Kurban
Polat S. Alpman

Sami dillerinden bir kelime olan kurban “yaklaşma, yakınlık” anlamlarına gelir. Türkçedeki akraba (yakın) kelimesi ile aynı kökten olan bu kelime, ıstılahî olarak bir buyruk ya da adağı yerine getirmek üzere boğazlanan hayvanlar için kullanılır. İslam mezhepleri içerisinde Hanefilik kurban ritüelini vacip, yani imkanı olan herkesin yapmakla yükümlü olduğu bir ibadet olarak görürken, diğer Sünni mezhepler bu ibadeti sünnet olarak kabul eder.

Türkçede kurban kelimesinin kullanımlarından biri de kişinin kendisini feda etmesiyle ilgilidir. Kurban olmak, kişinin inandığı dava ya da değer uğruna kendi canından vazgeçmesi anlamında kullanılır. Burada kurban olmak, bir irade içeriyor gibi gözükse de -dilin gösterdiği gibi- kişinin başka bir çaresinin olmadığını, kendini buna mecbur hissettiğini ya da iradesinin bir biçimde rehin alındığını gösterir. Kurban, kurban olmaya gönüllü bile olsa buna neden olan koşulları değiştirmeye yönelik hiçbir etkili girişimde bulunamamış kişidir. Kendini feda edip davasına kurban olacak kişi kendini büyük bir ciddiyetle motive etmelidir. Böyle bir motivasyon kuşkuya, eleştiriye ya da alternatif önerilere kapalı olmayı zorunlu hale getirir. Özellikle kuşku... inandığı şeyden kuşku duymamak ve sadece kendisi gibi inanan, hiçbir şüpheye sahip olmayanlarla birlikte hareket etmek, hakkıyla kurban olabilmek için önkoşuldur.

Kurban kelimesinin Türkçedeki kullanımlarından biri de hiç beklenmedik bir olay neticesinde yaşamını yitirenlerdir. Mesela bir kazaya, bir cinayete kurban gidilebilir. Yolda yürürken, sıra beklerken ya da işten çıkarken bir terör saldırısına ya da deprem gibi bir doğa olayına kurban verilebilir. Bir kere kurban haline geldikten sonra kişiyi kurbanlaştıran süreçlerin hepsi mukadderat olarak kabul edilecektir. İster bir maden ocağı olsun, ister bir otobüs durağı kurbanlar, her an kurban olabileceklerine alışarak yaşamlarını sürdürmelidir.

Kurban, bir hitap, sesleniş şekli olarak da kullanılmaktadır. Türkiye’nin bazı yörelerinde ve bildiğim kadarıyla bazı tarikatların jargonunda kurban kelimesi bir çeşit seslenme, hitap etme ve bir yakınlık göstergesi olarak dile getirilir. Birbirlerine “kurban” diye hitap eden kişiler için bu ifade hem yakınlık ve yerellik, hem de sofiler örneğinde görülebileceği gibi, sosyal mensubiyetlerin ya da tarikat-cemaat bağlarının dil üzerinden de kurulmasını sağlayan bir şablon oluşturur.

Kurban Bayramı, Türkiye’deki sosyal eşitsizliğin hatırlandığı bir diğer bayramdır. Bu hatırlamaya neden olan sebep ise genellikle Allah’a iyi kulluk yapmak maksadıyla hayvanların boğazlanmasına karşı olan kişilere mevcut eşitsizliği göstererek ibadeti rasyonelleştirmektir. Türkiye’deki sosyal ve ekonomik eşitsizliğin garip gureba, fakir fukaraya et dağıtılarak bir nebze olsun giderildiğini öne sürenler açısından Kurban Bayramı’nın işlevsel boyutunu vurgulaması anlaşılabilir. Ancak Türkiye’de Kurban Bayramı’nın genellikle senelik eti toptan almak gibi bir işleve sahip olduğu bir sır değil.

Yoksul ve muhtaçların Kurban Bayramı vesilesiyle et yediğini söylemenin yüz kızartıcı bir tarafı daha var. Yoksullara, muhtaçlara, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi yüceltmek ve buradan bir hayır-hasenat söylemi geliştirmek hayırseverlik gibi görünse de eşitsizliği, muhtaçlığı, yoksulluğu kader haline getiren bir dili de barındırıyor. Yoksulluğun ve yoksunluğun normalleşmesine hizmet eden bu söylem, eşitsizliğin neden olduğu gerçek duruma üzülmeyi tavsiye edip hayırsever olmayı öne çıkarırken eşitsizliğin sebebini de Allah’a havale ediyor. Böylece gerçek sorun, eşitsizlik sorunu ortada durmasına rağmen kimse sorunun kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmıyor. Kurban ibadetini dini gerekçelerle ciddiye alanlar arasında “yahu bu yoksulluk belası neden var”, ya da “bu insanlar et yemek için neden Kurban Bayramını beklemek zorundalar” diye soran bir elin parmak sayısını geçmeyen aykırı tipleri saymazsak, kurulu düzenden şikayetçi olan pek kimse yok.

“Veren el, alan elden üstündür”, diye bir atasözü var. Kurban Bayramı gibi günler, bu üstünlük ilişkisinin hayır-sevap düsturlarıyla dengelenmek istendiği günlerdir. Yine de vermek ve almak arasındaki ilişki pek değişmez. Bayram da olsa veren el, alan elden üstün olmaya devam eder. Hayırsever, iyi, merhametli insanlar kurban ettikleri hayvanların etlerinin bir kısmını dağıtılırken bu eşitsizlik ortada durmakta ve gerçeği olduğu gibi haykırmaktadır; ancak egemen ideolojinin bu kadar güçlü olduğu bir coğrafyada bu sesin duyulması çok kolay değil. Bu yüzden bizim gibi memleketlerde kurban etmek kadar kurban olmak da çok kolay.