ABD’ye Özgü Kavramlar Sözlüğü – “Civil Forfeiture” (Kâr Amaçlı Polislik)
Kenan Erçel

2023 Aralık’ında organize suç örgütlerine ait lüks otomobillerin İstanbul Emniyet’inin hizmetine verilmesi İçişleri Bakanlığı adına ilginç bir tasarruftu. Bir suçun işlenmesinde kullanılan ya da suçtan meydana gelen eşyaya devletin el koyması, yani müsadere (forfeiture) yeni bir uygulama değil—zira terörle iltisak bahanesiyle son son nice “ çökme”lere şahit olduk—ama o eşyanın doğrudan devletin kolluk kuvvetlerine tahsis edilmesi emsalsiz olmasa da alışılmadık bir durum. Piyasa değeri 30 milyon TL’yi bulan araçların direksiyonunda trafik polislerini görmek tuhaf bir tablo. “Senin maaşın onun makyajına yetmez” repliğini anımsatır bir tezatlık. Ama özellikle de Soylu dönemi düşünüldüğünde, polisin organize suç örgütlerine ait araçları devralmasında manidar bir sembolizm de yok değil.

Müsadere bakımından ABD’yse apayrı bir ligde. Öyle ki bu yöntemle el konulan mal ve varlıklar polis teşkilatı için önemli bir gelir kaynağı. Müsadere ABD’de o denli alışıldık bir vaka ki bu yöntemle ele geçirilmiş malların müzayedesinden aldığı yüzükle evlenme teklifi yapmış adamın foyasının ortaya çıkması, birden fazla komedi şovunda (Frasier, 30 Rock) kullanılmış bir güldürü unsuru. O yüzden ABD’ye mahsus bir mefhum olmasa da Sözlük’e girmeyi hakediyor.

Müsaderenin burada ele alınan “civil” (medeni) şeklinin cezai (criminal) şeklinden temel farkı, ikincisinde bir mahkumiyet kararı gerekirken ilkinde böyle bir karar olmaksızın, salt şüphe üzerine mala el konulabilmesi. Bu tür durumlarda malını, mülkünü geri alabilmesi için suçlanan şahsın masumiyetini kanıtlaması bile yeterli olmayabiliyor. Dahası polis, suçtan elde edildiğini iddia ettiği, örneğin, paradan vazgeçmesi karşılığında şüphelilere soruşturma açmama teklifi—tehdidi—hakkına sahip. ABD hukuk sisteminde savcıların, daha ağır bir ceza alma ve uzun tutukluluk ihtimaliyle sanıkların gözünü korkutup davayı jürisiz, tek celsede sonuca bağlama alışkanlıklarına benzer bir pratik. Dolayısıyla, masumiyet karinesinin askıya alındığı, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye dayalı, istismara çok açık bir uygulama.

Söz konusu sayısız istismar vakasına iki örnek verelim:[1]

Sene 2012, aylardan Ağustos. 67 yaşındaki Mary Adams ve pankreas kanserinden muzdarip 69 yaşındaki kocası Leon Adams kahvaltılarını bitirmek üzereyken kırmızı tuğladan küçük evlerinin önüne tozu dumana katarak birkaç araç yanaşır. Araçlardan inen ağır silahlı polislerden biri “pılınızı pırtınızı toplayıp evi boşaltmanız için on dakikanız var” diye buyurur. Gerekçe, Mary ve Leon ile birlikte yaşayan oğulları, 31 yaşındaki Leon Jr.’un, polisin iddiasına göre bir ihbarcıya o evin verandasında üç kez marihuana satmış olmasıdır. Her seferinde $20’dan, toplamda $60 karşılığı. Bu uyuşturucu alışverişi orada gerçekleştiği için polisin, Mary ve Leon’un 1966’dan beri yaşadıkları evlerine el koyma hakkı doğmuştur! Hatta evi mezat usulü satıp geliri bölge savcılığı ile polis müdürlüğü arasında pay etme hakkı da! Ve üstüne üstlük, Leon Jr. beraat etse bile polisin bu hakkı saklıdır! Zira dava şahsa değil, eve karşı açılmıştır! Neyse ki baba Leon’un sağlık durumu yüzünden dava süreci boyunca Adams’ların evlerinde yaşamaya devam etmelerine izin verilir.[2]

Sene 2007, aylardan Nisan. Garsonluk yapan Jennifer Boatright, iki oğlu ve erkek arkadaşıyla otobanda seyrederken, onları bir süredir takip eden polis tarafından durdurulur. Gerekçe, sollama yapmak için kullanılması gereken en sol şeridi uzun süredir işgal ediyor olmalasıdır. Yani, gözünün üzerinde kaş vardır. Yanlarında ikinci el araç almak için biriktirdikleri yüklüce miktar nakit bulunmaktadır. Ortada hiçbir delil olmadığı halde polis arabada marihuana kokusu aldığı ve paranın uyuşturucudan elde edildiği şüphesiyle dördünü karakola yönlendirir. Karakola gelen savcı—ki kendisinin ek gelir için geceleri country müzik şarkıcılığı yapan biri olduğunu not düşelim— Boatright ve erkek arkadaşına iki seçenek sunar: Ya karapara aklama ve çocukları tehlikeye atma suçlamalarıyla siz hapsi boylarsınız, çocuklarınız da çocuk esirgeme kurumunu ya da parayı karakolda bırakıp tıpış tıpış yolunuza koyulursunuz. Yani savcı, ağır suçlarla itham etmeye hazır olduğu iki şahsı birkaç bin dolar karşılığı serbest bırakmaya razıdır. Boatright haliyle paradan feragat etmeyi seçer ama sonradan bu işin peşine düşer.

