Bir arkadaşım dedi ki, “Türkiye haritası kırmızıya boyandı diye neden bu kadar sevindik ki biz?” Seçimden hemen sonraydı ve AKP’nin gerilemesi tahminlerimizin ötesinde olduğu için sevindikti herhalde. Kastamonu, Afyon, Manisa, Balıkesir, Bursa, Üsküdar… İyiydi yani. 2023 seçimlerinden sonra pek çoğumuzun kapıldığı umutsuz yorgunluğu silkeleyen, enerjimizi artıran bir şeydi.
2023 seçimleri, “yüksek politika” denen şeyin seçmenlerle ancak kamuoyu yoklamaları aracılığıyla ilişki kurabilen, yani ilişki kurmayan bir şey haline geldiğini ayan beyan göstermişti. Seçimlerden sonra muhalefet ittifakını oluşturan partilerin iç sorunları ortalığa saçıldığında, zaten bizimle uğraşacak hallerinin olmadığını, dertlerinin başlarından aşkın olduğunu büsbütün gördük. Onlar kendi aralarında pazarlıklarını sürdürüp uzun uzun metinler yazmaktayken kadın örgütlerinin muhalefetle ilişkilenme çabalarının neden sonuçsuz kaldığını da gördük. 6 Şubat depreminden sonra deprem bölgesinde yaygın bir örgütlenme ağı kuran kadın örgütleri de dahil, kadın örgütlenmesiyle sıfır temas! Son yirmi yılın en kadınsız seçimleriydi. Seçimlerden sonra oluşan Parlamentoda 121 kadın milletvekili olmasına rağmen (Cumhuriyet tarihinin en yüksek oranı) bu nicelik artışının herhangi bir niteliksel değişim etkisi olmadı. Hizbullahın mirasçısı HÜDAPAR’ın da yer aldığı bir meclisten söz ediyoruz nihayetinde. Elbette Türkiye’nin 2017’de geçtiği tuhaf “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin Meclisi etkisizleştirmesiyle kurumsal politikada kadınların etkisizleşmesini bir paket olarak ele almak gerekir. Meral Abla hariç. 2023 seçim sonuçlarında Meral Akşener faktörünün payı azımsanacak gibi değildi.
Peki sonra ne değişti? Aslında bu gri atmosfer içinde pek de önemli bir “değişim” olmuş değildi. Yerel seçimlere birkaç ay kala ana muhalefet partisi CHP’de gerçekleşen yönetim değişikliği de sahiden bir “değişim” yaratmış gibi görünmüyordu. Yeni yönetim, yerel seçimlerde “kent ittifakları” yapacağını açıkladı. Bu, parti yönetimleri düzeyindeki pazarlıklar yerine her bir yerelin kendi koşulları içinde yürütülecek ve seçmenleri de dahil edecek bir dizi ittifak politikası anlamına geliyordu. Ne kadarı bu hamlenin, ne kadarı ülkedeki genel hoşnutsuzlukların etkisiydi, tartışmaya açık; fakat sonuçta ana muhalefet partisinin yeni bir enerjiyle ve parti örgütüne ağırlık vererek girdiği seçim, kendisi açısından bir zaferle sonuçlandı ve CHP, Türkiye’nin birinci partisi haline geldi. 2019 yerel seçimlerinde toplam oyların %44.33’ünü alan AKP’nin oy oranı %35.48’e düştü.
CHP’den 6, DEM Parti’den 4, AKP’den ise 1 kadın büyükşehir belediye başkanı seçildi. İlçelerde seçilenlerle birlikte, kadın belediye başkanı sayısı 2019’un neredeyse iki katına çıktı. İşte, burada bazı değişim işaretleri görebiliriz belki.
Sayısal artıştan daha önemlisi, seçilen kadınların nitelikleri gibi görünüyor. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Eş Belediye Başkanı olarak seçilen Ayşe Serra Bucak, Siverek’in büyük Bucak ailesine mensup olmaktan başka çok önemli bazı niteliklere sahip: deneyimli bir sosyal çalışmacı, kadın ve çocuk hakları alanında uzun yıllar çalışmış. İstanbul Üsküdar’da oyların neredeyse yarısını alarak CHP adayı olarak seçilen Sinem Dedetaş, gemi inşa mühendisi ve daha önce çok başarılı bir İstanbul Şehir Hatları Genel Müdürlüğü tecrübesi var. Klasik bir “parti politikacısı” değil, politik tecrübesini meslek örgütünde edinmiş. Yine İstanbul Maltepe’de CHP adayı olarak seçilen Esin Köymen, mimar ve hem meslek odasında çalışmış hem de çevre hareketinde yer almış. Çoğaltabileceğimiz bu örnekler, bize yerel yönetimlerde yeni bir kadın gücünün işaretlerini veriyor: Teknik bilgisi ve politik donanımı olan, genç, klasik politikacı profilinden oldukça farklı kadınlar.
