Ölüm Üzerine Düşünceler (IV)
Derviş Aydın Akkoç

Parası olmasına rağmen yirmi yıldır kötürüm bir şekilde yaşayan Zagreus, bedensel eksikliğinden ötürü yaşama karşı -Nietzscheci anlamda- “hınç” beslemez: “Yaşamı hiçbir zaman bir sakatın öpücükleriyle kirletmemek gerekir.” Eksikliğiyle bir fazlalık olduğunun farkındadır, nitekim “kesik bacaklarını doğrulayacak, haklı çıkaracak” herhangi bir tutamak bulamaz. Mutlu ölüm esprisi hayatı uzatmaktan yanadır, onu kısaltmak için geçerli bir neden yoktur, ama bedenin ve ruhun bütünlüğüne bağlıdır yaşamak isteği. Zagreus’un mutlu ölüm istenci, bedensel durumundan ötürü suya düşmüştür, ama o her durumda mutlu ölümü destekler, varoluşun amacının mutluluk olduğu düşüncesinin zorunlu sonucudur bu da. 

Kişiyi “budalalığı ve şiddetiyle kuşatan” bu dünyada her şey “mutluluğun lehinedir.” Albert Camus, Zagreus’un ağzından Hegel’in “Hindistan” özelinde “Doğu halklarının tarihi yoktur” yollu sansasyonel fikrine de çatar: “Uygarlığımızın tüm aşağılığı ve acımasızlığı, mutlu halkların tarihi olmadığını ileri süren anlamsız bir aksiyomda ortaya konuyor.” Batı ya da daha doğrusu sınıflı toplumların halklarının tarihi vardır belki ama bu tarih mutsuzluğun, savaşların, kıyım ve yıkımların tarihidir.

Zagreus’un itidalli tavrının, engin perspektifinin karşısında daha “tutkulu” ve şahsi bir yerde durur Mersault. Problemin odağını tümel olandan (uygarlığın mutluluk-mutsuzluk anlayışından) tikel olana (bireyi tam şimdide etkileyen mutsuzluk dinamiklerine) kaydırır. Yaşamak için çalışmak zorunda olmak tiksinti uyandırmanın yanı sıra, gurur inciticidir de. Halkların tarihi, kişilerin tarihinden ayrı olmadığı gibi, daha önemli de değildir. “Saatleri” satmak ekseninde örgütlenmiş bir mekanizmadan çıkmak için direnmek, Camus’nün genel formülasyonuyla “başkaldırmak” gereklidir; işin “kötü”, hatta “acı verici” yanı da budur zaten:

“Kazanmak zorunda olduğum bir yaşamım var. İşim; başkalarının katlandıkları, benimse dayanmaya çalıştığım şu sekiz saatler. (...) Yeterli gücüm ve sabrım olsaydı yaşamın hangi aşamasına kadar varırdım, iyi biliyorum. Yaşamımı bir deney haline getirmezdim. Kendim yaşamımın deneyi olurdum. Evet, hangi tutku bütün gücüyle beni doldururdu, biliyorum. Önceleri çok gençtim. Çevreye uyardım. Bugün nasıl davranacağımı, sevmeyi, acı çekmeyi anladım, gerçekte yaşamak budur, ama açık olunduğu ve yazgının, bir sevinç ve tutkular gökkuşağının biricik yansıması –bu herkes için böyledir- olarak kabul edildiği ölçüde yaşamaktır bu.” (s. 54)

Zagreus’un bu tutku dolu sözler karşısındaki ilk tepkisi: “ama çalışırken böyle [bu düşüncelerle] yaşayamazsınız.” Beriki aynı fikirde değildir: “Hayır, çünkü başkaldırı durumundayım ve kötü olan da bu.” Mutlu olmak ve nihayet mutlu ölmek arzuları, Mersault’nun içinde bulunduğu yoksulluk ve entelektüel donanımdan ötürü trajik olan karşısında çöker, Zagreus havlu atar: “Sizi seven kişileri çok acı bekliyor. (...) Trajiği mutluluğa yeğlemeyin. Bunu iyi düşünün, Mersault. Bunu iyi düşünün.” Mersault nezdinde düşünce değil, tutkudur daha baskın olan, trajik olanı seçer, aslında çoktan seçmiştir de...

Kendisine telkinde bulunan sağduyulu sese karşı da acımasızdır: “Bir paçavra, diye düşündü Mersault. Dünya içinde bir sıfır.” Zagreus’un -kendi isteğiyle- alnına silahı dayar, tek bir kurşunla bu “sıfırı” yeryüzünden bütünüyle siler; Zagreus ölümü sakin karşılar, Mersault da ise korkunç bir düşünce su yüzüne çıkar: “Ortadan kaldırdığım yarım bir adamdan başkası değil. Bana bundan ötürü kızılmamasını isterim.” Kim kızacaktır? Yasa yahut ahlak mı? Tutkuyu merkezine almış bir özne için ahlak ya da hukuk ciddiye alınacak otorite makamları değildir. Albert Camus tıpkı Yabancı’da olduğu bu romanında da, daha önce Dostoyevski’nin ortaya attığı bir problemi irdeler: eylemin failinin kendi vicdanı...

***

Mersault’nun derdi “mutlu ölümle” hayatının sona ermesi değildir aslında. Bu ölümü, doğasındaki eşitsizlikten ötürü elinin tersiyle itmiştir. Zagreus’u öldürdükten sonra sandığındaki tomar paraları alır. Paranın nasıl “ele geçirileceği” önemli değildir: Artık özgürdür. Çoklarının “katlandığı”, onunsa “dayandığı” bir dünyada başka bir ölümü arzular, her ne kadar “dış koşullar” tarafından belirlense de öznenin kendi “yazgısının” efendisi olduğu bir ölüm arzusu: “bilinçli ölüm.” 

***

Para sayesinde toplumsal ve iktisadi bağlardan kopulmuş olsa da, bilinçli ölüm arzusuna ve bu arzunun simetrisinde yer alan bilinçli hayat arzuna musallat olacak bir başka güç daha vardır ama: Doğa. Zagreus’u öldürüp paralarını aldıktan sonra, evi terk ederken serin havada tam üç kez kuvvetli bir şekilde, sarsılarak aksırır Mersault... Metnin ilerleyen bölümlerinde Mersault’nun bilinçli ölüm arzusuna bu üç aksırık da eşlik edecek; hayat ve ölüm ikiliğine sağlık ve hastalık ikiliği de eklenecektir...