Macaristan Seçimleri: “Küçük Adamlar” Cephesinin Yeni Zaferi
Barış Özkul

8 Nisan’da yapılan Macaristan seçimlerinde Viktor Orban ve partisi Fidesz’in yüzde 49 oy alarak parlamentoda üçte iki çoğunluğu elde etmesi Avrupa’daki otoriter-popülist “küçük adamlar” cephesinin kazandığı yeni bir zaferdi. Nitekim Orban’ı ilk tebrik edenlerden biri Polonya devlet başkanı Jaroslaw Kazynski oldu; Kazynski, “Orban’la dostluğumuz, yol arkadaşlığımız uluslarımızın bağımsızlığına, kendi geleceğimizi kendi başımıza belirleme irademize ve iç işlerimizde serbestiyet arzumuza dayanıyor” demiş. Bu iç işlerinde “serbestiyet” arzusu bizim yabancısı olduğumuz bir durum değil. “Bize kimse karışmasın, içeride istediğimizin başını istediğimiz gibi ezelim; insan hakları, hukuk falan hak getire” anlamına geliyor. 

Orban’ın zaferini kutlamakta gecikmeyen Alternative Für Deutschland adlı neo-Nazi partisinin lideri Beatrix von Storch da faşist dayanışma gereği “Tebrikler Viktor Orban! Avrupa Birliği için kötü, Avrupa için iyi sonuç” tweetini atmış. Trump’ın eski danışmanı Stephen Bannon da Avrupa turu sırasında Orban’ı bir kahraman olarak gördüğünü söylemişti! Bu ayrıntılar küçük adamlar arasındaki dayanışmanın su sızdırmazlığını gösteriyor. Bir tür sağ-enternasyonalizm…

“Avrupa Birliği için kötü Avrupa için iyi olan”la kastedilen öncelikle Orban’ın Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenleri Macaristan’a sokmamak konusunda gösterdiği kararlılık. Bir zamanlar Macar halkının ülkeden çıkışını engellemek için dikilen duvarlar (Macar muhalifler Sovyet döneminde kaplıcalarda sıcak su havuzlarında birbirleriyle fısıldaşarak muhalefet ederlerdi) şimdi göçmenlerin girişini önlemek için dikildi. Macaristan’da sekizinci sınıf öğrencilerine okutulan tarih kitaplarına göçmenlerin Macar ulusuna yönelik büyük bir tehdit teşkil ettiği “hakikat”i eklenmiş - “Farklı kültürlerin bir arada varolması ulusal bütünlük açısından sorun yaratabilir”miş.

Orban, “yabancı güçlerin” ajanı olmakla suçladığı “liberaller”le de kanlı bıçaklı! Macaristan Sivil Haklar Birliği, Macaristan Helsinki Komitesi gibi sivil toplum kuruluşları sadece liberal oldukları için değil Orban’a göre aynı zamanda Norveç ajanı oldukları için de kabahatliler - Norveç hükümeti bu kuruluşları “fonlayarak” Macaristan’a bölücülük tohumları ekme misyonunu üstlenmiş! Eski Çevre Bakanı Zoltan Illes birkaç ay önce “Orban, ülkedeki bütün sivil toplum kuruluşlarını yasaklarsa çok memnun oluruz” demişti.

Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları’na kafayı takan paranoyak zihinlerin değişmez hedefi George Soros’tur. Orban da Macar seçimlerinden önce “Soros György’yi” açıkça hedef gösterdi. Macaristan sokaklarını kaplayan bilboardlarda eğer Fidesz seçimi kaybederse, Soros’un göçmenleri durdurmak için dikilen duvarları yıkacağı yazılıydı. Korkuları-içgüdüleri örgütlemek sağ-popülizmin ustalık alanı. 

