Karanlığa Bakmak: Turgut Uyar’da “Çağ” Problemi (III)
Derviş Aydın Akkoç

Cemal Süreya’nın 1966’da yayımlanan “Turgut Uyar’ın Girişimi” başlıklı yazısının açılış cümlesi: “Şöyle deyince daha çok yaklaşıyorum onun şiirine: Turgut Uyar özellikle son yıllarda büyük bir şiirin ortasını yazıyor.”[1] Süreya’nın cümlesinin iki noktadan sonraki kısmı (“büyük şiir”, “son yıllar”) hakkında, yani Uyar’ın “büyük bir şiirin ortasını” yazması hakkında az çok kelam edildi. Fakat iki noktadan önceki kısım da en az sonraki kadar ilginç ve spekülasyona açık. “Şöyle deyince” lafının “öncesinde”, açılış cümlesine damgasını vuran, sonra gelen cümleleri kayıt altına alıp mühürleyen huzursuz bir gerilim söz konusu: “Şöyle deyince daha çok yaklaşıyorum onun şiirine” itirafı “böyle deyince daha az yaklaşıyorum”; yahut yaklaşamıyorum, ya da daha kötüsü uzaklaşıyorum anlamlarına da gelir. Şurası aşikâr: Turgut Uyar’ın şiiri Cemal Süreya gibi bir eleştirmen-şaire bir merkezkaç kuvveti uygulamaktadır. Demek “şöyle” değil de “böyle deyince”; şuradan değil de buradan yönelince sözü söyleyen özneyi kendinden uzaklaştıran, kolay kolay yanına iliştirmeyen bir şiir var ortada. Ama Süreya huzursuzluğunu hafifletir: yaklaşır şiire, yaklaştıkça da rahatlar...

Açılış, kapanış ya da aradakiler, fark etmez: Uyar şiiri hakkında kurulacak ve yorumlar içinde “bir” yoruma vesile olacak cümlelerin galiba Süreya’nınki gibi bir gerilimi duyması şart; aksi takdirde adamın şiirine yaklaşmak zor. Tıpkı sıkı bir şiirde olduğu gibi, her açılış cümlesi kurulmadan önceki olası cümleleri bertaraf etmek, onlarla kapışmak, cezbedici güçlerini savuşturmak zorunda sanki. Bu tuhaf talep şairin kendi sıkıntılı ruh halinden, belalı bir zevkin refakat ettiği şiir üretim sürecinden olduğu kadar, belki ondan çok daha fazla şiirin kendisinden gelmektedir ama. Uyguladığı merkezkaç kuvvetiyle muhatabını bazı ters köşeye yatıran bazı püskürten, verdiği zevki makul olmayan bir bağlama çekildiğinde derhal geri alan; yaklaşılmak ve nihayet kavranmak istendiğinde kendine özgü estetik hareketlerin takibini isteyen, kendi süreklilik ve kopuşlarını tarihsel bir zeminde kalındığı vakit açık eden; güzelliğini de birdenbire ve çarpıcı bir biçimde değil, zamanla ve usulca sunan bir şiir... Uyar şiiri...

***

Bu şiirin yüklendiği ve çoğalttığı problemleri tartışmak söz konusu olduğunda, şiirin Süreya da dahil olmak üzere, pek çok eleştirmeni kendi çıkış-doğum anlarına sevk etmesi, eleştirel bakışın harekete olanak sağlayacak işlevsel bir “başlangıç noktasına” yaslanmak zorunda oluşu da tesadüf olmasa gerek. Sözgelimi Uyar’ın “anlatım rahatlığı”ndan, “şiirsel yükünü” gövdesinde taşıma ferahlığından söz ederken Cemal Süreya’nın Uyar’ın ilk şiirinden bir dizeye odaklaması:

“ ‘Ve Allahı arardım serçe yuvalarında.’ Turgut Uyar’ın 1947’de yayımlanan ilk şiirinden aldığım bu mısra da gösteriyor ki o, şiir serüvenine adımını atarken bile değişik bir duyarlığın adamı olacaktır.”

“Şiir serüvenine adım atmak” ve Uyar: Bir serüven, “macera” mıdır Uyar’da şiir? “Serüven” kelimesinin heyecan ve riskle olan bağlantılarını düşününce belki. Ama muhtemelen bir maceradan daha fazlası: Uyar’ın terimleriyle “ölüm kalım meselesi” olarak şiir bahsi bir serüven olarak şiiri kapsar, ama onu aşar. Serüven gibi külfetsiz laflar, daha ziyade Süreya’nın baştaki huzursuzluğunun kısmen de olsa yatıştığına işaret eder aslında. Zira Turgut Uyar şiirindeki serpilme süreçlerinin anatomisini çıkaracağı kök-dizelerden birine yaklaşmış, söz konusu dizeyi bütünden koparmak suretiyle bile olsa yakalamıştır: “Ve Allahı arardım serçe yuvalarında.”

Cemal Süreya hiç deşmez ama Uyar’ın “Yâd” adlı şiirinde geçen, “değişik bir duyarlığın” tezahürü olan bu lirik-hüzünlü dize, şiirsel gövdeye uygun anlatım rahatlığının yanı sıra, esasında yoğun ve çatışmalı bir asimetrik korelasyona sahiptir: bir kapanmanın, görünürlük alanından çıkmanın, sonlu bir küçüklüğün mekânı olarak “serçe yuvası” ile bu sonlu mekândaki “yuva”da aranan; ama mekânı da eşyayı da içeren sonsuz bir büyüklük olarak “Allah” arasında kurulmuştur çatışmalı korelasyon. Çatışmalı bir korelasyondur bu zira kendini duyuran şey sonlu olanla sonsuz olanın uyumu değil, uyumsuzluğudur. Bütün büyüklükleri, sonsuzluğun kendisini bile aşan sıfatıyla “Allah”, sıradan ama sevimli bir sonlu küçüklükte aranmaya çalışılmıştır. Sonlu ile sonsuz bahsinde, Uyar’ın sonraki işlerinde (bunları tartışmayı umuyorum) daha kuvvetli ve gerilimli bir şekilde icra edilecek olan tedirgin bir jest, netameli bir yönelim, kritik bir performans yürürlüktedir. Şiirin adının da belli ettiği üzere “yâd edilen”, artık geride kalmış bir eski-geçmiş zaman, şimdiki zamanda tesis edilmesi arzulanan uyum-doyum isteğini krize sürüklemek, boşa düşürmek, “dengesini bozmak” üzere çoktan estetik yaratıma yerleşmiştir...

Süreya’nın müthiş bir sezgiyle yakaladığı, ama Turgut Uyar şiirinde zaman mefhumunun işlenişi hususunda belirleyici bir faktör olarak pek de hesaba katmadığı, bahis konusu dizenin, gramerdeki garip karşılığıyla “geniş zamanın hikâyesi” şeklinde çekimlenmiş fiil kipi: “arardım.” Uyar şiirinde daha baştan kurulmuş olan sonlu ile sonsuz arasındaki diyalektik oyunun önemli bir bileşeni de “zaman” mefhumu, kiplerin çekimlenme tarzlarıdır: “Arardım.” Aranan “şey” kadar arama eylemi de gündemdedir tabii: Bir daha aramayacak mıdır?...


[1] Cemal Süreya, “Turgut Uyar’ın Girişimi”, (içinde) Turgut Uyar: Sonsuz ve Öbürü, İstanbul: Broy Yayınları, 1985, s. 22-25.