Psikanalizin bilimsel sonuçları şimdiki halde onun tedavi edici amaçlarının yalnızca bir yan ürünüdür ve bu nedenle çoğu yeni keşif sıklıkla tedavinin başarısız olduğu olgularda yapılmaktadır. [1]
Ne spekülatif felsefe, ne tanımlayıcı psikoloji, ne de deneysel psikoloji denen (duyu-organları fizyolojisine çok yakın olan) şey, üniversitelerde öğretildikleri biçimiyle, sizlere bedenle zihin arasındaki ilişkide işe yarar bir şey anlatacak ya da zihinsel işlevlerin olası bozukluklarını anlamada bir anahtar sağlayacak konumdadır.[2]
İnsanın savuşturmayı amaçladığı şey, zaman içinde, savuşturma amacıyla kullandığı araçlara daima sızacaktır.[3]
Her hikayede bir sessizlik, gizlenen bir sahne, söylenmeyen kelimeler vardır, buna inanıyorum. Söylenmeyeni söyleyene kadar hikayenin kalbine ulaşamayız.[4]
Toplumsal düzen, toplumsal düzeni oluşturan unsurların tamamı; yasa ve yasaklar, kurallar, kültürel ve simgesel yapılar bir yandan farklı dürtülerin yüceltilmesi için çeşitli araç ve imkanlar sunarken, diğer yandan belirli bir istikrar ve uyumun asgari düzeyde de olsa devamı için dürtülerin eksiksiz ve katıksız biçimde ifade edilmesini kontrol etmek zorundadır. Günümüz toplumlarında söz konusu her iki işlev ve boyut da aşınmış ve gerilemiş olduğundan, muhtemelen daha çok, daha geniş bir yelpazeye yayılan ruhsal ızdıraptan mustarip haldeyiz. Çünkü toplumlarımızdaki bu dönüşüm, her birimizi toplum, toplumsal işleyiş, egemenlik ilişkileri ve yapıları yerine kendini sorunsallaştırma mecburiyeti ile yüz yüze bırakıyor. Kusur, başarısızlık ve yetersizliğin ve toplumsal ilişkiler, kimlik ve aidiyet alanlarında yaşadığımız zorluk ve açmazların nedenlerini yalnızca kendimizde arıyoruz. Kapasite, yetenek ve potansiyellerimizi geliştirmek ve derinleştirmek için daha çok imkân ve araca sahip olduğumuz bir zamanda, kendimize yönelik yıkıcılık, acımasızlık ve eziyetin paradoksal biçimde yoğunlaşması demek bu. Tüm bunlar daha çok depresyon, yorgunluk ve tükenmişlik, daha çok kaygı bozukluğu, daha çok suçluluk, anlamsızlık, amaçsızlık ve boşluk duygusu demek. Daha çok şiddet ve bağımlılık sorunları ve bedensel (psiko-somatik) ızdırap demek.
Psikiyatri/psikoloji alanında her gün yeni bir örneğine rastladığımız en ucube ve tuhaf yaklaşım, tedavi biçimi, söz ve söylevlerin bile karşılık bulabildiği, seslenebileceği ve cezbedebileceği insanlarla buluşabildiği bir vasat bu. Dağılmanın, çözülmenin, yalnızlığın, kaçınılmaz bireycilik ve bencilliğin vasatı. İnsanı büsbütün savunmasız ve kırılgan kılan suçluluk ve utancın aşırı/patolojik biçimlerinin, hiper-aktivitenin ve teşhirciliğin vasatı.
Esasen psikanalizin icat ettiği ve geliştirdiği bazı kavram ve içgörüleri asıl içeriklerinden soyutlayarak kullanan, onları cari zihinsel/ruhsal ızdırap skalasını veri alarak topluma uyum sağlama ve konformizm teorisi/yordamları olarak yeniden tarif eden ve bunu insan-bireyin biricikliği ve benzersizliği paketiyle sunan kişisel gelişim sektörünün de yükseldiği vasattır bu.
Psikanalitik teori ve pratikle herhangi bir bağ ve ilişkilerinin olmadığını daha en baştan, kendilerini tanıttıkları kısa ve özensiz metinlerde ele veren, hangi meşruiyet ve yasallık zeminine yaslandıkları tümüyle belirsiz bazı tuhaf ve sahte “psikanaliz” dernek, oluşum ve uygulamaları da bu vasattan besleniyor.
