Sonsuza kadar tartışma imkanı veren konulardan (“tema”lardan) biri daha gündemimize gelip yerleşiyor galiba. Bu sefer bu dikenli konuyu önümüze seren kişi etnik olarak bir Arnavut. Adı Diamond Tema imiş. Konu, Hazreti Muhammed’in Ayşe ile evlenmesi: bu, ucunda kim olursa olsun, kabul edilebilir bir şey mi, değil mi?
Böyle bir tartışma bir sonuca varamaz. Çünkü “olur” diyeceklerle “olmaz” diyeceklerin, üzerinden yola çıktıkları öncüllerin uyuşabilecekleri bir zemin yok. “Olur” diyecekler zaten almayı benimsemişlerdir. Bu çerçevede, zaten kızın yaşını filan konuşuyor değiliz. “Dinin söylediğine inanacak mıyız, inanmalı mıyız?" Aslında bunu tartışıyoruz ve tartışmadan çok zaman önce kararını vermiş insanlar olarak “tartışıyoruz”.
Bir İslamcı dostumla konuşuyordum, yıllar önce. “Ben cinlere inanırım” demişti. “Çünkü “Kuran”da cinlerin varolduğu yazılmıştır.”
Yani, “inanmak” da kolay bir şey değil.
Şimdi bu “Ayşe anamız” sorunu, bugünün Türkiye’sinde yadırganmayacak şekilde polise, mahkemeye havale edilmiş durumda. Ama garip bir durum bu: Diamond Tema, İslam dünyasının en saygıdeğer düşünürlerinin söylediği olgunun dışında bir şey söylememiş! Sadece, bu “olgu”ya kendi değer yargısını eklemiş. Bu da mahkeme konusu olmasa gerek. Ama oluyor. Diyanet’ten (şimdilik) ses gelmiyor. Aslında belli ki müminleri de bir şekilde tedirgin eden bir olay bu.
“Tedirgin eden olay” bir tek bu değil. Hani büsbütün tarihe karışmış olmasa da, örneğin “recmetmek” gibi uygulamalar akla geliyor. Ya da, örneğin o dostumun söylediği gibi, cinler v.b. Bu gibi konularda “tartışma” dediğimiz şeyin anlamı olduğunu düşünmüyorum. “İman” konusuna getiriyor bizi. İman da zaten “tartışma” fiilini ortadan kaldırıyor.
Ama, tartışacak bir şey yok mu? İşte, şu anda Diamond Tema’nın durumu bence tartışılacak konu. Şöyle yaklaşayım: Hayat “değişim” demek. Hazreti Muhammed’in yaşadığı çağda bu olay hoş görülmese de büsbütün olmayacak bir şey değildi. Zaten başka türlü olamazdı. Bu türden olaylar durmadan oluyor ve olacaktır da. Zaman geçiyor, hayat değişiyor. Bu yeni durum da Salman hakkındaki fetva ile paralel bir gelişme izleme istidadı gösteriyor. Yani gene “öldürün” fetvası verecek merciler çıkar, onlara kulak verecek kurum ya da bireyler çıkar; bütün bu durumlarda çözüm birilerini “öldürmek” mi?
İslam sözkonusu olduğunda Kuran-ı Kerim’in Allah’ın kelamı olarak benimsenmesi yorum imkanını aşağı yukarı yok ediyor. “Dinsiz olun” diye tartışan yok. “Din olmamalıdır” diyen yok. Tersine, “Bu konularda ‘otorite’ olarak konuşanlar İslam en akılcı dindir” demekten geri kalmıyor — birçok laisist de aynı şeyi tekrarlıyor. Öyleyse, kitap ortada, söylenen ortada. Benim birkaç kere yazdığım, adını şimdi hatırlamadığım Mısırlı yazarın gösterdiği yön bu kilitlenme durumunda bir çare olabilir: “Evet, Kuran-ı Kerim Allah’ın kelamıdır, ama belirli bir zamanda, belirli bir topluluğa verilmiş bir tebliğdir. Bu çağ kapanmıştır; tebliğin alıcıları da çoğalmıştır. Dolayısıyla her şeyi yeniden tartışabiliriz.” Böyle bir ilkenin kabul edilmesi “mümkün” mü, bilmiyorum, ama hiç kolay olmadığı besbelli.
Öte yandan karşıt yaklaşımı benimseyenlerden birinin ötekini fiziksel olarak ortadan kaldırması mümkün olmadığına göre, bir “modus vivendi” bulunması ihtiyacı da gün geçtikçe (örnekler çoğaldıkça) keskinleşiyor.