Barış Müzakerelerinin Yaprak Dökümü: Kolombiya
Ela Bilgen

1960’larda sömürge ülkelerin ardı ardına bağımsızlığını kazanmaya başlaması gibi, resmen sömürge olmasalar bile ABD nüfuzu altında ezilen ülkelerde de fiili sömürüye karşı mücadele veren hareketler ortaya çıktı. Bunlardan biri de 1964’te, Kolombiya’da kurulan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ydi (FARC: Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia).

Ülkede 1948’den 1958’e dek yaşanan iç savaşın ardından ABD, Kilise ve Kolombiyalı “iş dünyası” tarafından desteklenen Ulusal Cephe hükümeti kurulmuş ve hemen sonrasında köylülerin topraklarından edilmesi ve bu topraklarda “iş adamları” tarafından endüstriyel tarım yapılması hedefleriyle yeni ekonomik kalkınma planı uygulamaya sokulmuştu. Bu plan, 1945 sonrası dünya sistemi içinde Kolombiya’ya biçilen “sanayileşmiş ülkelerin gıda ihtiyacını karşılama rolü” ile uyum içindeydi. Ancak Kolombiya’nın sıradan insanlarının geleneksel gündelik hayatlarını sürdürmesini imkansız hâle getiriyordu. Geçimlik tarımın ortadan kalkması ve kentlere doğru oluşan göç baskısı Kolombiyalıları giderek yoksullaştırmaktaydı. FARC işte bu kapitalist baskı karşısında silahlı mücadele vermek ve nihayetinde bir toprak reformunun gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla ortaya çıktı.

Aynı dönemde hükümet tarafındaysa ABD desteğinde, komünist hareketlere karşı sağ paramiliter gruplar oluşturuldu ve bu gruplarla FARC ve benzeri gerilla hareketler arasında 1980’lere dek yoğun bir silahlı mücadele dönemi yaşandı. Ancak 1980’lerden itibaren küresel boyutta uygulamaya konan neoliberal politikalarla birlikte ulus-devlet yapısının adem-i merkeziyetçiliğe meyletmesi, Kolombiya’da da kendini Yurtsever Birlik Partisi’yle gösterdi. FARC’la birlikte daha küçük sol gerilla hareketler, hükümetle yapılan ateşkes ortamında bir siyasi parti kurdu. Üstelik seçimlerden kaydedeğer başarılarla çıktı. Ancak sağ paramiliterlerce Parti üyelerine karşı gerçekleştirilen saldırılar ve binlerce Partilinin öldürülmesi, bu siyasal girişimin önünü kesti. 2002’den itibarense Álvaro Uribe’nin cumhurbaşkanlığı boyunca askeri mücadele had safhadaydı.

2010’da Uribe’nin görev süresinin dolmasıyla yerine yine kendi kabinesinden bir isim, Juan Manuel Santos cumhurbaşkanı seçildi. Santos, Uribe hükümetinde savunma bakanıydı ve FARC’a karşı en şiddetli askeri operasyonlar onun idaresinde gerçekleştirilmişti. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığına gelir gelmez yaptığı ilk işlerden biri, FARC’la kamuoyuna açık olmayan görüşmelere girişmek oldu. Neticesinde 2012’de resmen barış müzakereleri başladı ve Eylül 2016’da da taraflar arasında yarım asırdan fazla süren çatışma dönemini sonlandıran barış antlaşması imzalandı. Benzeri barış süreçleri için örnek gösterilen antlaşma tüm dünyada büyük bir umutla karşılandı. Fakat antlaşmanın üzerinden bir ay geçmeden yapılan referandumda Kolombiyalılar % 50,2 oy oranıyla barışı onaylamadıklarını ifade ettiler. Her şeye rağmen küçük değişikliklerle yıl sonunda barış antlaşması meclisten geçirilerek yürürlüğe girdi.

Antlaşma uyarınca FARC üyeleri, savaş suçları ve ağır insan hakları ihlallerinin faili olmadıkça, ülkenin siyasal yaşamına meşru biçimde katılabilecekti. Nitekim 2018 başında yapılan parlamento seçimlerinde de FARC artık bir siyasal parti olarak yerini aldı. Aldığı oy oranı % 1’in de altında ama barış antlaşmasının verdiği imtiyazla bu ve bir sonraki seçimde iki kanatlı parlamentonun toplam 268 sandalyesinden 10‘unu garanti etmiş durumda. Fakat seçimler aslında FARC’a ve barış antlaşmasına karşı olan sağ partilerin zaferiyle sonuçlandı.

