Muhafazakâr Kürtlük
Cuma Çiçek

Hür Dava Partisi’nin (HÜDA-PAR) AK Parti ile ittifak içerisinde parlamentoya 4 vekil göndermesi Kürt meselesi bağlamında bir kırılma getirir mi? Mayıs 2023 seçimlerinden bu yana öne çıkan tartışma konularından biri bu.

Önceki dönem içişleri bakanı Süleyman Soylu’nun konuya dair yaptıkları açıklamalar bu yöndeki tartışmaları alevlendirdi. Soylu AK Parti’nin HÜDA-PAR ile geliştirdiği ittifakı bir devlet projesi olarak değerlendirdi ve “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk siyasetinin en önemli adımı” olarak tanımladı. Bakan’a göre, devletin stratejik akılla attığı bu adım önümüzdeki 10 yıl içinde Kürtler arasında muhafazakâr siyaseti güçlendirmeyi amaçlıyor.

Muhafazakâr siyaset Kürtler içinde zaten güçlü. Kürtler açısından muhafazakâr siyasetin ana adresi AK Parti. Bununla birlikte, bu siyaset HDP içerisinde de güçlü bir damarı temsil ediyor. Bu anlamda muhafazakâr Kürtlüğü tartışmak Kürt meselesinin sadece geçmişini ve bugününü değil yarınını da anlamak açısından önem arz ediyor. 

Şeyhler, Seyitler

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt itirazına seyitler ve şeyhler liderlik etti. Osmanlı modernleşmesi ve batılılaşması sürecinin getirdiği merkezileşme sonucu Kürt hükümetleri ve mirliklerinin (beyliklerinin) 19. yüzyılın ortalarına doğru tasfiye edilmesiyle birlikte ortaya çıkan yerel iktidar boşluğunu esas olarak ağalar ve dini liderler doldurdu. Nitekim 19. ve 20. yüzyıldaki birçok Kürt isyanına dini liderler öncülük etti. Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said ve Seyit Rıza öne çıkan isimlerden. Bununla birlikte ilk dönem itirazları şiddetle bastırıldı.

Kürt ağaları, şeyleri ve seyitlerinin dirençlerinin kırılması ve önemli bir kısmının merkeze entegre edilmesiyle birlikte, 1960’lı yıllardan itibaren Kürt itirazının liderliğini seküler karakterdeki Kürt solu üstlendi. Bu dönemde kurulan Kürt örgütlerinin neredeyse tamamı sol düşünceyi benimsiyordu ve ulusal meseleyi sınıfsal bir perspektifle ele alıyordu. Nitekim Kürt itirazının yükseldiği 1990’lı yıllara kadar da Kürt meselesinin tek taşıyıcı aktörü Kürt soluydu.

Dindar-Muhafazakâr Kürtlük Tahayyülü

Bununla birlikte, 1990’lı yılların başlarında ikinci bir Kürtlük tahayyülü gelişti. Sol gelenekten gelen, seküler karakterde ve ulusal niteliği ön planda olan (ve sonraki yıllarda toplumsal cinsiyet meselesini de dert edinen toplumsal grupların taşıyıcılığını yaptığı birinci Kürtlük tahayyülünden farklı olarak, ikinci Kürtlüğün taşıyıcılığını sağ gelenekten gelen, dindar-muhafazakâr karakterde ve İslami niteliği ön planda olan gruplar yapıyordu.  

O güne kadar Nurcu hareketler içerisinde yer alan bir grup Kürt, Nurcu cemaatleri devletçi ve milliyetçi olmakla eleştirerek yollarını ayırdı. Zehra Cemaati olarak ortaya çıkan bu grup daha sonraları iç çatışmalar, bölünmeler ve ayrışmalar yaşasa da bugün büyük oranda Nubihar dergisi etrafında örgütlenmeye devam ediyor. 1990’lı yılların başlarında tamamı Kürtçe olan ve bir tür İslami kültür-sanat-edebiyat dergisi olan Nubihar’ın ilk sayısının kapak başlığı şuydu: “Ne zalim be, ne mazlûm!”; yani ne zalim ol ne de mazlum. 

Zehra Cemaati Kürt meselesini İslami referanslarla değerlendirip Kürtlük ve Türklük arasında eşitlik talebinde bulundu. Cemaat bir kitle hareketine dönüşmedi. Çoğunluğu orta-sınıftan insanların oluşturduğu bir entelektüel camia olarak kaldı. Bununla birlikte, cemaatin Kürt meselesine ilişkin geliştirdiği İslam-referanslı yeni söylem bugün hala muhafazakâr Kürt siyasetinin söylemsel temelini ve sınırlarını oluşturuyor.