Başlarda örgütlü suç ve uyuşturucu ticaretiyle mücadelede caydırıcılığı artırmak maksadıyla başvurulan müsadere, 1984’de yürürlüğe giren “Kapsamlı Suç Önleme Yasası” (Comprehensive Criminal Control Act) ile birlikte seviye atlıyor. Zira yasa uyarınca, federal kolluk kuvvetlerine yardım eden yerel polis birimlerine müsadereden pay veriliyor. Polis bütçesinin kayda değer bir kısmının el konulan mal ve mülkten karşılanması, vergileri azaltma, kamu harcamalarını kısma ilkesi üzerine bina edilmiş neoliberalizm ile uyumlu olduğu için bu yöntem çok tutuyor. Bu yeni gelir kaynağının tadına varan eyaletler zamanla kendi “forfeiture” yasalarını getiriyor. “Benim memurum işini bilir” zihniyetiyle gittikçe palazlanan müsadere sisteminden bir araştırmaya göre 2000-2019 yılları arasında $68.8 milyar elde edilmiş.[3] Dolayısıyla bu uygulama sivil toplum örgütleri tarafından “kâr amaçlı polislik” (policing for profit) diye nitelendiriliyor.

“Kâr amaçlı polislik” demişken “kâr amaçlı yargıçlık“a de kısaca değinmeden geçmeyelim. Pennsylvania’da özel işletme idaresindeki bir çocuk hapishanesindeki doluluk oranını yüksek tutmak maksadıyla iki yargıcın rüşvet karşılığı çocukları aşırı sert cezalara çarptırdığı ortaya çıktı. Okul müdürüyle sosyal medyada dalga geçmek, boş bir binaya izinsiz girmek gibi entipüften gerekçelerle yüzlerce çocuğu infaz kurumuna yollayan yargıçlardan biri 17.5, öteki 28 sene hapis cezası aldı.

Müsadereye geri dönersek, yukarıda iki örneği verilen mağduriyetlerin her yıl binlercesinin yaşanması ve polis birimlerinin gittikçe arsızlaşması (örn. arabalar, televizyonlar, tekneler, first-class uçak seyahatleri, mangal partileri, vb.) sonucu en nihayet frene basma ihtiyacı hissedildi. 4 eyalet uygulamayı tamamen kaldırırken diğer birçoğunda da sınırlamalar getirildi. Mevzu 2023’te Anayasa Mahkemesi’nce görüşüldü ama henüz karara bağlanmadı.[4]

Toplumda bu denli kötülük ve şiddet varken kolluk kuvvetlerinin, hapishanelerin asayiş açısından kaçınılmaz olduğu; suçun, onunla başetmeye yönelik kurumları gerekli kıldığı çok yaygın bir kanıdır. Sol fikriyat bu ezberi bozmaya, suç ile güvenlik aygıtları arasındaki tek yönlü nedensellik varsayımını sorgulatmaya çalışagelmistir. Zira güvenlik kurumları kendi bekaları için gereken suçu ve suçluyu üretmeye muktedirdirler. Hatta bu tespiti en uç noktasına götürürsek, suçlular olduğu için hapishaneler değil, hapishaneler olduğu için suçlular vardır denilebilir. Bu uslamlama biçimini çok radikal, Black Lives Matter’ın “Hapishaneleri Kapat!”, “Polise Bütçeyi Kes!“ sloganlarını ütopik bulanlarda bile “kâr amaçlı polislik” olgusu hiç değilse bir duraksama yaratmalı: Belki de asıl “ütopik” olan bu sistemik çarpıklıkların reform yoluyla düzeltilebileceğine inanmaktır.


[1] Her iki vaka da Sarah Stillman’ın New Yorker dergisinde yayımlanmış makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

[2] İnternette davanın akibetine dair bilgi bulamadım.

[3] Bazı eyaletlerden tam bilgi alınamadığı için gerçek rakamın bu araştırmanın neticesinden çok daha yüksek olabileceğini belirtelim.

[4] Lüks seyahatler ve Anayasa Mahkemesi demişken, ABD’de geçen yılın skandallarından biri Anayasa Mahkemesi üyesi Clarence Thomas’ın çok zengin bir işadamıyla akçeli münasebetleriydi. Thomas’ın, masrafları bu milyarder tarafından üstlenilmiş pahalı seyahatlere katıldığı, bir akrabasının özel okul ücretlerinin yine aynı şahıs tarafından karşılandığı ortaya çıktı. Hatta bu elibol şahsın Thomas’ın annesinin yaşadığı evi satın alıp o aynı adreste ikamet etmeye devam ederken evi güzelleştirmeye yönelik büyük tadilatlara giriştiği öğrenildi. Bu tür hediyeleri, alışverişleri beyan etmesi kimilerine göre yasal, kimilerine göre etik bir zorunluluk olan Thomas bulundugu mevkiye rağmen yıllardır hiç tınmamıştı.