İktidar Arzusu (II)
Erdoğan Özmen

"Gözümüzün önünde cereyan eden dram, kendi üstündeki lanetin ve genel olarak tüm lanetlerin gücünü inkar etme kibri gösteren, hatta daha ileri giderek, suçu tanımlayan yasaları kendi yaptığından, suç işlemesinin zaten mümkün olmadığını savunan bir yöneticinin, George W. Bush’unkidir (Bush’un başkalarının maşası olup olmadığının burada bir önemi yok)."[1]

İktidar baştan çıkarır, evet ama, iktidarın cazibesine kapılıp kendinden geçmenin, kendini kaybetmenin, kendi ilke ve değerlerini tümden inkar etmenin günümüzdeki sefil ve zavallı örneklerinden sonra bir de şu var artık: Söz konusu ayartılmanın, kendini bir atığa, bir posaya dönüştürmenin hangi korkunç biçimleri alabileceği ve nereye kadar alçalabileceğinin baştan hiçbir bilgisine sahip değilmişiz meğer.

“Arzunun analitik olarak incelenmesinin temelinde bulduğumuz şey mazohizmdir” der Lacan. Amacı kendi nesnesini bulmak değil, yalnızca kendini sürekli kılmak olduğu içindir ki mazohistik bir niteliğe sahiptir arzu. Arzu kendini, nesneyi elde ederek ya da içine alarak/temellük ederek, yani başarısı yoluyla değil, başarısızlığı sayesinde, kendini nesneye tabi kılarak daimileştirir. Arzuyu güdüleyen şey, Öteki’nin mahallinde koyutladığı, Öteki’de varsaydığı esrarengiz nesnedir. Diğer yandan, söz konusu nesnenin esrarengiz niteliğini inşa eden ve sürdüren de zaten arzunun o nesneyle ilişkilenme biçimidir. Bu yüzden, nesne a Öteki’de teşhis edilebilir ve konumlandırılabilir bir nesne olmaktan ziyade , Öteki’de Öteki’den daha fazla olan şeydir. Özne bu nesneyi (nesne a) Öteki’nin gizli ve ulaşılamaz zevk noktası olarak varsayar. Bu aynı zamanda bütün sağcı, ırkçı, faşist hareket ve iktidarların haset, nefret ve hınç siyasetinin zaman zaman kitlesel karşılıklar bulmasını mümkün kılan zemindir.   

Demek arzu, bir yandan insanın özü, en iç çekirdeği iken (çünkü diğer bütün nitelikleri silinse ve iptal edilse bile geride varkalmaya devam edecek olan şeydir, insanın arzulayan varlık olma hali), diğer yandan kurucu bir açmazla, tatminine ilişkin yapısal bir imkansızlıkla çoktan işaretlenmiş haldedir. O halde, hem –örneğin- iktidar arzusunun (arzunun, bir iktidar/güç/hükmetme arzusu olarak indirgenmesi ve sabitlenmesinin), bir kısa devreyle arzunun patikasının boğulması girişimlerinin, hem de sahip olunan iktidar ve güç en eksiksiz ve muhteşem haldeyken bile zonklayıp duran eksiklik (varlıktaki eksik) ve tatminsizlik hissinin gerisinde de aynı arzu hikayesi/diyalektiği vardır.

“Dünyayı fethetmeye ahdetmiş olanlar bile Öteki’nin gizli zevkinin cazibesini hisseder ve bu zevki, iktidarın en namevcut gibi göründüğü noktada konumlandırırlar. Bu, efendinin köleye duyduğu gizli haseti açıklar. Egemenlik edimi sayesinde efendi kölenin zevkini temellük etmeyi umut eder, fakat bu temellük daima yetersiz kalır.” [2]   

Kendini gereksiz ve keyfi bir vahşet ve zulüm aracılığıyla gösterme, teşhir etme ve duyurmanın simgesel ya da maddi bütün iktidarların temel özelliği olması sebepsiz değil demek ki. Has bir iktidar/güç pratiği olarak kaskatı bir acımasızlığın, merhametsiz bir şiddetin, hoyrat bir keyfiliğin mütemadiyen çoğalmasının gerisinde demek ki, onların iktidarın gizli zevkinin ifadesi olması; o zevklenme noktasına ulaşma gayreti vardır. Kudret sahipliğine ve iktidarın icra edilmesine eşlik eden müstehcen aktivitenin, zulüm ve vahşet pratiği ne denli teşhir ve tasvir edilse bile açıklanamaz ve yakalanamaz kalan bu zevk lekesinin aşırılığı vicdanın ve ahlakın da silindiği noktadır. Ya da tam tersi, akıl almaz bir vicdansızlığın ortaya çıkması, iktidar pratiğinden elde edilen ve sürekli kanırtılması gereken zevkin aşırılaşması ölçüsündedir. Geride sadece “Yapıyorum, çünkü yapabiliyorum”un kaldığı korkunç nokta. 

İnsanı insanlığından çıkaran, sefil ve ruhsuz bir otomata çeviren iktidar/güç arzusu ve arayışının kökeninde tam da bu, yani kendini iyi ve kötünün, suçluluk ve masumiyetin, her türlü sorumluluk ahlakının ötesine yerleştirme hırsı/fantazisi de yok mu?

Bu vesileyle, Kemal Can’ın “Yapıyorum; çünkü yapabiliyorum” (GazeteDuvar, 28 eylül) ve Ümit Kıvanç’ın “Vanderbilt Tragedyası” (GazeteDuvar, 1 Ekim) yazılarını anmak isterim.


[1] J. M. Coetzee, Kötü Bir Yılın Güncesi, Çev.Suat Ertüzün, Can Yayınları, 3:Basım, Temmuz 2014, s. 53.

[2] T. McGowan, The Real Gaze, SUNY press, 2007, s. 10.