Muhtelif Baba Figürleri
Erdoğan Özmen

“Babam hiç de bir kahraman değildi. Uzunca bir süre, hiç kuşkusuz ki onun bir kahraman olmuş olmasını yeğledim. En azından kendi kendimle övünmek için.”[1]

 “Zamanın ruhu böyle davranır işte, tutsağı olarak içinde yaşayanlardan gizlenir, başka zamanlarda çekilmiş fotoğraflara bakarak bizleri dışarıdan gözleyenlere gösterir kendini.”[2]

Psikanalizin en önemli keşfi belki de, bilinçdışı’ndan filan çok önce zihinsel aygıtın bizzat kendisidir. Asıl meselesi olarak gördüğü, yöneldiği, üzerinde düşündüğü ve anlamaya çalıştığı şeydir bu: Zihinsel/ruhsal aygıtın kendi kendini, deyim yerindeyse hiçlik ve yokluktan hareketle, tedricen ve mucizevi bir biçimde yaratma kapasitesi ve söz konusu yaratıcı kapasitenin maddi süreç, araç ve imkanlarıdır. Freudçu devrimin gerçekleştiği yer, zihnin en önemli ve yaratıcı kapasitesini/potansiyelini, bizzat bir zihinsellik alanı yaratma kapasitesini anlama çabasının ta kendisindedir. Verili sayılarak görmezden gelinen, hakiki bir merak ve ilgi uyandırmayan o süreci, söz konusu kapasitenin ortaya çıkma, kendi zemin ve dayanaklarını adım adım var etme sürecini, tam da olması gerektiği gibi, bebeğin/çocuğun açısından/zaviyesinden anlama çabası, bu olağanüstü ve zahmetli girişim ve tasarıdır.

Başlangıçtan itibaren yetişkinlerin dünyasıyla karşı karşıya kalan, bu anlamda kelimenin en hakiki anlamıyla çaresiz, tabi ve edilgen dilsiz/sözsüz çocuk, öncelikle anneden gördüğü bakım, iyilik, şefkat, güven, sevgi, korunma ve kapsanma yanında, hatta biraz da bunlar yüzünden kendi ilk Ötekisine (anne/mOther) sınırsız bir güç ve iktidar atfeder. Çünkü söz konusu ilk Öteki (mOther) çocuğa mevcut konumu nedeniyle dilin/sözcüklerin, anlamların, mucizevi çözüm ve cevapların sahibi olarak görünür. Belki şöyle de söylenebilir: Dil olarak Öteki (büyük Öteki) ilk öteki/anne aracılığıyla/sayesinde ete kemiğe büründüğü; anne çocuk için yapıp ettiği her şeyi (yönelirken, eğilirken, tutarken, kucaklarken, beslerken, sarıp sarmalarken) sözcükler vasıtasıyla gerçekleştirdiği için iki öteki arasında belli bir özdeşliğin mevcut olduğu bir dönemdir bu. Yine de, her durumda ısrar eden temel eksiklik; çocuğun dürtüsel uyarımın yol açtığı gerilimle baş başa kalması, buradaki yalnızlığı, tam bir tatminden yoksun oluşu temel bir açmaza/kafa karışıklığına/hayal kırıklığına yol açar. “Her şeyi bilen Öteki bunu benden niye esirgiyor?”

Öznenin Ötekinin esrarengiz/gizemli (enigmatic) arzusu ile karşı karşıya kaldığı ilk momentdir bu: “Che vuoi?”, “sözce düzeyinde bana bunu söylüyorsun, ama bununla bana ne söylemek istiyorsun?” “Benden istediğin tam olarak nedir?” “Bana bunu anlatıyorsun, ama bununla ne yapmak istiyorsun, neyi amaçlıyorsun?” Çünkü, hem kendi orijinal dürtüsü dilde tam bir karşılık bulmamış, dürtünün kendi feryadına ve Ötekinin sağladığı sözcüklere geçişinde/tercümesinde tam bir örtüşme mümkün olmamış, bir kayıp/kayma ortaya çıkmış; meşhur formülle söylersek şey-temsilinden (thing-presentation) sözcük-temsiline (word-presentation) geçiş/bağ gerçekleşmemiş, hem de Ötekinin arzusunun gizemi ile karşı karşıya kalmışızdır: “Benden bunu esirgediğine, beni yoksun bıraktığına göre, onun sevgisine layık olmak için ne yapmam ya da kim olmam gerektiğini niçin söylemiyor?”

Çocuğun bizatihi/kendi başına sevilmediğini kavradığı ve bir çare olarak, daha eksiksiz bir yanıt beklentisi ve umuduyla yüzünü babaya döndüğü andır bu. Ya da şöyle söyleyelim: Baba hayali/imgesel baba suretinde, bir yandan da gerçek anneyi fallus olarak çocuktan mahrum bırakmak üzere sahneye dahil olur.

“Hayali/imgesel (imaginary) babayla sürekli uğraşırız. Hayali baba, saldırganlık diyalektiğinin hepsinin, özdeşim diyalektiğinin hepsinin ve öznenin “babayla özdeşleşme” denen şeye erişmesine yol açan idealleştirme diyalektiğinin hepsinin ortak atıf noktasıdır. Bütün bunlar hayali baba düzeyinde gerçekleşir. Bu baba hayalidir deriz, çünkü o ‘benim gibi’lerle olan münasebetlere psikolojik destek sağlayan hayali/imgesel ilişkiye entegredir; bunlar tam olarak türe dayalı münasebetlerdir, tüm libidinal yakalanmaların ve her saldırgan dikilmenin (erection) geri planında olan münasebetler bunlardır. Hayali baba tipik karakter özellikleri ile ister istemez bunlara katılır. Bu hayali baba tanışık olduğumuz korkunç ve ürkünç babadır, birçok nevrotik deneyimin arkasında onu buluruz ve o çocuğun gerçek babasıyla ilişkili olmayabilir. Çocuğun düşlemlerinde bir baba figürünün filizlenmesine sıkça rastlarız – bu figür bir yüz gibi buruşur, çocuğun o anki gerçek babasından çok ayrı bir yerdedir. (…) Hayali babanın tümgüçlü baba olduğunu fark etmek kolaydır.”[3]


[1] Pierre Pachet, Babamın Özyaşamöyküsü, Çev. Nuri Samyeli, YKY, ocak 1998,  s.11

[2] Dag Solstad, Profesör Andersen’in Gecesi, Çev. Banu Gürsaler Syvertsen, YKY, 2021, s. 35

[3] Lacan’ın dördüncü seminerinden bu alıntıyı, Işık Barış Fidaner’in “Yersiz Şeyler” internet sayfasından aldım. (“İmaginary” karşılığı olarak “hayali” yanında “imgesel”i de ekleyerek ve “captivation/capture” karşılığı “fitne” yerine “yakalanma”yı kullanarak.)