Normalleşme
Tanıl Bora

TÜSİAD, geçtiğimiz Nisan’da, “İki yıla yakın bir süredir devam eden olağanüstü hal tedbirlerinden normalleşme sürecine geçiyor olmamız gerektiği” tarizinde bulunmuştu. O ay OHAL yedinci kez uzatıldı. Seçimden hemen önce, başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek, “OHAL’in kaldırılması tabii ki Türkiye'ye olumlu yansıyacak, küresel doğrudan yatırımları, fon akışını, algısını olumlu etkileyecek, Türkiye'nin normalleşmesine katkıda bulunacak” vaadinde bulundu. Gerçi seçimden iki gün sonra bir MHP genel başkan yardımcısı (“Meclis’te biz ne dersek o olacak” diyen değil, bir başkası), “OHAL’in kalkması ülkenin normalleşmesi hepimizin isteği ama…” diyerek, hâlâ kökü kurutulmamış dizi dizi tehditleri saymıştı.

Neticede bu gece OHAL’in kalkacağı ilan edildi. Ama, olağanüstü hal tedbirlerinin olağanlaştığı düzenlemelerle… Türkiye’nin normal’i, artık böyle. Bizzat iktidar mahfillerinin “gönül isterdi ama ne çare” makamında bahsettiği türden bir normalleşmeyle alakası olmayan bir normal. 

***

Normalleşmenin rivayeti muhteliftir.

Recep Tayyip Erdoğan, 19 Kasım 2013’te “çözüm süreci” etrafındaki münakaşalara, “Biz her ne yaptıysak Türkiye'yi normalleştirmek için yapıyoruz” diye mukabele ediyordu. Beşir Atalay, yine 2013’ün Eylül’ünde açıklanan demokratikleşme paketini “Türkiye’yi normalleştirme çalışmalarımızın devamı” diyerek takdim etmişti.

Burhan Kuzu, 2017 başında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için “Bu Türkiye'yi normalleştirecek bir modeldir” dedi.

24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığına aday olan Muharrem İnce, Erdoğan’a karşı, “Bizim derdimiz Türkiye’yi normalleştirmek” diyordu. 

Siyasi gerginlik ve istibdat siyaseti tırmana dururken, bilhassa medyadaki bakiye itidal profesyonelleri, hep “normalleşme” niyazında bulunuyor, bu yönde alâmetler görmeyi ummak istiyorlar. 

***

Normal’in Latincedeki kökü normalis’ten geliyor, tam olarak “gönyeye, ölçüye uygun” demek, sonra “kuralına göre” anlamına oturmuş. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, anlamlarını şöyle sıralıyor: Kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgülü, aşırılığı olmayan, uygun.

Batı dillerindeki sözlükler, üç anlam sıralıyorlar. Birincisi, verili (toplumsal, bilimsel, meslekî) normlara uygun. İkincisi, uzun vadede geçerliliği gözlenmiş, alışılagelmiş, olağan. Üçüncüsü, matematiksel bir terim: dik açılı.

Sosyal teoride, normalliğin tasvirî yanıyla değer hükmü içeren yanı arasında bir ayrım var. Bilfiil vaki olan, yaygın ve alışılagelmiş olan anlamındaki normal ile, olması gerekeni (öyle düşünüleni), bir ‘doğruyu’ tanımlayan normların tarif ettiği normal, her zaman örtüşmeyebilir. Sosyal ve siyasî teoride normalleştirme kavramı, bunları örtüştürmeye dönük pratikleri anlatır.[1] İnzibat ve ceza rejimi, normalleştirmenin sert yüzüdür; muhtelif sosyalleştirme mekanizmaları, eğitim, ‘masum’ görünen yüzü. Eleştirel düşünürler, normalleştirmenin bu “olağan”, yumuşak mekanizmalarının da sorgulanmasında, insanlık namına fayda görürler.

***

1950’li yıllarda İskandinavya’da sosyal hizmetler çalışmalarında, zihinsel engellilerle ilişkiyi olabildiğince insanîleştirmek amacıyla geliştirilen ve izleyen yıllarda bir nebze yayılan yaklaşımın şiârı: normalleştirme ilkesi.

