeyi tercih edeceğim yoruma göre, "idarenin bütünlüğü" ilkesi uyarınca, bunları neticede devlet bünyesi içinde ele almaktan yana. Yerel yönetimleri de böyle tasnif ediyorlar... “Devletsi” bir organ gibi... Diğer yorum ise, kamu kurumu niteliğindeki kuruluşları, -yerel yönetimleri de-, devletin taşıdığı "kamu tüzel kişiliği"nden ayrı tutarak, farklı bir kamusal statüye koyuyor. (Kimisine göre bu, yarı-kamusal yarı-sivil veya yarı-özel bir karma statüdür.)

İktidarın Türk Tabipleri Birliği'ne, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'ne (bunlar kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır) yönelik bitmez hücumları, bitmez hiddeti, bir yandan da doğrudan doğruya kamusal'ı yutmaya, kamusal'ın devlete asimile edilmesine göz dikmiş bir gadrin ifadesi...

Kamu kurumu niteliğindeki kuruluşların statüsü etrafındaki tartışma da, bunların farklı çehrelerle (sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütü vd.) görülebiliyor olması da, kamusallığın katı bir çerçeve içinde dondurulmayacak bir işlev olduğunu sezdiriyor. Tıpkı devlette 'tüketilemeyeceği' gibi, kurumsal çatılar altında tüketilemez. Kamusal çıkarın, kamusal ilginin, aksine, canlı kalması için devlet çitiyle ve başka kurumsal çitlerle çevrilip kapatılmaması gerekir. Kurumlardan, makamlardan mevkilerden öte, birtakım ihtiyaçlar, işlevler, faaliyetler, eylemler, müdahalelerdir, kamusal sıfatına 'layık' olan. Bazen kamu, azametli bir devlet kurumundan ziyade, mütevazı bir vatandaş girişiminde nefes alır.

Bir devletin ve kamu adına eyleme yetkisini haiz kurumların demokratik sıfatını hak etmesinin temel ölçüsü, kamusallığın bu canlı dinamiğine açıklığı, olmalı.


[1] https://www.youtube.com/watch?v=rS1J0xeBrc8

[2] Kıvılcımlı'dan bir defa daha nakledelim: “Kamu ile devlet'i aynı şey sayıyorlar. Oysa kamu: Topluluğun tümüdür; Devlet: Topluluğun dışına ve üstüne fırlamış bir egemen sınıf avadanlığıdır.” (https://birikimdergisi.com/haftalik/11074/beytambal)