Instagram’a erişimin 2-10 Ağustos 2024 tarihleri arasında 9 gün süre ile BTK tarafından engellenmesi, memleketin yaz boyu yaşadığı ikinci büyük toplumsal, yasal baskı krizine dönüştü. Bu engelleme üzerine bir yazı yazma fikri ortaya çıktığında yasak hala devam ediyordu ve haber programlarında mesele çok sert biçimde tartışılıyordu. Kişinin medyaya erişim hakkının gaspı çerçevesinde yapılan eleştiriler, sonuçları yeni hissedilmeye başlanan sokak hayvanları yasa tasarısının hiçbir kamuoyu mutabakatı aranmadan apar topar yasalaştırılmış olmasının getirdiği öfkeye de eklenince, iyice sıkışmış hissettik sanırım. Instagram gün boyu biraz eğlence, biraz life-style içerik bulabileceğiniz, X’e göre daha iç açıcı mecra olarak tanımlanıyor ne de olsa.
Yoksunluk da hissediyorduk tabii. Elimiz her telefona gittiğinde artık otomatik yapılan şeylerden biri elimizden gitmiş oldu. Bir de “Bir yerde de iyi oldu!” diyenler ortaya çıkmaya başladı sonraki birkaç gün içinde. Instagram detoxu lafları ortalarda dolaşmaya başladı. “Biraz dinlendim, kitap okuyabiliyorum, daha az öfkeli hissediyorum” diyenler çıkmaya başladı. Hemen akabinde bu tavrı eleştiren sesler de yükseldi tabii. Tiyatro oyuncusu Kıvanç Kılınç “Hak gaspından detoks devşiren cici konformistler” diye seslenmiş bu kitleye. Instagramsızlık deneyimlerini aktarmak da bu tepki ile ayıplanmış oldu. O tartışma orada öyle kapandı benim görebildiğim kadarıyla. Sonra Instagram’ın, daha neden kapatıldığı, aynı şirkete bağlı Facebook’un neden kapatılmadığını anlamamışken, yeniden açıldı. Herkes çok uzun bir tatilden gelmiş gibi hasretle yeniden storylerine, postlarına, reelslerine geri döndü. Instagram'la kavuşan Türkiye’yi temsil eden pek çok komik video izledim. Belli ki Türkiye Instagram'ı özlemiş.
Bir medya mecrasının aniden, açıklamasız biçimde kapatılması, elbette yasal ve toplumsal ve ekonomik olarak bir hak ihlalidir. Bu kabul tüm meşruiyetiyle burada dursun. Ancak ben bu yazıda cevabını burada veremeyecek olsam da iki konuyla uğraşmak istedim. Bunlardan ilki Instagramla toplum olarak ne yapıyor olduğumuz sorusu ile ilgili. Bu soruyu elbette bu yazıda cevaplamayı hedeflemiyorum. Zira bunu yapabilmek için epey araştırmaya ihtiyacımız var.[1] Bu yazının tartışmak istediği ikinci şey ise, sosyal medya çağında sürekli altı çizilen “güçlü izleyici” kabulünü sorgulamak olacak.
***
Sosyal medya mecralarının kültürel, toplumsal ve politik yapıyla ilişkili olarak farklı kullanım biçimleri oluşuyor farklı ülkelerde. Bizim içinde bulunduğumuz koşullar dolayısıyla hemen her mecra zaten kamusal alanda pek çok biçimde baskı hissedildiği için politik alanın reflekslerine göre kullanılıyor. Politik gündem bu mecraların içine sızarak görünür olabiliyor. Genel kabul, X’in Türkiye’de ulusal kanallar ve gazeteler haber ihtiyacını karşılamadığı için, bir tür haber kaynağına dönüştüğü yönünde. Youtube ülkemizde yok olan ana akım medyanın ve ulusal televizyon kanallarının yeniden formüle edilen bir şekli olarak görülüyor. Yani Youtube pek çok şeyin yanında aslında televizyonun yeniden regüle edildiği bir mecra olarak tanımlanıyor. Instagram ise bir görsel mecrası. Temel aracı görsel. Günlük görsel ve video ihtiyacımızın karşılandığı yer. Kısa video içerikleri, storyler ve postlardan oluşan bu medya ortamı belli ki sadece eğlence platformu değil. Büyük bir ekonomik girişim alanı.