Bir nefret nesnesi olarak George Soros, enternasyonal bir şöhrete sahip: 2000’lerin ortalarında Türkiye’deki ulusalcı faşistler “Sorospu Çocukları” diye bir cinlik türetip akıllarınca Batılı STK’larla iş yapanlara hakaret ederlerdi. Bugün de konuya farklı baktıklarını sanmıyorum; hatta ulusalcı faşistlerle İslâmofaşistler yanyana gelip Soros’a küfürnameler düzmekte beis görmeyeceklerdir.

Ama Soros, Macar kökenli olduğu için, asıl günah keçisi ilan edildiği yer Macaristan. Geçen kış Macar hükümeti bir kamuoyu araştırması yaparak Macar halkına “Soros’un göçmenleri ülkeye kabul edip Avrupa dili ve kültürünü itibarsızlaştırmak için sınırdaki tel örgüleri kaldırmayı hedefleyen Soros Planı adlı uluslararası bir projenin lideri olup olmadığını" sordu. Böyle bir kamuoyu araştırması yapmanın saçmalığı bir yana burada “zamanın ruhu”nu yansıtan bir başka akıl tutulmasına dikkat çekmek isterim: Soros’un uluslararası bir projenin lideri olup olmadığını kamuoyu araştırmasıyla belirlemek neyin nesidir? Yani sandıktan “evet” çıkarsa Soros öyle olmuş olacak, hayır çıkarsa aklanacak. Sağ popülist zihnin demokrasi tasavvuru aşağı yukarı böyle bir şey.

Soros’un bunca nefrete maruz kalmasının bir nedeni de Yahudi olması (sağın onulmaz saplantısı olarak “arkadan iş çeviren Yahudi tiplemesi”). Fidesc’in desteklediği Veritas adlı araştırma kuruluşunun başkanı Sandor Szakaly, birkaç ay önce, Horthy’nin 1941’de Macar Yahudilerini ülkeden sürmesini “yabancılara karşı alınmış basit bir polisiye önlem” olarak tanımladı. Bu “basit polisiye önlem” İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzbinlerce Macar Yahudisi’nin kaderini belirlemişti. Ama Orban, yirminci yüzyıl Macar tarihini revize ederken gerçeklerle değil demagoji ve propaganda değeri taşıyan hikâyelerle meşgul. 

Macaristan her şeye rağmen bir AB ülkesi olduğu için şimdilik Orban sağa sola kayyım falan atayamasa da Fidesz’e sempati duymayan kiliselerin, sinagogların, üniversitelerin hatta tiyatroların fonlarını kısmak, yaşam alanlarını daraltmak gibi uygulamalar Macaristan’da giderek yaygınlaşıyor. 

Orban, 1980’lerde genç bir liberal olarak Oxford’da bir Soros bursuyla okumuş ve “sivil toplum” üzerine çalışmış. Bireysel psikolojisiyle ilgili çeşitli tahminler yürütebiliriz: Sık rastlanan bir durum olarak borçluluk duygusunun borçlu olunan kişiye karşı saldırganlığa dönüşmesi sözkonusu olabilir. 

Ama bireysel psikolojiden daha önemli, dünyanın başına bela olmuş yapısal bir sorun var. “Küçük adamlar” iktidarı ele geçirdiklerinde zaman içinde onları iktidara taşıyan demokratik (isterseniz burjuva-demokratik deyin) mekanizmaları bir bir ortadan kaldırma eğilimi sergiliyorlar. Bence bunun panzehri demokratik mekanizmaların devlet aygıtından önce toplumda kök salmış olması. Kuvvetler ayrılığından daha etkin bir denge-denetleme mekanizması varsa o da toplumun gerektiğinde demokratik refleksler sergileyip Orban gibi liderleri gerçek bir demokratik kuşatma altında tutmasıdır. Polonya, Macaristan, Rusya, Türkiye gibi ülkelerde bunun olabilmesi için ciddi bir zihniyet dönüşümü gerekiyor. Ve işler şimdilik iyiye değil kötüye gidiyor.