Her yerde, her zaman seçim sonuçları “sürpriz” içerebilir, çok kere içermiştir. Ben Mayıs’ta yaptığımız seçimi bu kategoriye koyuyorum. AKP’nin bu seçimden böyle “tereddüte mahal bırakmadan” çıkmasını beklemiyordum. Böyle düşünenlerin hiç de az olmadığı o zamandan beri yazılanlardan, söylenenlerden de anlaşılıyor zaten. “Ekonomist” Tayyip Erdoğan’ın faizle savaşında verdiği karardan itibaren iktidarın genel performansı herhangi bir partiyi iktidardan uzaklaştıracak her türlü “arıza”yı içeriyordu. Tabii başta ekonomi altüst edilmişti ki bu bizim ülkemizde bayağı önemli bir etkendir.
Seçim sonuçları belli olduktan sonra “Bizi kandırdınız” diye kızdık muhalefete. En çok da CHP’ye kızdık çünkü bu sürecin en önde gelen, etkili aktörü oydu. Ancak birçoğumuz gibi bu siyasi partiler de kendileri yanılmışlardı. Bizden önce kendilerini yanıltmışlardı. Büsbütün yanıldıkları da söylenemez, çünkü AKP oy kaybına uğradı — ama beklendiği oranda kaybetmedi.
Yani sonuç olarak işin içinde bir “sürpriz” durumu var. Bunu bizim “sürpriz” olarak algılamamız, toplumu yeterince iyi tanımamamızdan ileri geliyor. “Bu işler dünyada böyle yürür” diye ne kadar “bilgi” olduğu belirsiz bir “bilgi” var elimizde, ona göre tahmin yürütüyoruz. Oysa “genel bilgi” var, ama her toplumun kendine özgü yapılanması, yani başkalarına uymayan tarafları, özellikleri de var. Onları hesaba yeterince katmadan hesap yapınca böyle yaya kalmamız da kaçınılmaz oluyor.
Nedir burada bu özellikler?
Sonuç olarak, Türkiye modernleşme atılımı ve sürecinin üslubu, uygulamaları, karakteri. Bugün Hasan yazıyor: yüz yıl önce saltanatı yıktık, cumhuriyeti kurduk, diyor. Ama bundan yüz yıl sonra Tayyip Erdoğan geldi, üstüste bunca seçim kazandı ve Erdoğan saltanatını kurdu. Erdoğan kurulan cumhuriyet hakkında ne düşünüyor, bu konuda bir gizlisi saklısı yok. Zaten toplumda bunları bilmeyen de yok; “dindar nesil” dedi, her şeyi dedi. Diyanet İşleri Başkanı da “demedikleriyle” bir şeyler anlatarak yanında duruyor. Bu sayıda seçmenin yanlışlıkla gidip oylarını Tayyip Erdoğan’a verdiğini düşünemeyiz. Ha, bir başka düzeyde yapılan bu seçimin yanlış olduğunu söyleyebiliriz belki; ama “yanılmak” sözkonusu değil. Yani, “modernleşme”nin üslubu toplumun modernleşmeyi yürütenlere duyduğu tepkiyi sürekli kılmaya devam ediyor.
Bugün Erdoğan’ın ve AKP’nin karşısında duran, mücadele veren kitlenin (ki toplumun yarısı diyebiliriz) içinde sözkonusu tarzı beğenen, onaylayan bir kesim de var. Ve onlara kalsa bu işi bildikleri gibi götürmeye kararlılar. Demek ki, “tepki” dediğimiz şeyi sürdürmekte sakınca görmedikleri gibi, toplumdaki sağlıksız bölünmeyi de ”daim” kılmaktan başka bir yöntem düşünme ihtiyacı duymuyorlar. Erdoğan tarzı siyaset yapmaya en sağlam desteği verenlerin de bunlar olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Tarihte, siyaset platformlarında çok kere, birbirine en fazla husumet duyan grupların aynı zamanda birbirlerine en yakın davranışları gösterdiğine tanıklık ederiz. Bu da benzer bir durum.
Genelleyerek, birkaç şey söylemek istiyorum. Bunlar “sezgi” düzeyinde şeyler. Türkiye’nin yakın tarihi nüfusun büyük kısmını kırsal bölgelerden kentlere çekti. Ancak bu, klasik anlamda bir “kentleşme” olmadı (Bunun “klasik” olanı var mıdır, ayrıca tartışılır). Türkçe’deki adıyla “gecekondulaşma” yaşandı ve köylü olmaktan çıkmış ve henüz “kentli” de olmamış kitleler oluştu. Bu insanlar kalabalık, dolayısıyla toplumda ciddi bir ağırlıkları var. Şimdiye kadar edindikleri değerlerle, bildikleri gibi yaşamak istiyorlar. AKP iktidarı onlara bu imkanı veriyor çünkü zaten AKP kadrolarının hatırı sayılır bir kısmı bu sosyolojik süreçlerin ürünü. Bu insanların hepsinin aynı siyasi tercihlere sahip olduğunu söyleyemeyiz elbette ama bugünkü iktidara yakın olan ve oylarıyla da desteğini veren (çoğu “yoksul” kategorisinde yer alan) kısmının bulunduğu bir sır değil. AKP’yi bunca yıldır iktidar yapanlar da büyük ölçüde, bunlar. “Sol” muhalefete oy verenler de, gelir düzeyi de, eğitim düzeyi de yüksek kesimler. Bu da dünyanın genel gidişine epey aykırı düşen, ama Türkiye’de normal olarak algılanması gereken durum.
Bu kesimin insanları (“birçoğu” diyelim) AKP’ye bakınca “Bunlar bizden” diyor. “Bizden” gördükleri bu parti onların kendilerini de “iktidar” içinde görmelerine imkân veriyor. Bu önemli. Belli ki ekonomik sıkıntılar karşısında ağır basabiliyor, çünkü Tayyip Erdoğan’ın ekonomistliğinin asıl ceremesini çekenler de onlar.
Bu durum hep böyle devam edip gidecek mi? Sanırım genç kuşaklarda bir farklılaşma süreci başladı, ama “başladı” demek hemen sonuca varacak demek değil. Toplumsal süreçlerin acelesi olmaz, ağır ağır seyrederler. Tabii AKP’lileşmiş kadroların da eli armut devşirmeyecek bu işler olurken. Onlar da bir hayli zorlanarak ele geçirdikleri iktidarı bir daha kaçırmamak üzere ellerinden geleni yapacaklar. Önemli olan bir etken, bugün muhalefet konumunda olan güçlerin değindiğim “Bunlar bizden” sorunsalını doğru anlamaları ve gereğini yerine getirmeleri.
Bu da “tek-parti” kasideleri yazarak olacak bir iş değil. Kılıçdaroğlu bu durumu doğru teşhis ederek “helalleşme” formülünü ortaya atmıştı ama hangi olgulardan ötürü helalleşmenin gerekli olduğunu söylememişti. Halk Partisi’ne bugün yön verme konumunda olanların tek-parti üslubundan uzak durmasını ve “demokrasi” tarihimiz karşısında net ve kararlı durmasını diliyorum.