Ama yine de dediğim gibi kendi sosyal medya kullanım pratiğime de baktığımda Instagram gündelik hayatla, yemek, moda ve sınırsız ilgi alanıyla ilgili içerik takip edebileceğiniz bir şey olduğu için yine de bir miktar bu ülkenin her yurttaşının üzerine boca ettiği gündelik politikadan biraz da olsa kaçabilme mekanı. X’e erişim engeli geldiğinde daha önceki dönemlerde bunun iktidarla ve toplumsal muhalefetle ilişkisi net olduğu için bu kararın politik olması o kadar da anlaşılması zor bir şey olarak görülmeyebiliyor. Ama bu kadar gündelik uğraşlarla dolu, azıcık neşe, keyif verebilen üstelik geniş bir kesim için önemli bir ekonomik alan olan bir mecra yasaklanınca verilen tepki de daha sert oldu.
Bu süreçte daha iyi öğrendik ki Instagram aracılığıyla epey büyük bir ticari hareket oluşuyormuş. Günlük maliyeti 2 milyon tl diye açıkladı o süreçte uzmanlar. Influencerlar aracılığıyla yürütülen ticari faaliyet dışında, küçük ve orta ölçekli üreticinin kendine bir satış ve tanıtım alanı bulduğu yer. İçine sıkıştığımız işsizlik ve yoksulluk içinden çıkarabilecek girişim fikirlerine erişebileceğiniz, özellikle ekonomik olarak daha güçsüz ve savunmasız pek çok kadının, girişimci olmasını da sağlayan bir ekonomik alan.
Sadece Instagram girişimcileriyle ilgili bir şey değil bu mecra. Aynı zamanda buradan gelir elde etmeden de mecrayı kullanan milyonlarca insandan bahsediyoruz. Onlar için de belki sadece eğlenmenin, kafayı boşaltmanın aracı olabilir. Belki de sadece eğlenmekten daha fazlasını ifade ediyordur bu insanlar için Instagram. Örneğin bir kolektivitenin parçası olmayı, kendisi gibi insanlara erişmenin bir yolu olarak işlev görüyor olabilir. Ben kişisel olarak “Instamom” hesaplarını çok sıkı takip etmiştim örneğin ilk anne olduğum zamanlarda. Bu hesaplar aracılığıyla kendi annelik deneyimlerime uyumlu başka kadınlarla bir araya gelebilmek, onların deneyimlerini öğrenebilmek çok kıymetliydi o dönem. Yani öngördüğümüz ya da göremediğimiz pek çok etkileşim biçimi var o mecralarda. Daha iyi bilmeye ihtiyacımız var.
***
“Sosyal medya mecraları ile ne yapıyoruz?” sorusunu sorabilmek için izleyiciye bir güç ve faillik atfetmek gerekiyor. Bu dönemde de o faillik kapasitesi çok hızlı biçimde verili kabul ediliyor aslında. Yaşanan hızlı dijital dönüşümle birlikte sosyal medya çağında izleyicinin bir şeyleri seçebileceği, seçmeyebileceği, mesajı dönüştürerek alımlayabileceği, kendisi üretebileceği ve o mecralar aracılığıyla ekonomik gelir elde edebileceği net biçimde ortaya çıkınca bu soru daha da önemli hale geldi. Yani, sıradan izleyicinin, sadece pasif izleyici değil aynı zamanda medya içeriği üreticisi olduğu andan itibaren, izleyicinin medya ile ne yaptığı sorusu tekrar popüler hale geldi. Ama bu son Instagram engellemesinden sonra da “artık izleyicinin artan gücünden bahsedebilir miyiz?” diye sormadan edemiyorum.
***
20. yüzyılın başlarına dayanan iletişim araştırmalarının, “İzleyiciler medya ile medyanın mesajları ile ne yapıyor?” sorusunu sorması 1960’lı yılları buldu. İlk dönemde kitle iletişim araçlarının kanaatleri biçimlendirmede mutlak bir etkisi ve gücü olduğu sonucuna varıyordu. Sihirli mermi, şırınga vb. metaforlarla, medya mesajına maruz kalan bireyin bu anlamdan, mesajdan kaçamayacağı anlamı yaratılıyordu. Nasıl bedenimize saplanan merminin etkisinden kaçamıyorsak, maruz kaldığımız medya mesajından da mutlak biçimde etkilendiğimizi iddia ediyordu bu teoriler. Hem liberal çoğulcu yaklaşımlar hem de Frankfurt Okulu düşünürlerinin ürettiği düşünceler temelde medya araçlarının gücünün, izleyicinin güçsüzlüğünün altını çiziyordu. İletişim araştırmalarının bir sonraki evresinde ise medyaya atfedilen mutlak gücü sorunsallaştıran ilk bulgulara ulaşılan araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalarda, medyanın mesajlarının direk alıcıların bünyesine zerk edilmediğini, bir takım kamuoyu önderlerinin filtresinden geçerek toplumda dolaşıma girebildiğini iddia ediliyordu. Yani medya o kadar da güçlü bir şey olmayabilirdi[2]. Medya literatüründe izleyicinin de bir gücünün olabileceği fikri bu andan sonra hep daha da güçlenerek savunulmaya devam etti.