Batman’da HüdaPar adayıyla rekabet eden ve oyların %64’ünü alan 32 yaşındaki Gülistan Sönük’ün, DEM Parti’nin Siirt adayı 34 yaşındaki Sofya Alağaş’ın, DEM Parti adayı Ağrı belediye başkanı 39 yaşındaki Hazal Aras’ın başarıları, aynı zamanda Kürt Kadın Hareketinin gücüne ve enerjisine işaret ediyor. Aynı zamanda, 2005’ten bu yana uygulanan eş başkanlık sisteminin sahiden işe yaradığına da. Ağır politik baskı altında, yetişmiş kadrolarının sürekli kovuşturmaya uğradığı ve hapse atıldığı bir politik hareketin eş başkanlık politikasını ısrarla sürdürmüş olmasını da bu gücün ve enerjinin etkisi olarak görmek gerek.
Yerel yönetimlerde seçilmiş kadın sayısındaki artışın parlamento seçimlerindekinden farklı bir etkisi olacağını düşündüren şeylerden biri, bu kadınların içinde ne yapacağını bilen ve yapabileceğine güvenen politikacıların varlığı. Sayıları henüz çok az da olsa, “kadın politikacı” figürünün değişmesinde sayılarının çok ötesinde bir etkilerinin olacağını tahmin ediyorum.
İkincisi, yüksek politika katındakiler henüz farkında olmasalar da, güçlü bir dip dalganın yerel siyaset alanını kuşatmakta oluşu; ki seçilen kadınların diline sızan da bu dalganın taşıdığı tecrübe ve bilgi. Yerel yönetimlerin kadın örgütleriyle yaptıkları işbirlikleri ve buradan yeşeren yeni politika yapma biçimlerinin, cinsiyet eşitliğini gözeten politikaların denenmesi, sınanması, birikmesi… Bodrum Kadın Dayanışma Derneği ile Bodrum Belediyesi’nin yıllarca sürdürdükleri işbirliği, bunun iyi bir örneği. Şimdi Muğla Belediye Başkanı seçilen Ahmet Aras, 2019’da Bodrum Belediye Başkanlığına geldikten hemen sonra belediye bünyesinde bir toplumsal cinsiyet eşitliği bürosu açmıştı ve BKD’nin desteği ve katılımıyla, bir belediyenin bu alanda neler yapabileceğini, nasıl yapabileceğini sınama fırsatı bulmuştuk. Buna benzeyen ve benzemeyen (çünkü her bir “yer”in kendine has koşulları, sınırlılıkları ve imkânları var, yerel zaten böyle bir şey değil mi?) başka örnekler de var. Bu örnekler yalnızca kendi yerellikleri içinde kalmıyorlar, tıpkı feminist sözün kadın politikacıların diline sızması gibi, başka yerlere, başka bağlamlara sızıyorlar. Böylece bir bakıyoruz ki kadın danışma merkezleri, kreşler, cinsiyet eşitliğini gözeten yerel eylem planları, ufaktan uç vermeye başlamış.
CHP çok daha önce yapması gereken bir şeyi yapıp nihayet yerel yönetimleri bir modele kavuşturmak üzere harekete geçti. Bu parti açısından son derece akıllıca bir karardı, umarım şu aşamada kadın örgütleriyle, o güçlü dip dalgayla bağlantı kurmayı becerebilirler.
Türkiye haritasının kırmızıya boyanmasına sevinmemizin bir sebebi de herhalde AKP’nin gerilemesi ile bu dip dalganın yükselmesi arasındaki bağı sezmemiz. Muhalif politikanın “konum alma” ve “duruş” eylemsizliğine sıkıştırıldığı bir zamanda feminist hareket, politikanın imkânlarını yokladı, bunları genişletmeye çalıştı. Şimdi gördüğümüz, bu çabanın sonuçları. Yersiz bir iyimserliğe kapılmaya gerek yok ama yani, sevinmeyelim mi?