***
Psikanaliz, esasen bir konuşma terapisi (talking cure) olarak klinikten, kliniğin içinden doğmuştur. Freud, sıradan insanların sıradan ve genel bir takım şikayet ve semptomlarına (“sebepsiz” kasılma, ağrı, baygınlık, yürüme güçlüğü, muhtelif tikler, ses yitimi, tekrarlayan düşünceler gibi) ilişkin anlattıklarını dinleyerek, bu dinleme edimi esnasında duyduğu/işittiği hiçbir şeyin önemsiz ve üzerinde düşünmeye değmez olmadığını görerek insana ilişkin kavrayışımızı dönüştürmüştür. O genel semptom ve kategorilerden yola çıkan analiz, onların her tikel olguda derinleştiği, saçaklandığı, dönüştüğü ve yepyeni anlamlar edindiği bir ruhsallık düzeyi/evreni kurmuştur çünkü. Demek psikanalizin bütün temel kavramları insani ızdıraba bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bütün kavram ve içgörülerin gerisinde klinikteki benzersiz deneyimleri, kritik kırılma anları ve dönüm noktalarını, tıkanma ve düğümleri anlama/açıklama ve birbirine eklemleyerek bir bütün oluşturma çabası vardır. Ortaya çıkan her yeni klinik olgu ve karşılaşma sonrasında mevcut kavramların gözden geçirilmesi, değiştirilmesi ve yenilerinin icat edilmesine yönelik bitmeyen bir merak, tutku, irade, inat vardır. Bu yüzden belki de, Freud’un asıl metinleri, Freud’u ve psikanalizi arayacağımız asıl yer, doğrudan kavramları ve teoriyi anlatmayı denediği “metapsikolojik metinlerden” ziyade, bilinçdışının oluşumlarının ve olguların/hastaların analiz edildiği metinlerdir.
Bir teori, inceleme yöntemi ve tedavi tekniği olarak psikanalizin ortaya çıkması, insanın ve insan zihninin kendine ve kendi için saydam/apaçık olmadığının keşfi, bilinçdışı kıtasının bilimsel inceleme nesnesi olarak yeni baştan kurulması sayesindedir. Kendi idrak, anlama ve algılama kapasitemizden daima kaçan, kendimizle tam bir birlik ve örtüşme halinde olmadığımızı ilan eden ve cisimleştiren bir yapının istikrarsızlık, tutarsızlık ve fazlalık unsuru olarak, varlığımıza çoktan dahil olduğunun keşfidir bu. Yalnızca zihnin bilinçdışı olarak nasıl çalıştığını, iç dünyamızdaki çoğu şeyin bilinçdışı düzeyde cereyan ettiğini keşfetmekle kalmayan, bunların en temel ilgi ve meşguliyetlerimizle bağlarını ortaya seren bir keşiftir. Yasaklanmış ve reddedilmiş bazı düşünce, fantazi ve anıları farkındalık ve dikkatimizin dışında tutmak üzere motive olan, daima aktif halde oluşunu tam da buradaki enerji ve çabaya borçlu olan bir zihnin keşfidir.
“Freud bize yaşamlarımızdaki gerçekleri nasıl ve neden gömdüğümüzü, psikanalizin diliyle bu gerçekleri hem nasıl geri alabileceğimizi hem de nasıl farklı bir yolla tanımlayabileceğimizi gösterecektir.”[5]
Beyin araştırmaları, görüntüleme teknikleri, nöro-bilim çağında zihinden, iç dünyadan, ruhsallıktan bahsetmek de neyin nesi denebilir pekala. Psikanalizin en büyük armağanı odur şu halde: İnsan zihninin/ruhsallığının “bir şey”e, sinir hücresi ve bağlantılarına indirgenemez karakterini vurgulaması, bunun teorisini yapmasıdır. O halde tekrar etmekte fayda var: Freud acı içinde kendisine baş vuran hastalarını dinleyerek, kendi fikir ve kavramlarını üretmiştir. Başlıca amacı ve çalışma ilkesi, mütemadiyen çevreden ve bedendeki psikosomatik kaynaklardan çıkan uyaranları ve o uyaranlara eşlik eden enerjiyi işlemek, içermek, düzenlemek ve boşaltmak olan zihnin de bizatihi acı içinde oluştuğunu ve çalıştığını göstermiştir. Müthiş bir içgörü ve kavrayış düzeyidir bu.
[1] S. Freud, SEX, s. 208 (dipnot)
[2] S. Freud, SEXV, s. 20.
[3] S. Freud, SEX, s. 225.
[4] J.M Coetzee, Foe, (Çev. İrem Sağlamer), Sia Kitap, 2022, s. 121.
[5] Adam Phillips, Freud Olmak: Bir Psikanalistin Gelişimi, Çev. Şahika Tokel, YKY, 2016, s. 13.