Depremde yıkılan kentlerimizi, köylerimizi nasıl inşa edeceğiz? Geriye kalan ve çoğunda depremin beklendiği 70 ilimizdeki imar ve bayındırlık çalışmaları nasıl sürecek? Pazarcık-Elbistan depremleri gerçekten bir milat olacak mı?
İktidar blokunun konuya dair yaklaşımını TOKİ ve kentsel dönüşümle özetleyebiliriz. AK Parti hükümeti OHAL kapsamında aldığı kararlarla TOKİ aracılığıyla hızla inşaatlara başladı. Bir yandan da muhalefeti kentsel dönüşüm sürecini engellemekle eleştirerek, bu konuya dair politikalarını ve uygulamalarını sürdüreceğini ortaya koydu. Muhtemelen TOKİ üzerinden başlatılan inşaatlar ve kentsel dönüşüm söylemi Mayıs seçimlerinde de Cumhur İttifakı’nın siyasi söyleminin merkezini oluşturacak.
Ölüm Üçgeni: Siyaset-İnşaat-Rant
İktidar blokunun politikalarına ilişkin birçok analiz yapıldığı için burada konuya dair iki güncel yazıya referans vermek yeterli. Oğuz Işık “Yağma Kültürü/Kirli İttifaklar/Yeni bir Kent” başlıklı yazısında sınıfsal bir perspektifle ve meseleyi tarihsel bir bağlama oturtarak 1950’lerden bu yana Türkiye’deki kentsel dönüşüm sürecinin eleştirel bir analizini yapıyor. Yıldıray Oğur ise “Seher Hoca’nın oğlu nasıl katil müteahhit oldu?” başlıklı yazısında Türkiye’deki dindar-muhafazakâr kadroların 1989 yılından bu yana kesintisiz olarak yönettiği Maraş şehri örneği üzerinden İslamcı siyasetin inşaat-siyaset-rant üçgeni etrafındaki çöküşünü çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Siyaset-inşaat-rant üçgeni etrafında şekillenen kirli ittifaklar ne yazık ki ne Maraş şehriyle ne de İslamcı siyasetle sınırlı. Gerçek anlamda “siyaset-üstü” ve “kapsayıcı” bir tabloyla karşı karşıyayız. Ne Hatay’ın ne İstanbul’un ne İzmir’in ne Antalya’nın ne de Diyarbakır’ın hikayesi özünde Maraş’tan farklı değil. Siyaset-inşaat-rant üçgeni etrafında kurulan ittifaklar farklı siyasi mahallelerde, farklı ölçeklerde “sorunsuz” işliyor. Farklılık, esasında siyasi gücün ve rantın büyüklüğünde ortaya çıkıyor.
Felaketin Dört Unsuru
Anarşist düşünür James C. Scott Devlet Gibi Görmek: Bazı Toplumsal Kalkınma Planlarının Başarısızlık Hikâyeleri adlı kitabında[1] hem kapitalist hem de sosyalist dünyadan örneklerle devlet merkezli kent ve köy planlamalarının ve toplum mühendisliği programlarının eleştirel bir analizini yapıyor. Scott’a göre felakete varan devlet-merkezli kalkınma planları ve toplum mühendisliği projelerinin dört ana bileşeni bulunuyor. Bunlardan ilki doğayı ve toplumu basitleştirmeye ve okunaklı kılmaya dönük homojenleştirme ve standartlaştırmaya dayalı idari düzenlemelerdir. İkincisi, soldan sağa tüm siyasi hareketlerde görülebilen “yüksek-modernist ideoloji”dir. Üçüncüsü, topluma ve yaşadığı alanlara yönelik yüksek-modernist tasarıları uygulamaya, uygun basitleştirme ve okunaklı kılma düzenlemelerini hayata geçirmeye istekli otoriter bir devlettir. Sonuncusu ise söz konusu politika ve uygulamalara karşı gelme kapasitesinden yoksun ya da bu kapasiteyi kaybetmiş bir sivil toplumdur.
Scott’a göre bu dört bileşenin aynı anda bulunması durumunda “tam teşekküllü bir felaket” ortaya çıkar. Savaş, devrim, buhran, ulusal kurtuluş, iktisadi çöküntü gibi zamanlar bu tür programlar için en uygun zemini sunar. Zira, “olağanüstü koşullar olağanüstü güçlere el konmasını teşvik eder ve sıklıkla da bir önceki rejimi yürürlükten kaldırır. (s. 20)”
Ormanın Ölümü
Scott yüksek-modernist toplum mühendisliği projelerini ve dayandığı “görme biçimlerini” analiz etmek için kentsel planlama, dil politikaları, nüfus düzenlemeleri, ölçü sistemleri, soyadları, arazi kullanım hakları, ulaşım sistemleri gibi farklı örnekleri ele alıyor.
Bu örnekler içerisinde kanaatimce devletin görme biçimini anlamamıza olanak tanıyan en iyi vaka “bilimsel/ticari ormancılık” deneyimleridir. 1765-1800 yılları arasında Prusya, Saksonya, Fransa, İngiltere ve ABD’de gelişen bilimsel ormancılık daha sonra farklı ülkelere de yayıldı. Dönemin merkezi devlet kurma girişimlerinin bir parçası olarak ortaya çıkan “kamu bilimi” disiplininin bir “alt-disiplini” olarak gelişen bilimsel ormancılık dikkatli tohumlama, dikme, kesme, hesaplama, ölçme ve değer biçme süreçleriyle şekillendi.