Mayıs 2018’de de cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu gerçekleşti. FARC lideri Rodrigo Londoño başta aday olduğu cumhurbaşkanlığından, seçime birkaç ay kala sağlık sorunlarını gerekçe göstererek çekilmişti. Santos ise iki dönemlik görev süresi dolduğu için yeniden aday olamadı. Bu nedenle seçim mücadelesi eski cumhurbaşkanı Uribe destekli, dolayısıyla FARC’la barışmaktan yana memnuniyetsiz olan muhafazakâr Ivan Duque ile barış antlaşmasından yana olan Gustava Petro arasında yaşandı. İlk turda her ikisi de % 50’ye ulaşamayınca, geçtiğimiz günlerde seçimin ikinci turu gerçekleştirildi ve Duque 17 Haziran’da cumhurbaşkanı seçildi. Duque’nin seçim vaatlerinden biri barış antlaşmasının bazı kritik maddelerinin değiştirilmesiydi. Bunun için anayasa değişikliği gerekse de yeni Cumhurbaşkanı’nın hedefinde barış antlaşmasının, FARC üyelerinin işledikleri suçların affedilmesiyle ilgili maddeleri yer alıyor. Sonuç olarak Santos ve Londoño’nun imza attığı barışın tüm dünyada coşkuyla karşılanmasının üstünden henüz 1,5 sene geçmişken işler tamamen tersine dönmüş görünüyor.

Santos’un FARC’a yönelik sert politikasındaki keskin dönüşümün nedenleri arasında, tarafların yıllardır yenişemiyor oluşu sayılabilir. Ayrıca askeri çözümsüzlüğün kamuoyunda ve çatışmanın mağdurları arasında yarattığı bıkkınlığın da barış müzakerelerinin başlamasını kolaylaştırdığı söylenebilir. Bununla birlikte Santos’un “barış inadının” da süreç üzerinde olumlu etkileri olduğunu düşünenler vardı. Bunun en uç örneğini, 2016 barış ödülünü Santos’a layık gören Nobel Barış Komitesi vermişti. Ancak bu gerekçeler Santos’un politika değişikliğini açıklamakta eksik kalıyor. Santos’tan bir yıl önce ABD Başkanlık koltuğuna oturan Barack Obama’nın Latin Amerika’ya karşı izlediği ılımlı/yumuşak politika çerçevesinde Norveç aracılığıyla müzakerelere destek vermesi, sürecin önemli duraklarından biri oldu. ABD’nin dünya üzerindeki nüfuzunun tehlikeye girmiş olduğu, 2008 kriziyle iyiden iyiye görünür hâle gelmişti. Obama’nın buna karşı izlediği politikaysa, hemen her yerde az çaba ve az masrafla barış ortamı tesis ederek küresel sistemin ABD lehine işlemesini bir süre daha garanti altına almaktı. “Plan Kolombiya” kapsamında 2000’den bu yana milyonlarca Dolar, Kolombiya’nın güvenliğine aktarılmıştı. Bu nedenle FARC’a siyasal meşruiyet sağlanarak örgütün sistem içine alınmasıyla bir yandan güvenlik masrafları azaltılacak, diğer yandan ülkedeki mevcut kapitalist düzen bir süre daha devam ettirilebilecekti.

ABD tarafındaki bu az çaba ve az masraf politikası, Trump yönetiminde de sürdürülmekte. Ancak Obama döneminde barış süreçleri yoluyla görünüş kurtarılabiliyordu. Trump’ın açık açık “önce Amerika” demesi, kibirli ve gürültücü davranışları nüfuz kaybının artık gözle görünür hâle gelmiş olmasından. Bu nedenle yeniden merkezileşmeye odaklanan ve FARC dışındaki gerilla hareketlerle de sürdürülen müzakereleri askıya alacağının işaretlerini veren Kolombiya sağının, bu kez arkasında ABD’nin askeri ve mali desteğini bulacağı oldukça şüpheli.