Popülizmin Solu
Murat Belge

Uzunca bir zamandır popülizm konusu zihnimizi kurcalar oldu. Ben de bunu ciddiye alanlar arasındayım. Yalnız şu günlerde hedefi olduğumuz sağ popülizm değil, solun popülizmle ilişkisinin olup olmayacağını, olursa nasıl bir şey olabileceğini düşünüyorum. İlke olarak buna karşı değilim... Ama bunu söyler söylemez orada durup yeniden düşüncelere dalıyorum. Aklımdan bir yığın kötü örnek gelip geçiyor.

Bunları düşünürken Harun Karadeniz’i hatırladım. Harun’la iyi arkadaştık. “Günümüz ayrı geçmezdi” gibi bir anlamda söylemiyorum bunu. Yüzyüze görüşmelerimiz epey seyrektir. Ama düşünce tarzımız yakındı. Belirli durumlarda benzer tavır alırdık. Harun İTÜ’dendi, oranın öğrenci örgütünün başındaydı. O dönemin provokatif eylemlerinden sakınan, uzun vadeli düşünen, bir milliyetçi değil, bir Marksist olarak düşünen bir insandı.

1968’de Avrupa’da öğrenci başkaldırması başlayınca, oradan bizim buraya sıçraması fazla zaman almadı, çünkü burada çoktan hazır bir öğrenci-gençlik vardı. 27 Mayıs olmuş, bitmiş, birçoklarına göre yapması gerekenleri yapmadan ipleri yeniden yoz sivillere vermişti. Bu olup bittikten sonra, o anayasanın sağladığı ortamda “solcu” olmuş bir gençlik vardı ve bu gençlik 27 Mayıs’ın erken bitirilmesinden şikâyetçiydi. Onlar, gelmesi beklenen “devrim”in öncü gücü olarak 1968 işgallerini de başlattılar – öncelikle İstanbul Üniversitesi’nde. Harun sallasırt dalmadı bu işlere. Beklenmedik bir şey yaptı, Ankara’ya, TİP’e gitti. Yani bu ortamda ne olsa iyi olur, bunu “parti”yle konuşmak istedi. Bana anlatıldığına göre, “MYK toplantısı var. Herkes orada” demişler. Harun oturup beklemiş. Bir zaman sonra “Toplantı bitti, herkes gitti” demişler. Yani kimse Harun’la konuşmamış. Jest, “konuşmayacağız” anlamına geliyor. O da İstanbul’a dönmüş.

Bence çok yanlış bir tavır ama TİP’i de iki kelimeyle harcamayalım. TİP’te ileri gelenler tek-parti döneminin, DP döneminin mihnetini çekmiş, çoğu hapishanelerde yıllar geçirmiş kişiler. “Provokasyon”dan ödleri kopuyor. Bunca badireden sonra bir parti kurulmuş, iyi de gidiyor. “Vay! Öğrenci anarşizmine akıl verdi! Olaya önderlik etti!” gibi gerekçelerle partinin başının derde girmesini istemiyorlar. Zaten anayasa falan, eyvallah da, Türkiye’de demokrasiye ne kadar güvenilir?

Harun’a gelelim. Harun “millî demokratik devrim” falan gibi şatafatlı laflara, bunun ima ettiği (ve kamufle edip sakladığı) duruma, işin kolay tarafından gitmeye tav olmayacak bir adamdı. Kendisi oradan Marksizm’e gelmiş. Ama nereden geldiğini unutmamış. Orada insanlar nasıl düşünür, neye değer verir, neye inanır, neye inanmaz v.b. Bunları çok iyi biliyor. Komünizm diye bir şey olacaksa, onu bu tanıdığı insanların kendi elleriyle örmesi, kurması gerekiyor. Ama tabii bundan önce neyin ne olduğunu öğrenmeleri aşaması var. Bu kültürle, bu değerlerle yaşamış insanlara nasıl sesleniriz? Onları nasıl ikna ederiz?

Onun kitabında tepeden devrimle inmek ve insanları yukarıdan aşağıya işleyen mekanizmalar içinde sosyalist yapmak diye bir program yazılı değildi. Daha Gramsci adının bilinmediği ve dolayısıyla telaffuz edilmediği bir dönemde Harun bilmeden Gramsci’ciydi.