Normalleşmenin, gerginliği gidermek, rahatlatmak anlamındaki kullanımını, en çok uluslararası ilişkilerden biliyoruz. Dünyanın dört bir yanında “ikili ilişkilerde normalleşmeye” dair haberler, gündemin rutinidir. Türkiye’de de Batı ile, AB ile, Yunanistan ile, Ermenistan ile, Rusya ile, Suriye ile… normalleşmeye dair olumlu-olumsuz haberler, rutindir. Son zamanlarda daha çok, sündükçe sünen normalleşme beklentileri...

Bu terminolojinin hususi, özgül kullanımları da var. Mesela “Japonya’nın askerî normalleşmesi” deyince, “Doğan Güneşin Ülkesi”nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ordu ‘kurabilme’ ve askerî inisiyatif geliştirme serbestisini elde etmesi kastediliyor. Aynı bağlamda, Almanya için de kullanılıyor bu terim.

***

Almanya’da Nazi rejiminin devleti tamamen komuta altına alarak dönüştürmek üzere bütün kurumları ‘elden geçirdiği’ evre, diğer Batı dillerinde normalizasyon diye tanımlanmıştı. Nazilerin Almancada kullandığı Gleichschaltung terimini karşılıyordu normalizasyon. Gleichschaltung, evet, normalleştirme diye çevrilebilir; düz çevirisi daha çarpıcıdır: “ayarlamak” diye karşılanabiliyor, fiilin kökündeki schalten’in cereyana bağlamak olduğunu, gleich ekinin “eş, aynı” demeye geldiğini bilirsek, aynı hatta bağlamak, tek hatta bağlamak anlamındadır.

İtalya’da da faşizmin iktidara gelmesinden sonra, Mussolini’nin “devlet olmak” dediği merhalenin adı aynıdır: normalleştirme. İtalyanca orijinali tabii şekerleme tadı veriyor: normalizzazione. 1929’da imzalanan anlaşmayla rejimin Vatikan’la ilişkilerini yoluna koyması için de aynı terim kullanılmış: normalizzazione. Faşist hareketin ‘sürekli devrimci’ radikal kanadıysa, kendi çizgisini anti-normalizzazione diye tanımlamış.

***

Soğuk Savaş döneminden, reel-sosyalizmden de bir örneğimiz var. 1968 ilkbaharında Çekoslovakya’ya askerî müdahalede bulunarak reformist sosyalist Dubček yönetimini deviren Sovyetler Birliği, hemen Ağustos’ta imzalanan Moskova Protokolü ile iş başına getirdiği yeni yöneticilere tevdi ettiği restorasyon görevini normalleştirme kavramıyla tanımlamış. Çekçesi: normalizace. Ülkenin tarihinde dar manâda 1968-1971 arası, geniş manâda 1968-1989 arası, normalizace dönemi olarak biliniyor.

***

Bu, normalleştirmenin, anormale veya menhus bir normale alıştırmaya dönük, yani hayatın olağanını bozan anormali normalleştirmeye, tahakkümün norm diye dayatılmasını normal kılmaya dönük tekinsiz yüzü. 

Kâbusları bakiye kalmış korkunç geçmişlerle hesaplaşmanın bastırılmasında da kendini gösterir bu. Mesela Kamboçya’da 1990’larda rejimin istikrar kazanması ve komşularıyla ilişkilerin “normalleşmesine” bağlı olarak, Kızıl Kmerler/ Pol Pot yönetiminin gerçekleştirdiği kırımın unutulması istenmişti. “Normalleşme” politikasının önerisi, unutarak sağalmaktı. Karşı çıkanlar, böyle bir normalleşmenin hafızasızlaşmak ve vicdanı tatile göndermek anlamına geleceğini söylüyorlardı. 

Filistin’de, İsrail’le ilişkilerde normalleşmeye tatbia deniyor ve –bari– Gazze işgali kalkmadıkça tatbia’ya karşı çıkmak, birçokları için namus meselesi.

Avrupa’nın birçok ülkesinde, faşizme, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, aşırı sağa karşı kampanyalar, “faşizmin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının… aşırı sağın “normalleşmesine karşı” sloganını kullanırlar.

