14 Mayıs’ta Kadınlar için Ne Oldu?
Işıl Kurnaz

HÜDA PAR’ın internet sitesi sizi şöyle karşılıyor: “HÜDA PAR Meclis’te.” Bu sarih gerçeklik, HÜDA-PAR’ın siyasette kendisine resmi bir pozisyon bulmuş olması, bu siyaset biçiminin meşrulaşması ve normalleşmesi kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar için ne anlama geliyor?

Birikim’in Şubat-Mart sayısı şu soruyla yola çıkmıştı: “Hasar ne? Nasıl iyileşir?” Hasar, derinleşmeye devam ediyor. 14 Mayıs’ın belki de bize verdiği cevaplardan biri bu. Ama bu cevabı öyle aldığımız gibi kabul etmemiz de gerekmiyor. Bu cevaptan yola çıkmamız ve o cevapta türlü çeşitli damarlar açmamız da mümkün. Belki bunlardan birini 28 Mayıs’ta yapacağız ama sonuç ne olursa olsun önümüzdeki gündem harlanmaya devam edecek. O da şu ki Meclis’in yeni kompozisyonu itibariyle Türkiye’de daha çok kadın siyaseti konuşmamız, kadınlardan dem vurmamız, kadın hareketi ve feminizme olabildiğince büyük bir alan açmamız, mecralarımızı genişleterek dünyada yer kaplamamız gerekecek. Bunun sebebi sadece olası bir Cumhurbaşkanı değişimiyle ilgili değil. Bu değişimden bağımsız olarak elimizdeki parlamento öyle ya da böyle kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lara yönelik en hayati tehditleri en üst perdeden duyabileceğimiz şekilde kurgulandı. Parlamentoda Millet İttifakı’nın çoğunluğu elde edememiş olmasının yaratacağı bazı sonuçlar var elbette. Cumhurbaşkanı’nın değişmesinden bağımsız olarak, olası bir yeni Cumhurbaşkanı’nın da elini bağlama ihtimali olan bir parlamentodan bahsediyorum. Evet, AKP’nin toplumu bıçak gibi ikiye yaran yeni siyasal sisteminde Cumhurbaşkanı kilit önemde. Tanıl Bora’nın bu hafta hatırlattığı üzere:

“Siyasetin, sadece ve sadece seçime-oya kıstırılması. %51 ‘sisteminin’ referandumlaştırdığı (“O bu mu bu? ‘He’ diyor musun demiyor musun?”) seçimlerin, siyasetin soluk alabileceği yegâne alan haline gelmesi... Bütün siyasal enerjinin, sadece iktidarın değil muhalefetin de, ‘seçim yatırımına’ hasredilmek zorunda olması...”

Seçimleri siyasetin dört yılda bir hatırlanan sahası haline getirmek bu yüzden daralan zemini çatlatıyor. Evet, istikrar vaadiyle oylanan bu sistem Cumhurbaşkanı üzerine kurulu olsa da, Cumhurbaşkanı sadece kararnamelerle devleti yönetebilecek olsa da sistemin başka çatlakları var. Öncelikle görüldüğü gibi Meclis çoğunluğunun bir blok ancak Cumhurbaşkanı’nın bir başka bloktan olması hala mümkün. Dolayısıyla ilk başta oyladığımız o istikrar sistemi tamamen boşa düşüyor. Bu yüzden de sistemin teknik handikapları bu sebeple kadınları daha çok sınayacak. Siyasete soluk aldırmak demek, kadınlara da soluk aldırmak demek olacak. Ya da tam tersi… HÜDA PAR’ın parlamentoda olduğu bir tabloda, kadınların sözünün meclisten içeri girmesi çok önemli. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olabileceği bir sistemde belki bu daha görünür olacak, Cumhurbaşkanı kararnameleriyle sisteme, sivil siyasete, hak savunucularına soluk aldırmak daha mümkün olabilecek ama unutmayalım Cumhurbaşkanı kararnameleri ile aynı konuda parlamentodan yasa çıktığında uygulanacak olan şey yasalar. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin Cumhurbaşkanı’nın kararname çıkarma yetkisi yok. Dolayısıyla yasama siyasetinin kendisi bizim için hala önemli.

Ufkumuz daralmaması, aksine daha çok açılması için Birikim’in Hasar sayısında İlknur Üstün’ün ne dediğini hatırlayalım: “Bizim mücadelemiz hiçbir zaman sadece hukuktan yasadan ibaret süreç olmadı.” Kadın hareketinin geniş damarlara yayılan, büyüyen ve açık kapılar yaratan bir yöntemi var. Yani verili olanla sınırlı kalmayan, hikâyeyi tersine çevirebilen, dünyayı bir hamur gibi yoğuran ve açan bir dili... Hizbullah tehdidi ile milliyetçi sağın arasına sıkıştırılmaya çalışılan parlamenter siyasetin yönünün bir başka ufka çevrilmesi halen mümkün. Çünkü kadın/ LGBTİ+ hareketi ve feministler için mücadele hiçbir zaman hukukla, yasamayla sınırlı bir mücadele olmadı. Gücünü sokaktan, mahallesindeki kadınlardan, birebir yerele temas ederek oturtmuş kadınlardan alan bir hareketten bahsediyoruz.

Ne kadın mücadelesi, ne LGBTİ+ hareketi yasalarla ve hukukla birlikte ilerleyen, ondan güç ve destek alan bir hareket, ikisi de daha ziyade hukukla sınanan mücadele alanları. Çünkü seks işçilerine tecavüz suçunun cezasının azaltılmasından, kadın cinayetlerine namus adı altında verilen indirimlere kadar kadınlar zaten başından beri yasama siyasetinin yaptıklarıyla mücadele ettiler, yasama siyasetiyle beraber değil.