“Halkın anlayacağı dil”... “Geliyoruz bu noktaya. Bu noktada “popülizm”e ilişkin konular da hemen ortaya çıkıyor. Bunca yıldan sonra Harun’un bir hikâyesi kalmış aklımda, ama epey açıklayıcı.

Herkesin bildiği lafları biraz evirip çevirerek bir sol bilinç tutamağı nasıl oluşturulur. Benim hatırladığım Harun örneği bir türkü:

Saray yolu düz gider,

Bir edalı kız gider,

Kız yolunu şaşırmış,

İnşallah bize gider,

Bu türküdeki “Saray”, Trakya’daki Saray kasabası. Ama öylesi Harun’un işine gelmiyor. Ona bildiğimiz, lüks saray gerek. Diyor ki, “Yahu, saraya giden kız, yolunu şaşırsa da, hiç bize gelir mi? O bir kere aklına koymuş, saraya gidecek. Öyle kızdan bize hayır gelmez, arkadaş.”

Bununla “sınıf bilinci” aşılamanın yolunu hazırlıyor Harun. Onu çok seven iki işçiyle ben de tanıştıydım. Belli ki bu “saray” hikâyesini onlara uygulamış ve iyi sonuç almıştı. Biriyle konuşurken nedense bana marifetlerini anlatmak istedi. İşçi arkadaşlarına nasıl sosyalizm propagandası yaptığına dair örnek verdi. Fabrikadan tanıştığı bir arkadaşına kart yazmış, ama daha postalamamış. Bunu bana gösterdi. “Sevgili...” diye başlıyor, hal hatır soruyor, “ben iyiyim” diyor; sonra birdenbire, durup dururken, “Yahu, şu türküler de bize yalan söylüyor” diye bir viraj alıp saraya giden kızın bize gitmeyeceğini söylüyor. Sonra selâm kelâm.

Bu tabii “parodi” falan gibi bir şey. Çok acemi! Ama gene de Harun’un “saray”ı bir hareket başlatmış. Minicik, izole bir örnek bu. Ama bu mantıkla çalışan bir örgüt, onların oluşturacağı hava, bir şeyleri değiştirebilir de. Tabii büyük sorunlardan biri, “o kız bize gelmez” diye aklını çeldiğimiz adamı “bilinçlenme” denen sürecin daha üst basamaklarına gönderebilmek, “Falanca Yoldaş”a, “Başkan Bilmemkim”e tapınmadan.

Bunu hatırlarken bir başka “sol” popülizm örneği geliyor aklıma. 1968’den sonra burada öğrenci eylemliliği alabildiğine artmıştı. 27 Mayıs sürecini iyi hatırlayan Demirel bunlara sert, kanlı biçimlerde müdahale etmiyordu. Bir yanda, örtü altında cereyan eden iktidar mücadelesinde, darbe yapmanın gerekçelerini hazırlamak üzere bu eylemli gençlikten yararlanmaya karar vermiş bir “heyet” vardı. O kesim de bu hareketliliğe koruma sağlıyordu.

Bu ortamda Amerikan Altıncı Filosu sık sık bizim buralara uğrar oldu. tabii tepki de anında büyüdü. Protestolar, Amerikalı denizcileri denize atmalar falan aldı yürüdü. Belli ki MDD, belki bazı TİP’liler de, Amerika’ya karşı bu gibi gösterilerde, bu gibi “düşmanca” davranışlarda, “halkımız”ın da rol almaya başlamasının iyi olacağını düşündüler. Yani, MDD stratejisi içinde biraz da “kitle” ihtiyacı duyuldu.

Şiddete karşı olan TİP’in şiddete karşı olan başkanı Mehmet Ali Aybar bile, Amerikalılar’a “sert bakmamızı” öğütlüyordu.

Genç arkadaşlarımız bununla yetinmediler. Esnafa, şoförlere v.b. gidip (tabii erişebildikleri kadar) “Bu Amerikalılar gelip bizim kadınlarımızı bilmemne yapıyorlar” diye bir propaganda yaptılar. Yani, bunu yapanları da oldu.

Missouri zırhlısı geldiğinde de belediye başkanı genelevleri badana ettirmişti ya... Tavırlar farklı da akıl aynı yerde.

Bu da bence popülizmin kötü biçimi. Anlattığım örnekte “solcular” yapsa da aslında düpedüz “sağ” bir mantığın ürünü.

Yani zor, kaypak bir konu bu “popülizm”. “Onunla da olmuyor, onsuz da olmuyor” dediklerinden.