1990’lı yıllarda Zehra Cemaati’yle Türk İslamcılığından otonomlaşan Kürt İslamcılığı aynı zamanda radikalleşti. PKK ile çatışma içerisinde siyasal alana çıkan Hizbullah 1990’lı yıllarda her ne kadar Kürt meselesini siyasal söylemlerinin bir parçası yapmasa da ve devletin desteğini alsa da esas olarak Kürtlerin kurduğu, Kürtlere hitap eden bir örgüttü. Bununla birlikte, Zehra Cemaati gibi Hizbullah da bir kitle hareketine dönüşmedi, sınırlı temsili olan bir yapı olarak kaldı.

İkinci Dalga

1990’lı yıllarda ortaya çıkan ikinci Kürtlük tahayyülü 2000’li yıllarda kitleselleşti. Bu kitleselleşmeyi sağlayan birçok dinamik var ama özellikle ikisinin altını çizmek gerekir: AK Parti ve Irak Kürdistan Bölgesi’nin ortaya çıkışı.

AK Parti’nin ilk yıllarda Kürt kimliğine yönelik kısmi tanıma siyaseti ve Kürt diline ilişkin yaptığı reformlar dindar-muhafazakâr Kürtlük tahayyülünün kitleselleşmesine zemin sundu. O güne kadar solculukla, sekülerlikle özdeşleştirilen, bu anlamda “din-dışı” bir kimlik olarak algılanan Kürtlük tahayyülü karşısında, Kürtlükle dindarlığı bir arada tahayyül etmeyi mümkün kıldı.

Bununla birlikte ikinci Kürtlük tahayyülünün kitleselleşmesini mümkün kılan asıl dinamik Irak Kürdistan Bölgesi’nin (IKB) kuruluşu oldu. Zira, Mesut Barzani liderliğindeki IKB dindar-muhafazakâr Kürtler için seküler-sol Kürtlük tahayyülüyle rekabet edecek bir referans oluşturdu.

Nitekim, ikinci Kürtlük tahayyülünün kitleselleşmesiyle birlikte hem AK Parti güçlendi hem de HDP. Bir yandan AK Parti dindar-muhafazakâr Kürt siyasetin merkezi haline gelirken, öte yandan 1990’lı yıllardan 2014 yılına kadar %6,5 bandını aşamayan HDP geleneği %13’leri aştı. HDP’nin kitle tabanındaki genişlemenin asıl dinamiği daha önce merkez-sağ ya da İslami partilere oy vermiş Kürtler içerisinde dindar-muhafazakâr Kürtlük tahayyülünün gelişmesiydi. Dindar-muhafazakâr Kürtlerin HDP merkezindeki temsili her ne kadar zayıf olsa da bir taban hareketi olarak parti içerisindeki sosyalist, milliyetçi, liberal damarların yanı sıra dördüncü ana damarı oluşturuyor.

HÜDA-PAR’ın Sınırları

Dindar-muhafazakâr Kürt siyasetinin ana adresleri bugün hala AK Parti ve HDP. HÜDA-PAR bu denklem içinde dindar-muhafazakâr Kürt siyasetinin merkezi ya da üçüncü odağı haline gelebilir mi?

1980’li yıllara kadar uzanan Hizbullah geleneğinden beslenen HÜDA-PAR’ın toplumsal temsil gücü sınırlı. AK Parti ile ittifak kurulmasaydı muhtemelen parlamentoya temsilci göndermeyecekti. Zira, kendi adıyla girdiği Haziran 2018 seçimlerinde hiçbir ilde dikkate değer bir oy alamadı ve Türkiye genelinde aldığı toplam oy oranı %0,3 ile sınırlı kaldı.    

Kısa ve orta vadede bu siyasi geleneğin bir kitle partisine dönüşme potansiyeli oldukça düşük. Kırk yılı aşan örgütsel/kurumsal mirasa ve 11 yıllık legal parti deneyimine rağmen, HÜDA-PAR’ın bir kitle hareketine dönüşememesi aşılması kolay olmayan beş dinamikle açıklanabilir:

İlk olarak, sadece HDP’li değil AK Parti'liler de dahil olmak üzere Kürtlerin büyük çoğunluğu Hizbullah deneyimine ilişkin negatif bir hafızaya sahip. Bu deneyimle bugüne kadar yüzleşilmemesi partinin geleneksel sınırlarındaki duvarların yükselmesine neden oldu.

İkinci olarak, partinin köktenci İslam anlayışı Kürtlerin geleneksel dindarlık anlayışından uzak. Bu durumun bir sonucu olarak HÜDA-PAR sınırlı bir kesim dışında Kürt toplumuyla bugüne kadar güçlü ideolojik ve politik bağlar kuramadı.

Üçüncü olarak, parti kadroları ve örgütleri çoğunlukla kitle partisi oluşturabilecek bir profile sahip değil. Esas olarak bir kadro hareketi olan HÜDA-PAR, kendisini bir kitle partisine dönüştürecek esneklik ve farklılık taşıyan kadrolardan, farklılıklara açık bir kurumsal kültürden, kapsayıcı bir siyasi dilden ve zengin bir iletişim kapasitesinden yoksun.

