Soru zır güncel; fakat eskiye dönerek, kitabiyatla başlayalım.
Ahmet Kardam’ın 1976’da yayımlanmış kitabının adı bu: CHP Nedir? Ne Değildir? (Ülke Yayınları.) 1977 genel seçimleri yaklaşırken, sosyalist bakış açısından, –tam olarak, Türkiye Komünist Partisi zaviyesinden–,[1] CHP’den ne umulabileceğini, ne bulunabileceğini tartışır. Sözün özü, fazla bir şey beklememek gerektiğini anlatır.
Bir CHP iktidarının, Milliyetçi Cephe’nin sonrasında “soluk aldıracağı açık”tır Kardam’a göre. Fakat “emekçi yığınların sorunlarına çözüm getireceğini ve demokratik bir düzen kuracağını söyleyen” CHP’nin kuracağı hükümetin vaat ettiği gibi bir “‘halk iktidarı,’ ‘demokrasi’ demek olmayacağı da açıktır.”
CHP’nin bu vaatlerini gerçekleştiremeyecek olmasının, ideolojik-siyasi tutumundan kaynaklanan sebepleri sayılıp dökülür sonra kitapta. Buna göre; CHP tekellere karşı çıksa da, “çağdışı kalmış ve tekelciliği doğurmuş serbest rekabet kapitalizmini savunuyor, …sanayi bankacılık, dış ticaret vb. alanlarında devletleştirmelere” karşı çıkıyordur… Artık tarihte kalmış olan “serbest rekabet kapitalizmini gerçekleştirmek üzere, dünyada bir eşi benzeri bulunmayan… ‘Halk Sektörü’ modeli” diye afakî bir şey uydurmuştur… Toprak reformu konusunda hâlâ kesin kararlı bir tutum almamıştır… NATO üyeliğini sürdürmekle bağımsız bir dış politika iddiasının bağdaşabileceğini zannediyordur… “Emekçi halkın ülke ve devlet yönetimine ağırlığını koymasını sağlayacak önlemlere ‘özgürlükçü demokrasi’ adına” karşı çıkıyor… “işbirlikçi burjuvazinin yarattığı faşizm tehlikesini” küçümsüyordur.
Ahmet Kardam, CHP Nedir? Ne Değildir?’i bitirirken, CHP'nin elbette sosyalist bir parti olmadığını ve olmayacağını hatırlatır; dolayısıyla ondan fazla bir şey beklenmemelidir. Ama “kentleri CHP’nin oy depoları haline getirmiş işçi sınıfından gelen geniş ve itici bir kitle desteğine sahip” olmasının önemini vurgular. “CHP içinde örgütlenmiş, umudunu ona bağlamış emekçi yığınlar,” özellikle “faşizmin azgın saldırıları” karşısında, Kardam’a göre “parti yönetimi üzerinde etkilerini” artıracaklardır - artırmalıdırlar. Bu da, CHP’yi –kendi içinde ve kendine rağmen, diyelim- “daha tutarlı bir çizgiye” çekebilecek bir dinamik yaratacaktır.
Bu kitabın gözünü diktiği 1977 genel seçimlerinde CHP, bugüne kadar çok partili dönemde yapılan bütün genel seçimlerde[2] aldığı en yüksek oy oranına ulaştı: % 41, 38. 11 sağcı mebus transfer ederek kurduğu derme çatma hükümetle, “halkın iktidarı” vaadini kısmen bile olsa gerçekleştirmeye yaklaşamadı. Başta “kentleri CHP’nin oy depoları haline getirmiş işçi sınıfı” olmak üzere, büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Sadece CHP Nedir? Ne Değildir?’de değil, dönemin bilcümle sosyalist neşriyatında öngörülmüş olan bir hayal kırıklığıydı bu.
***
O günler de bir günmüş… CHP’nin şu son iki ayda yarattığı hayal kırıklığına nazaran, 1977-1979 dönemindeki çuvallaması, gayet nitelikli, vasıflı bir hayal kırıklığı idi.
Her kuşak kendi CHP Nedir? Ne Değildir’ini yazacaktır.