Devletin idare teknikleri sistemine oldukça benzeyen bir perspektifle, çalıların temizlenmesi, tür sayısının tek türe kadar azaltılması, geniş araziler üzerinde eşzamanlı ve düz çizgiler halinde dikimlerin yapılması yoluyla tek türden ve aynı yaştan ağaçlardan oluşan ormanlar oluşturuldu. Ormancının yazıhanesindeki tablo ve haritalardan “okunabilen” ormanlar tek biçimli ve düzenli oldukları ölçüde, merkezi yönetimi mümkün ve kolay kıldı.
Çok özetle, toplum ve içinde yaşadığı alanlar zengin bir eko-sisteme, habitata sahip bir orman gibidir. Bu ormanda farklı farklı türde ve yaşta ağaçlar, çiçekler, çimenler, likenler, eğreltiotları, yosunlar, asmalar bulunur, farklı türde hayvanlar yaşar. Üstelik bu orman, büyü, ibadet, sığınma gibi farklı sosyal unsurları da içerir. Oysa devlet, devasa bir çeşitliliği, karmaşıklığı ve bilinmezliği içeren bu ormanı kereste üretmek için yapay olarak oluşturulmuş “ticari bir orman” gibi görür, ona dönüştürmeye çalışır. Bir tür “basitleştirilmiş orman” olan “ticari ormanda” çoğunlukla tektip, düzenli aralıklarla dikilmiş, aynı yaşta ağaçlar keresteye dönüştürülmek üzere yetiştirilir ve satılmak üzere kesilir.
Topluma dair bu “seçici ufuk daraltması” birçok bileşeni dışarıda bırakır. Oysaki -orman örneği üzerinden gitmeye devam edersek- gelir getirmeyen ağaçlar, çalılar, bitkiler; yem ve dam örtüsü olarak kullanılan yapraklar; insanlar ve hayvanlar için gıda olan meyveler; yatak, çit, çıra olarak kullanılan dallar; ilaç yapımında kullanılan ağaç kabukları ve kökler; reçine yapımında kullanılan bitki özleri ormanın zengin bileşenlerini oluşturur.
Devlet görme biçimine uygun olarak yeni bir dil de inşa eder. Doğa doğal kaynaklara, değerli bitkiler mahsullere, değerli bitkilerle rekabet eden bitkiler yabani otlara, böcekler zararlılara, değerli ağaçlar keresteye, yüksek değere sahip hayvanlar av eti ya da çiftlik hayvanına, onlarla rekabet eden türler ise yırtıcı hayvanlara ya da zararlı böceklere dönüşür.
Belirtmeye gerek yok; bilimsel ormancılık deneyimleri ormanların ölümüyle sonuçlandı. İlk ekimde mükemmel şekilde büyüyen katışıksız ormanlar ikinci ekimlerde şaşırtıcı bir gerileme gösterdi. Basitleştirmeyle dışarıda bırakılan tüm diğer bileşenler bu ütopyanın çöküşüne neden oldu. Toprak yapısı, besim tüketimi ve mantarlar, haşereler ve flora arasındaki simbiyotik ilişkilerin bozulması eko-sistemin çöküşüne neden oldu ve orman ölümleri gerçekleşti.
Metise Dayalı Kurumlar ve Mekanlar
Yüksek-modernist ideolojilerin çizdiği ufuklarla şekillenen, otoriter devlet aygıtıyla hayat bulan basitleştirme ve okunaklı kılma düzenlemelerine karşı Scott, sıradan insanların becerilerine, zekasına ve tecrübelerine güven duymamızı, metis yani yerelin pratikten gelen bilgisi tarafından şekillendirilen kurumları önerir. Bu kurumlar aile, şehir dernekleri, çiftlikler, parklar, okullar, oyun bahçeleri, planlama örgütleri gibi geniş bir alanda formel ve enformel yapıları kapsayabilir.
Bilimsel ormancılık örneğinde görüldüğü gibi katı, tek-amaçlı ve merkezi kurumlar kırılgan yapılardır. Buna karşın, çeşitliliğe, karmaşıklığa ve değişen şartlara uyum sağlama esnekliğine dayalı kurumlar sadece toplumsal açıdan daha çekici olmazlar, aynı zamanda kendine yeter, dayanıklı, riskleri azaltan ve sürdürülebilir/istikrarlı toplumsal formlar sunarlar.
Scott basit ama yol gösterici bir soru sorar: Kurumlar nasıl bir insan yetiştirir? Ona göre kurumlar, parçası olanların becerilerini, bilgisini ve sorumluluğunu güçlendirmelidir. Kurumların ortaya çıkardığı yaşam biçimleri onu oluşturanların değerleri ve deneyimleriyle “derinlemesine damgalan(malı)” ve “metisin gelişmesine ve uygulanmasına” açık olmalıdır.
Son sözü Scott’a bırakalım:
“Demokrasinin, tüm yurttaşların metis'inin dolaylı yolla ülkenin yasalarını ve politikalarını sürekli tadil etmesi gerektiği varsayımına dayandığı söylenebilir. Medeni hukuk bir kurum olarak uzun ömürlü olmasını, yasal kuralların nihai kanunlaştırılmasından ibaret olmayıp birtakım geniş ilkeleri sürekli yeni koşullara uyarlamaya yönelik bir dizi prosedür olmasına borçludur. Son olarak, beşerî kurumların en karakteristik olanı, dil, en iyi modeldir: hiç durağanlaşmayan ve onu konuşan herkesin doğaçlamasına her zaman açık olan bir anlam ve süreklilik yapısı (s. 536).”
[1] Kitabın yeni baskısı Koç Üniversite Yayınları tarafından 2020 yılında yapıldı. Detay için bkz.: Devlet Gibi Görmek - KÜY (ku.edu.tr)