En önemli kırılma 1960’lı yıllarda İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu’nun katkısı ile sağlandı. Bu çalışmalarda izleyicinin de fail olduğu ve belli okuma biçimleriyle medya metninin okuyabileceği fikri ortaya atılınca, izleyiciye ilk kez, eleştirebilen, müzakere eden ya da belki medyanın mesajını tümden reddeden pozisyonlar atfeden araştırmalar yapılmaya başlandı.
Bugün geldiğimiz noktada ise “medya üreticisi yeni izleyici” yaklaşımına dayanılarak çokça güç atfedilmeye devam ediliyor. Diğer yandan kitle iletişim araçlarının büyük oranda dijitalleştiği bu çağda medyanın gücünün büyüklüğü, kapsayıcılığı yeni kavramlarla anlaşılmaya çalışılıyor. Yani hem izleyicinin failliği hem de medya endüstrisinin belirleyici evrensel gücü üzerine çokça fikir üretilmeye devam ediliyor. Burada bir çelişki de görülmüyor. Zira medyanın toplumsal etkisini anlamanın bugün bizi ekonomi-politik yaklaşımların yeniden önem kazandığı bir noktaya getirdi. Yani hem medya gittikçe daha da küresel kapitalist odakların güç odağı olarak okunurken, diğer yandan bu belirlemeci ortam içinde izleyicinin güçlendiğini iddia etmeye devam ediyoruz.
***
Bence, kısmen Obama’nın 2008 yılında aday olduğu ilk ABD Başkanlığı seçimlerinden, ama net olarak da Trump’ın Hilary Clinton ile yarıştığı 2016 başkanlık seçimlerinden beri biz yeniden medyanın güçlü etkisi yaklaşımına geri döndük. Cambridge Analytica’nın ismini ilk kez duyduğumuz ve sosyal medya mecraları üzerinden yapılan “seçmen davranışı” manipülasyonunun kabulünden itibaren, iletişim araştırmalarının, yeniden medyanın güçlü etkisi dönemine bir biçimde geri döndüğümüzü söylemek çok abartı olmaz sanırım. En azından üzerinde spekülasyon üretmesi verimli bir tartışma.
Tüm bu sosyal medya kısıtlamaları bize izleyicinin yeniden, aslında ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor. Yani, evet X’te toplumsal hareket örgütlenebiliyor, sivil toplum daha önce yapılamadığı kadar kendini bu mecrada anlatmayı başarabiliyor, ana akım medyada sansürlenen haber akışı X’ten takip ediliyor ama aletin fişini ansızın çekebilen birileri var.
Wattpad adlı dijital edebiyat uygulamasını yasaklayan ilk ülke olduk. Yasağın devam ettiği günlerde TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman, “Milletimiz Tik-Tok’un kapatılmasını istiyor” diye açıklama yaptı. Tüm bu gelişmeler yasakların devam edebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla sosyal medyada “aşırı güçlenmiş” izleyicinin/üreticinin de baskılanması güçsüzleştirilmesi çabaları devam edecek gibi görünüyor.
Demem o ki, yurttaşlık hakları zayıflarken, izleyici olarak güçleniyor olduğumuza inanmak bana pek de ikna edici gelmiyor artık.
[1] Henüz akademik yazın en genel tabiriyle “Instagram’da neler yapılıyor?” sorusuna cevap arıyor. Mecra yeni olunca önce içeriği belli kültürel ve toplumsal bağlamlarda betimlenmeye çalışılıyor. Cevabını en az bildiğimiz soru ise “sosyal medya mecraları ile ne yaptığımız?” olarak kalmaya devam ediyor.
[2] Gerçi bahsedilen bu yaklaşım, izleyicinin gücünden değil, medyanın olası güçsüzlüğünden bahsediyordu.