Kolektif Bir Yazar: Mehmed Uzun
Sema Aslan

Tabela indirmek; kalabalık, coşkun, heveskâr ve törensi bir havayla, bir elbirliği içinde gerçekleştiriliyor. Halk (galiba çoğu kez erkekler) türlü nedenlerle tabelalardan rahatsız olduğunda –müstehcen ya da değer ve inançlara saygısız bulunan tabelalar indiriliyor ve hemen sonra da “o tabela indirildi” kol geziyor. Nihayet, bir tabela daha indirildi: 2013’te DBP Yenişehir Belediyesi tarafından açılışı yapılan parkın tabelası. 

Diyarbakır Yenişehir Belediyesi kayyımı Serdar Kartal, Kürt yazar Mehmed Uzun’un adını taşıyan parktaki tabelayı ve aynı alanda bulunan kitap anıtını kaldırttı. Yazarın ölüm yıldönümüne günler kala yapılan bu eylem, Mehmed Uzun’un yazarlık uğraşının ve edebiyatının taşıdığı anlamı yeniden düşündürtecek cinsten. Değil mi ki Mehmed Uzun, “daha fazla mağlup olmamak” için yazıyordu. Edebiyatını dil ve kültür mirasıyla dayanışarak kurgulamış olan Mehmed Uzun’la yapılan söyleşiler, kitapları üzerine yazılan yazılar, aşk mektuplarını andırırcasına uzayıp giden sayfalar boyunca onun “diline”, dilindeki aksaklığa/aksana ve aynı anda armoniye, diller arası ilişki ve çeviriye –çeviriyle kurduğu yaşamsal ve mesleki ilgiye yer veriyordu. Mehmed Uzun, bu sayılanlardan birini bile anlatırken, bir nefeste hepsini birden anlatmış olurdu çünkü biri, diğerinden ayrı değildi:

“Hep bana kim olmam gerektiği söylendi, bana atfedilen özelliklerle kim olduğum hatırlatıldı. Hayatımın hiçbir evresinde bu sorulardan uzak, rahat bir nefes alarak, sadece o günü, o anı düşünerek yaşayamadım; buna müsaade edilmedi. (…) Yazarlığımın da temel belirleyicisi, ana dinamizmi, büyük ihtimalle beni her zaman fazlasıyla yoran bu vahşi, bu aptalca çelişki oldu. Yazarlığım, başarılı olmak için değil, daha fazla yıkılmamak, daha fazla mağlup olmamak ve o derin başarısızlıklar girdabında daha fazla boğulmamak içindir. Öteki yazarlar gibi başarılardan, edebi zaferlerden söz etmem mümkün değil. Ne böyle bir olanağım var ne de hakkım; başarı, özgür doğmuş ve hayatının nasıl olması gerektiği konusunda önünde birçok alternatifi olan normal insanın hakkı”. (Mehmed Uzun, Ruhun Gökkuşağı, İthaki Yayınları, 1. Basım, s. 39)

11 Ekim 2007 yılında Diyarbakır’da yaşamını yitiren Mehmed Uzun, Türkçe okuma yazmayı okulda; Kürtçe okuma yazmayı cezaevinde; İsveççeyi de sürgünde öğrendi. Bu dillerin her biri için anlatabileceği (ve anlattığı) ayrı bir hikâyesi var. Çoğunlukla acılı karşılaşmalar ve yüzleşmeler içeren bu hikâyeler bile Mehmed Uzun’un sadece Diyarbakır sokaklarında gezen bir yazar olmadığını gösterir. Bildiği ve bilmediği diller için hikâyeler anlatmış; bilmediği diller için hayıflanmış; hiç duyulmamış seslerin, anlatılmamış yaşantıların ve şahitlik edilmemiş felaketlerin de anlatıcısı olmayı arzulamış bir yazar Mehmed Uzun. Bu arzusunu Diyarbakır 4 no.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne verdiği savunmadan biliyoruz:

“Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı bu topraklara ait kadim diller ilk uygarlıkların dilleridir (…) bu dilleri bilseydim, sadece Kürtçe ve Türkçe değil, bu dillerle de yazardım. Bunu da ilkel bir bölücülük yapmak için değil, henüz anlatılamamış kaderi, edebiyatın henüz şahitlik yapmadığı felaketleri, sesi henüz duyulmamış sesleri, kendisini anlatmakta güçlük çekmiş mekânları modern edebiyat dünyasına katabilmek (…) için yapardım.” (19 Nisan 2002)

Abidin Parıltı’nın yayına hazırladığı “Bir Dil Yaratmak” isimli kitapta kendinden önce yazılmış/anlatılmış edebiyatı yazarlığının referansı olarak gördüğünü söylerken “kolektif yazarlık” vurgusu yapan Mehmed Uzun, Kürtçe edebiyatın emeğini “Destpêka Edebiyata Kurdî” (Kürt Edebiyatına Giriş) ve “Antolojiye Edebiyata Kurdî” (Kürt Edebiyat Antolojisi) kitaplarıyla insan içine çıkardı. Ama Mehmed Uzun sadece bu nedenle değil, diğer sesler ve sözlerle dayanışma arzusunda olduğu için de kolektif bir yazardı. Yani Mehmed Uzun Diyarbakır’dan ibaret olmadı; kaldı ki Diyarbakır da Mehmed Uzun’dan ibaret olmadı/değil. Mehmed Uzun, romanlarını Kürtçe, deneme ve edebiyat yazılarını (kendi ifadesiyle sanatının teorik arka planını) Türkçe ve İsveççe yazmış; çağdaş Türkiye edebiyatının bir temsilcisiydi. Evinin diline dönmek, sözlü edebiyatı modern roman diliyle kayıt altına almak felakete dönmek; felaketi üç dilde anlatabilmek ise kesinlikle büyük bir operasyon idi. Tabela indirmekten daha büyük.