Nezaket
Tanıl Bora

Nezaketten söz edecek zaman mı? 

Bir askerî darbe girişimi atlatılmışken… Fırsattan istifade, idam istenirken…

Darbe olmamışken de, nezaketten söz edecek hal mi kalmıştı? Onca ölüm zulüm varken? 

Dahası, hercümercin orta yerinde nezaketten söz etmek, siniklik olmasın? Siyasî dokunulmazlıklarını kaldırmak üzere tertip edilmiş komisyon toplantısında, söz almadan konuşan HDP milletvekilinin “nezaketsizlikle” suçlanması gibi… 

Nezaketin, siyaset erbabının nezaket ziyareti protokolünden öte bir politik manası olabilir mi?

***

Farsçadan geliyor kelime, sırasıyla: ince, lâtif, zarif, nazlı anlamına geliyor. “Naz”la da kökdeş.

Nitekim genellikle kibarlıkla, günlük adabı muaşeretle eş anlamlı kullanıyoruz. Pursaklar Belediyesi’nin 2013’te açtığı “Nezaket Okulları” mesela, “geleceğin hanımefendilerini ve beyefendilerini yetiştirme”yi hedeflemiş.

Bu, nezaketin kof anlamının karikatürü.

***

Walter Benjamin Parıltılar’da [1]  nezakete politik bir anlam biçer. Onun yorumuna göre: Ahlâkî olanın kuvvetiyle varoluş mücadelesinin kuvveti birbiriyle çatışırken, bunların açıortayı, “bileşke kuvveti”, nezakettir. “Nezaket ne ahlâkî bir hükümdür, ne mücadelede bir silahtır - yine de her ikisi birden olur.” Tamamen ehemmiyetsiz, tamamen “hiç” gözüyle de görebilir, “her şey” de sayabilirsiniz onu, nereden baktığınıza bağlı. Şöyle açıklar bunu Benjamin… Şekil olarak nezaket, tarafların varoluş mücadelesindeki sertliği, gaddarlığı gizleyen bir hoş görünüşten ibarettir. Kendini ahlâk törelerinin, konvansiyonun biçimselliğiyle sınırlamayan nezaket ise, güç mücadelesinin şiddetten ibaret soyut manzarasının ötesine uzanır; “aşırılıklara, komikliklere, özel durumlara veya şaşırtıcı hallere dair duyarlılığı, sezgiyi” uyarır. Benjamin’e göre nezaketin künhüne varmak budur. Bu anlamda nezaketin çekirdeğinin sabır olduğunu ekler bir de; hatta nezaketin dönüştürmeden devraldığı yegâne erdem de, sabırdır ona bakılırsa.

Benjamin’in yorumu, nezaket kelimesinin ilk yalın anlamını derinleştirir aslında: incelik. İnce görmekteki, “ince şeyleri düşünmek”teki incelik. “Durumun nezaketi” derken kast edilen şey, biraz. Benjamin’in, nezaketin ‘diyalektiğine’ verdiği önemin de altını çizmeli. Ahlâkî olanla ‘savaş gücü’ arasında bir ince çizgi…

***

Yaşayan bir filozof, André Comte-Sponville de, Benjamin gibi, nezaketi ahlâkî olanın kıyısında, kenarında görüyor. Gerçi, güçlü eseri Büyük Erdemler Risalesi’nde [2] ilk sıraya koyduğu erdemdir . İlk sırada, ama “en yoksul, en yapay en tartışma götürür erdem”... Çünkü aslında bir erdem değildir, erdemin yerini tutamaz, Comte-Sponville’e göre. 

Burada, “Belki de ilk erdemin erdemli olmaması erdemlerin özüdür” şerhini düşer! Nezaketten söz etmenin, hele belânın ortasında, sinik görünmesini bir de bu şerh ışığında düşünelim. Mesele sinizm değil, erdemin (bütün erdemlerin) kırılganlığıdır belki.

André Comte-Sponville, nezaketin ahlâkî gücünün, ahlâkı taklit etmesinden geldiğini anlatır. Nezaket, bir bakıma erdem taklididir. Taklidi küçümsemeyin: Sanatın doğayı taklit etmesi gibidir bu. Nezaketle davranmanın idmanıyla, tecrübesiyle, alışkanlığıyla, ahlâkî olana meyledersiniz. (Zaten Comte-Sponville, ahlâkın da nezaketi taklit ettiğini söyler!) Nezaketin kazandırdığı hal ve davranış disiplini, ahlâkî davranmaya yöneltir – yöneltebilir, en azından. Nezaket, erdemi hazırlayan bir erdemdir.

***
Evet, nezaket, erdemliği de, değerliği de, anlamı-‘faydası’ da şüpheli görülebilecek, hayli mütevazı bir değer. Bu mütevazılığıyla, doğrusu, ikmali, ‘sürdürülebilirliği’ zor bir değer.
Kibrin zıddı belki de tevazu kadar, odur: nezaket.

***

Dokuz yıl önce bu ay, 12 Temmuz’da, yitirdiğimiz Ulus Baker’in bir alâmeti de nezaketiydi. Zaten hercümerc ortasında nezaketten söz etmeye kalkmamın bir nedeni de, onu anmak.
Tanıyanların bildiği, gördüğü, hal ve davranışındaki nezaketten bahsetmiyorum sadece. Sadece kim ve neci olduğuna bakmadan herkese, umurunda olmayan eşyaya bile, nezaketle, letâfetle davranışı değil kastım…

Büyük filozofların “felsefî duyguları”ndan söz ediyor ya kendisi. Geleneksel, dinsel, ahlâkî vasıflar değil, özel bir felsefî iradeyle örülen duygusal tavırdan söz ediyor. [3] O duyguların kadrosunu: alçakgönüllülük, dürüstlük, yoksulluk, diye sayıyor Ulus; bunlara, o felsefî-duygusal tavrın biçimini oluşturan nezaketi eklemek isterim. Yazının başından beri konuştuğumuz üzere, bunun sadece biçim olmadığını hatırlatarak. Yine, nezaketin ilk anlamı olan inceliği, ince görmeyi, ince düşünmeyi hatırlatarak… Ulus Baker’in gerek konuşmasının müziğiyle gerek yazış üslûbuyla kelimelere ve kavramlara gösterdiği nezaket, o inceliğin resmidir. 

Bir söyleşisinde “yeterince nobran olunabiliyor ülkemizde” [4] der. Yeterinden fazla. Nezaket, bütün “inadına”lardan daha çetin bir inadın konusudur, buralarda. Ulus, o inadın inatçısıydı.


[1] Illuminationen, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.m. 2001.

[2] Çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 23-32. http://www.iletisim.com.tr/kitap/buyuk-erdemler-risalesi/8640#.V4XciPmLRD8

[3] Ulus Baker, Kanaatlerden İmajlara, (Çev. Harun Abuşoğlu), Birikim Kitapları, İstanbul 2015 (4. Baskı), s. 176-7.

[4]  Ulus Baker, “Anlatılan şeylerin çoğu kötülüktür, krizdir, yarılmadır…” - Yücel Kayıran’la söyleşi, Dolaylı Eylem (Der. Ege Berensel), Birikim Kitapları, İstanbul 2015 (2. Baskı), s. 404.