Hrant Dink’i Öldürdüler
Polat S. Alpman

Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden geçen bunca zamana rağmen birçok şeyin aydınlatılmaması ile onun katledilmesine neden olan karanlığın her yerde ağırlığını, etkisini hissettirmesi arasındaki ilişki, Türkiye’deki egemen ruh halinin içerisinde gizlidir.

Ermeni toplumundaki Türk takıntısını eleştirmek için yazdığı yazıların birinden cımbızlanan bir ifade yüzünden mahkeme tarafından Türklüğü tahkir ve tezyif ettiğine hükmedilen Hrant Dink, Türk yargısının kararını AİHM’e taşımıştı. Türklerle birlikte yaşayan biri olarak Türklüğe hakaret etmekle suçlamayı sindiremediğini söylüyordu. Büyük olasılıkla, Türk toplumundaki Ermeni takıntısını da birçok kişiden daha iyi biliyordu.

Hrant Dink, Türkiye’de azınlık olmanın yabancı olmak anlamına geldiğini de iyi biliyordu. Yabancı olmak bir mesafe meselesidir. Yakınlık ile uzaklık arasında özel ya da ara bir bölgede kurulan ilişkidir, içinde olup dışında kalmaktır. 2004 yılında, Agos’ta Sabiha Gökçen’in Meds Yeghern (Büyük Felaket) sonrasında evlat edinilen Ermeni çocuklardan biri olduğu yazıldığında kimse bunu bir gazetecilik başarısı olarak yorumlamadı. Haber, Hürriyet gazetesi sayesinde daha geniş çevrelere duyuruldu. Ertesi gün Genelkurmay bu konuda açıklama yaptı. Açıklama, Sabiha hanımın Ermeni olması ihtimalinin milli birlik ve bütünlüğümüze zarar verme ihtimalini içeriyordu.

İçerisinden alıntılanan ifadelerle özetlenecek olursa açıklama; Atatürk milliyetçiliğinin etnik ve dini temellere dayanmadığını söylüyordu. Sabiha Gökçen’in, ilk Türk kadın savaş pilotu olarak Atatürk'ün Türk kadınına toplum içindeki yerini gösteren değerli ve akılcı bir sembol olduğu söyleniyordu. Böyle bir sembolü tartışmaya açmanın, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmadığı ve Ermeni olduğu iddiasının, milli duygu ve değerleri kötüye kullanmak olduğu ifade ediliyordu. Dolayısıyla bu şekilde yapılan gazetecilik habercilik olarak nitelendirilmezdi. Burada asıl önemli olan husus, yapılan bu haber ile neyin amaçlandığıydı. Belli ki Atatürk milliyetçiliğine ve ulus-devlet yapısına karşı Atatürk milliyetçiliğinin yerini almak üzere birtakım sağlıklı olmayan ve tehlikeli düşüncelere yer veren Türk medyasının da bu işte bir sorumluluğu vardı. Elbette; “milli birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı, Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile” izlenmekteydi. Her Türk vatandaşını ve bütün kurumları, Türk milletine yakışır sağduyu içerisinde, milli birlik ve beraberliğimize sahip çıkmaya ve savunmaya çağıran açıklama, bunun açık ve seçik bir görev olduğunu hatırlatarak sona erer.

Sonrası malum... kallavi köşe yazarlarından tumturaklı atarlanmalar, yüksek perdeli fırçalar, had bildirmeler, milliyetçi gazetelerde küfürlere varan ifadeler, Agos’un önünde toplanıp “ya sev ya terk et” gösterisi düzenleyenler, ASALA, PKK, Ermenistan ve akıllarına gelen her melanetin içine Hrant Dink’i atmaya çalışan yerli ve milli histerinin Agos’u, Hrant Dink’i ve onların şahsında Türkiyeli Ermenileri açıkça tehdit etmesine kimse ses çıkarmadı.

Bu cinayetin göz göre göre geldiği; Marquez’in Kırmızı Pazartesi öyküsündeki gibi herkesin işleneceğini bilmesine rağmen kimsenin hiçbir şey yapmadığı; devlet içerisinde örgütlenen ve devletin imkanlarıyla hareket eden kişilerin, bu cinayeti milliyetçilik ve ırkçılık ile uyuşturdukları kişilerin üzerine yıkıp, paçayı yırtmaya çalıştıkları; delillerin kamu personeli olan kişiler tarafından karartılmak istendiği; iktidarın bu cinayeti kendisine sıkılmış kurşun olarak ilan edip daha sonra da ismi bu cinayetle anılan kişileri terfi ettirdiği; birinci dereceden yetkili amirlerin soruşturmaların üzerini kapatmak için çaba gösterdiği ve cinayeti “münferit bir hadise” ya da “milli hislerle yapılan bir iş” çuvalına tıkıştırıp arkasındaki failleri örtmeye çalıştıkları; Fethullahçıların devlet içerisindeki örgütlenmesine yönelik operasyonlar başladıktan sonra Hrant Dink’in hatırlanması ve bir zamanlar üstü örtülen bazı delillerin yeniden ortaya çıkması ve benzeri konularla ilgili bir çok şey yazıldı, daha da yazılmak zorunda. Fakat Hrant Dink’in katledilmesine neden olan siyasal ve sosyal kabuk kırılmadı, aksine daha da sertleşti.

Örneğin Genelkurmay’ın o günkü açıklaması, içerdiği izahlar, ithamlar, imalar ve tehditler ile, ordunun Türkiye’deki ağırlığının ve statükoyu koruma, onu dokunulmaz hale getirme çabasının alışılagelmiş davranışlarından biriydi. Bugün o açıklamanın kaleme alınmasına neden olan ruh hali toplumun siyasal ve sosyal ufkunu ele geçirdi. Öyle ki; hayatın her alanını tanzim etmenin ve sıra düzenini bozan her kişiyi hizaya getirmenin gayretiyle bu tür yukarıdan açıklamalara bile ihtiyaç duymayan bir hoyratlık ile hareket etmekten imtina edilmiyor.

Bir diğer örnek; o günlerde toplumundaki linç histerisini kımıldatmak isteyenler, mahkeme önlerinde toplaşıp Hrant Dink’e yumurta atmaktan küfür etmeye kadar varan saldırılarını, yerli ve milli ezberler eşliğinde savunuyordu. Fakat bu tepkilerin toplum tarafından övgüyle karşılandığını söylemek zordu. Çünkü Türkiye, aşırılıkların sönümlenmeye yüz tuttuğu bir evrenin arayışındaydı, kendi normal halini arıyordu.

Bu ülkenin normal bir halinin olmadığını anlamak uzun sürmedi. 11 yıl önce, 19 Ocak’ta el ele verip Hrant Dink’i katlettiler. O karanlık artık her yeri sarmışken elimizden gelen tek şey unutmamak, unutmamaya, unutturmamaya çalışmak...