***
Elbette, 1970’lerin şartları başkaydı. Neoliberal çağın öncesiydi, 12 Eylül darbesinin siyaseti kriminalleştirmesinin öncesiydi. Dijital çağın da öncesiydi. Zoom’un, tweet’in, henüz fikri bile yoktu.
O zaman da “Sayın… önemli isimler” arasındaki parti içi mücadele, en az umumi-kamusal siyasi mücadele kadar heyecanlandırırdı CHP’lileri. (Şimdi, başka her şeyden çok parti içi mücadele, hatta galiba bazılarını sadece parti içi evren heyecanlandırıyor.) Fakat taban siyasetiyle, örgütlenme siyasetiyle de meşguldüler. Grup başkan vekilleri, PM, MKYK üyeleri, milletvekilleri, il başkanları dışında, onların arkasında, atak bir Gençlik Kolları vardı, gerçekten bir hareket heyecanıyla yola koyulmuş toplumcu belediyecilik hareketi vardı, sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde aktif CHP grupları vardı. Atanmış profesyonel danışmanlara değil, partili ve partiye yakın entelektüellere emanet edilmiş akıllar vardı. Ve unutmamalı: CHP Nedir? Ne Değildir?’in de sözü getirdiği üzere, soldan bir tazyik vardı. Hem canlı bir işçi sınıfının, hem canlı bir sosyalist hareketin tazyiki, CHP’yi ileri itiyordu.
***
İçinden ve/veya dışından sol tazyik olmadığında, ‘kendi haline’ kaldığında, CHP’nin iliği kemiği, Güven Partisi’dir. 2017 Mayıs’ındaki Haftalık yazısında söylediğimi tekrarlarsam,[3] içinden ne kadarını çıkarıp atsa yine bitmeyecek bir Güven Partisi iliği... Cumhuriyetçi-muhafazakârlığın partisi… Üzerindeki “devlet partisi” kılığına ayna karşısında sürekli çeki düzen vererek, dışına itildiği devlete kendini beğendirmeye çalışan bir parti. Ortacılığı-merkezciliği taassuba dönüştüren bir parti. (Gerçi şu Zafer Partisi paktı, bilmem ki, Kemal Satır’a bile fazla gelebilirdi...)
***
Solun CHP’yle ilgili hayal kırıklıklarının ve ona içerlemelerinin tarihi, CHP kadar eskidir. CHP’lilerin, solun CHP’yle ilgili hayal kırıklıklarına ve içerlemelerine içerlemelerinin tarihi de öyle.
Bahsettiğimiz tazyik olmayınca, bu hayal kırıklıklarının, içerlemelerin fazla bir hükmü de olmuyor. Epey bir zamandır, tazyik kuvveti olan bir sol yok. HDP/Yeşil Sol var tabii ki; ama CHP onlar karşısında refleks halinde ve had safhada GüvenPartileştiğinden, pek bir etkileşim olamıyor. Bizzat bu geçirimsizlik, başlı başına bir Güven Partisi dinamiği zaten. (TİP’in böyle bir etkisi olur mu? Görelim.) CHP’nin kendi içindeki sol etkinin, Baykalizasyon dönemindeki kurumanın ardından, filiz verdiği oluyor. Toplumcu belediyecilik geleneğini modernleştirerek geliştirmeye dönük girişimler,[4] Canan Kaftancıoğlu’nun timsali olduğu örgütlenme azmi, bazı hak savunucusu milletvekillerinin gayretleri… Partide bir kanat olmaktan çok, telek gibi.
***
Tabii, Güven Partisi’ni daha iyi idare etmek de mümkündür, ona diyecek bir şey yok.
[1] Bu, 1920-1987/1991 arasında yaşamış olan “tarihsel TKP’dir – “klasik” TKP, veya ‘paleo’-TKP, diyelim.
[2] Açık oy gizli sayımlı 1946 seçimini saymayalım.
[3] https://birikimdergisi.com/haftalik/8319/guven-partisi
[4] Ama çok defa o modernleşmeyi de piyasacı yönetişim olarak anlıyorlar. Zaten, belediye yönetimlerinin beyliklere dönüşmesi, başlıbaşına bir mesele değil mi CHP’de?