2010’larda ötenaziye ve “yardımlı ölüm”e karşı çıkan hekimler ve tıp etiği düşünürleri, temel ilkelerini “öldürmenin normalleştirilmesinin” önüne geçme gereğiyle temellendiriyorlardı.

Haklılık (neyin kötü olduğu) tartışması baki – esas olan, çok basit: Kötü’nün normalleşmesine karşı tetik olma kaygısı…

***

Tersinden de düşünebilirsiniz. Tahakküm normallerine karşı, özgürleştirici olanın normalleşmesi. Siyaset bilimciler Moseley ve Moreno, Latin Amerika’da demokratikleşme tecrübesi ve ekonomik kriz sonrası muhalefet bağlamında, “protestonun normalleşmesi” terimini kullanmışlardı (https://www.vanderbilt.edu/lapop/insights/I0842en.pdf). Protesto eyleminin, vatandaş kitlesinde siyasal katılımın olağan biçimi haline geldiğini, olağan bir siyasal ifade yoluna dönüştüğünü anlatıyorlardı. Çünkü, öncesinde anormaldi. Ayşen Uysal. Türkiye’de sokak siyasetiyle ilgili incelemesini, “sokak eylemlerinin olağanlaşamaması/normalleşememesi” meselesine dikkat çekerek, aslında bir anormalliği sorunsallaştırarak bağlar.[2] 

***

Siyasetbilimi profesörü Ayşen Uysal, on gün önce kamunda ihraç edilen on sekiz bin altı yüz otuz iki insandan biriydi. Son iki yılda kararnameyle, gerekçesiz kamudan ihraç uygulaması normalleşti; ihraç edilenlerin sayısı yüz yirmi beş bin sekiz yüz altıyı bulmuş. İçişleri bakanlığı ara ara haftalık gözaltı ve tutuklama istatistikleri yayımlıyor; ekranlardan ve sütunlardan sürekli gözaltı ve tutuklama haberlerinin akması, normalleşti. İş “kazaları”, rutine binmiş olarak, haber değeri taşımayacak şekilde normaldir (http://www.guvenlicalisma.org/is-cinayetleri-raporlari). 

Mevsimlerin şirazesi kaymışken, şu meşhur mevsim normallerinden bile daha sağlam bir normallik tahtında oturuyor, bunlar.

***

Bülent Ortaçgil’in Light (1998) albümündeki “Normal” adlı şarkıyı hatırlayanlar vardır: “Biralar soğuk mu dedim/ Dedi ki normal/ Peki ya havalar?/ Valla gayet normal/ İşler dedim, gidişler dedim/ Hepsi normal/ Peki dedim ya sen, ben?/ Dedi ki normal/ Peki biz, ikimiz?/ Valla gayet normal/ Halimiz dedim/ Ne dese beğenirsiniz? Normal!” (https://www.youtube.com/watch?v=iJI6qsj5mEs)

Evet, o yılgın ve riyakâr cevap: “Normal, abi,”, soğuk olması gerekenin soğuk olmadığının ikrarıdır. Olması gerekenden eksik olanın, yani aslında normal olmayanın ikrarı. Kalp hastalığı tedavisinde ameliyatla damara yerleştirilen “stent”lerin “normal”i ve “ilaçlı”sı vardır; halk, “normal”inin pek tercihe şayan olmadığını bilir.[3] Halk sağduyusu, umumiyetle, pek çok normallerimizin matah olmadığını bilir, bir ucundan. Belki de en berbat normal, bu değil mi?



[1] Yazılımda ve istatistikte kullanılan “normalleştirme” terimi de, veri farklılığını ve çoğulluğunu toparlayıp ‘düzlemeye’ dönük yöntemleri anlatır.

[2] Sokakta Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul 2017, s. 295 vd.

[3] Emrah Serbes’in Behzat Ç. polisiyelerinden kısa bir diyalog: “Stent kullandınız mı?” – “Evet”– “İlaçlı stent mi dandik stent mi?”(Son Hafriyat, İletişim Yayınları, İstanbul 2017 (13. baskı), s. 239.