Dördüncü olarak, HÜDA-PAR yaklaşık 40 yıllık kurumsal deneyime rağmen bugüne kadar İslami Kürt camialarıyla güçlü bir bağ kuramadı. Çoğu kurumsal yapıyla gerilimli bir ilişkiye sahip olan partinin dindar-muhafazakâr Kürt gruplarıyla ittifak geliştirme kapasitesinin zayıf olduğu söylenebilir.  

Son olarak, IŞİD deneyimi sadece bölgesel ve küresel ölçekte değil, aynı zamanda Türkiye ölçeğinde de radikal/köktenci İslamcı siyasetinin normatif/değer-odaklı zeminini çürüttü. IŞİD deneyimi ayrıca Hizbullah’a dair negatif hafızayı yeniden canlandırdı. Özetle, HÜDA-PAR gibi köktenci İslamcı hareketlerin kitleselleşme dinamiklerinin IŞİD öncesine göre çok daha fazla zayıfladığı söylenebilir.   

Yukarıdaki dinamikler dikkate alındığında, HÜDA-PAR’dan ziyade AK Parti dindar-muhafazakâr Kürt siyasetin ana merkezi olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bununla birlikte, ana-akım Kürt siyasetinin yanı sıra ikinci bir Kürt partisinin parlamentoda yer alması, orta ve uzun vadede ana-akım merkez partiler dışında dindar-muhafazakâr Kürt siyasetini güçlendirebilir.

Bu güçlenmenin AK Parti içinde kalıp kalmayacağı, ana-akım merkez partiler dışında müstakil siyasi adreslere yönelip yönelmeyeceği ise çok aktörlü siyaset alanının diğer aktörlerine bağlı olarak şekillenecektir. 

Kürt Mutabakatı

Bu noktada Kürt siyasi aktörler arasındaki diyalog ve müzakereler, mutabakat inşa süreçleri önem arz ediyor. HDP’nin eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın HÜDA PAR ile ilişkiye dair yaptığı açıklamalar ve ardından HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun verdiği cevap dikkate alındığında, muhafazakâr Kürt siyasetinin alacağı seyirde Ankara’nın yaptığı yatırımlar kadar Kürt siyasi aktörlerinin kolektif eyleme becerisi de belirleyici olacak.        

Ulus, din ve sınıf dinamikleri etrafında farklılaşan Kürt aktörlerinin düşünce, çıkar ve kurum düzeyindeki çatışma, diyalog ve müzakere ile mutabakatlarına odaklanan doktora tezimde, politik bir Kürt bölgesinin inşası konusunda bir uzlaşının sağlandığını, temel çatışmanın bu bölgenin niteliği ve kimler tarafından yönetileceği olduğunu iddia etmiştim. Bu anlamda Kürt meselesinin ne olduğu (düşünce düzeyi), hangi somut taleplerin karşılanması gerektiği (çıkarlar) konularında farklı Kürt aktörleri mutabakat sağlasa da söz konusu talepleri gerçekleştirmek konusunda ortak kurallar (kurumlar) inşa edemiyorlar.

Saha araştırmasını 2011-2012 yıllarında yaptığım ve 2014 yılında tamamladığım tezde elde ettiğim ana sonuç 10 yıl sonra hala geçerliliğini koruyor:

Ulusal, dinî ve sınıfsal dinamiklerden kaynaklı bölünmeler Kürt grupları arasında Türkiye’de politik bir Kürt bölgesinin inşasına yönelik mutabakat inşa süreçleri önünde önemli engeller oluşturmuştur. Birçok dinamik ve süreç üç Kürt bloğunu düşünceler ve çıkarlar düzeyinde yakınlaştırmıştır. Bununla birlikte, üç Kürt bloğu bugüne kadar ortak bir örgüt, kurum ya da platform ve kabul edilmiş kurallar inşa edememiştir. Aktörler bugüne kadar büyük oranda ideolojik ve siyasi kimliklerini, sahalarını ve tekil stratejilerini esas almıştır. Bundan ötürü, müzakere süreçleriyle belirsizlikler azalmış olsa da çatışmalar üstü örtülü, göreceli mutabakatlar ise kırılgandır. Açıktır ki grupların düşünceleri, çıkarları ve kurumları denk ağırlıklara sahip değildir ve grupların tekil çıkarları Kürt bölgesindeki kolektif eylemin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Merkezî devletin yıkıcı etkisi ve geçmişin izine/patikalarına güçlü bağımlılığın yanı sıra, tekil çıkarların belirleyiciliği ve ağırlığı bugüne kadar Türkiye’de politik bir Kürt bölgesinin inşası önünde önemli engeller oluşturmuştur (s. 336).