Kadın ve LGBTİ+’ların kazanımlarını korumanın gittikçe zorlaştığını biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi tartışmalarıyla başlamadı bu zorluk, ama onun kristalleştirdiğini, yaşadığımız tehdidin boyutunu bize gösterdiğini söylememek mümkün mü? Şimdi ise karşımızda şu var. HÜDA PAR’ın resmi parti programında yazan şu:

“Toplumda yerleşik olan ve ayrıca toplumun inancı ile de esastan ilişkili olup dini bağlayıcılığı olan imam nikâhı suç olmaktan çıkarılmalı, bu nikâh şekline resmi statü kazandırılmalıdır.”

Toplumu ve belki de kendi kesimlerini bilerek yanıltmaya ve mobilize etmeye dönük bir yalan olarak da okunabilir çünkü maalesef Anayasa Mahkemesi’nin 2015 tarihindeki kararıyla artık dini nikahın hiçbir türü suç değil. Bunun tehlikesi ise bir başka yerde kendini gösteriyor, çocukların evlendirilmesi yoluyla istismar edilmesi. Türk hukukunda 27.05.2015 tarihine karar suç olan şey dini nikah değil, resmi nikah olmaksızın dini nikah kıyılmasıydı. Bu Türk Ceza Kanunu md.230’da suç olarak düzenlenmişti. Buna göre resmi olarak evlenmeden dini nikah yapanlar 2 aydan 6 aya kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor ancak medeni nikah yapıldığında hüküm bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırıyordu. Bu hüküm, 27.05.2015’te Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla iptal edildi. AYM iptal gerekçesi olarak kişilerin özel hayatlarına ve aile hayatlarına saygı hakkının ihlal edildiğini çünkü kişiler arasındaki evlilik bağının nasıl kurulacağının kişilerin tercihleri kapsamında kaldığını vurguladı. Ardından 2017’de imamlara da resmi nikah kıyma yetkisi verildi. Bu sürecin tamamı kadınlar ve çocuklar için risklerle doluydu çünkü 18 yaşına gelmemiş ancak çocuk yaşta ve zorla evlendirilme ihtimali olan çocuklar bakımından takip edilmesi imkânsız bir kara delik yaratılıyordu. Eski düzenleme hiç değilse 18 yaşın altındaki çocukla resmi nikah yapılamayacağı için dini nikahla evlenme durumunun suç olarak düzenlenmesiyle caydırıcılık yaratıyordu. Ancak mevcut durumda resmi nikah yaşına erişmemiş 18 yaş altındaki bir çocukla dini nikahla evlenilmesi artık herhangi bir suçun unsuru değil; sadece şikâyet halinde sadece reşit olmayanla cinsel ilişki suçu doğabilir… Ancak söz konusu dini tarikatlar ve cemaatler olduğunda, kadınlar ve çocuklar için şikâyetin imkansızlığından bahsetmek mümkün mü?

Yine HÜDA PAR’ın programından:

“Zinanın; toplumumuzun kahir ekseriyeti tarafından haram ve büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edildiği, toplumu ifsad ederek ahlakını bozduğu, neslin karışmasına sebebiyet verdiği, huzur ve barış ortamını bozduğu kesin bir gerçektir. Bu nedenle toplumun ve neslin selameti için seküler anlayışın dayatmalarının sonucu suç olmaktan çıkarılan zina, yeniden suç olarak tanımlanmalıdır. Çünkü zinanın yasaklanması kişinin nesil emniyetini korumaya yönelik bir insan hakkıdır. Diğer taraftan nesli ifsat ettiği için tüm insanlığı tehdit eden cinsel sapıklıkların yasaklanması ve suç kapsamına alınması da bütün toplumu ilgilendiren bir insan hakkı olarak bu kapsamdadır.”

Bu program bize yakın zamanda Meclis üyelerinin bazılarının zinanın suç olarak düzenlenmesi ve LGBTİ+’ların yasaklanmasına (nasıl olacaksa o?) ilişkin yasama çalışması yapabileceğini gösteriyor. Bu ihtimali göz önünde bulundurarak, insan hakları sesini yükseltmek, kadınların varlığını hissettirmek, LGBTİ+’ların örgütlü mücadelelerine destek olmak şart. Tanıl Bora hatırlatıyor: “Saha deyince, akla mahalleden, sürekli temastan, “ilişki”den ziyade, anket sahası geliyor.” Bu ayrıma dikkat kesilmek, temassızlığın yarattığı kopukluğu anlamlandırmamızı da sağlayabilir. HÜDA PAR ve benzerleri tarafından dolaşıma sokulan yalan hikâyenin, dünyaya ilişkin ufuksuz siyaset projelerinin, “şeriat getirmek değil, siyaset yapmak istiyoruz” diye dillendirdikleri lütufkar dilin cevabını bulması gerekiyor. Bu türden bir siyasetin kendisi, sadece parlamento ve hukuk sınırlarında kalınarak alt edilebilecek türden bir siyaset değil. Kadın hareketinin yörüngesi, bu sebeple yeni bir imkân; dinmeyen stratejisi de yeni bir siyaset de yaratıyor. “İşin içinde gerçekten, oyun ötesi var.”

Cumhurbaşkanlığı seçiminden bağımsız olarak kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar olarak önümüzde bir başka hikâye var. Onlar mecliste olabilir, ama kadınların sözünü meclisten içeri sokabilecek mekanizmalar yaratmak, mücadelesi kendisini aşmış, pencereler açmakla, sınır aşımlarıyla, hukuk tarafından sınanmasına rağmen asla pes etmeyen dirayetiyle hala bizim elimizde.