On gün sonra, 6 Ekim, Yaşar Kemal’in doğum günü. Ölümünün üzerinden dört yıla yakın zaman geçen büyük adam, yaşasaydı, 95 yaşında olacaktı.
Samet Ağaoğlu İlk Köşe[1] adlı edebiyat hatıraları kitabında, Yaşar Kemal’i de anar. Sadece kendi döneminin en parlak bulduğu (Sabahattin Ali ve Sait Faik’le birlikte) edebiyatçılarından biri olmasıyla değil. Medenî cesaret, vefa ve politik etik timsali biri olarak saygı duruşunda bulunur ona. Samet Ağaoğlu, 27 Mayıs darbesinden sonra, kurucularından olduğu Edebiyatçılar Derneği’nden çıkartılmak istenmiş, buna sadece Yaşar Kemal karşı çıkmıştır. Onun “Nasıl olur bu? Ağaoğlu bizi bir araya getirenlerin başında idi. Ona öyle muamele reva görülebilir mi?” diye bağırdığını aktarır. İleriki sayfalarda, 1954’te kuruluşunda yer aldığı bu dernekten çıkarılmasına tek karşı çıkan üyenin o olduğunu tekrarlar (a.g.e., s. 10 ve 25). Ağaoğlu, Yaşar Kemal’in bu tavrının onun edebiyat anlayışında da izini arar. Diğer “toplumcu” ve “toplumcu gerçekçilerden” farklı olarak kişiyi topluma feda etmeyişini, kişinin “ruh yapısını” aslî bir kaynak olarak önemseyişini, ahlâken de hakikatli oluşuyla alakalı görür.
Oysa mesela ta mektepten arkadaşı, şairliğine de hayran olduğu Ahmet Muhip Dıranas, bir radyo programında bir başka edebiyat topluluğu ve dergisinin bütün kadrosunu sayarken o sıralar “siyasi suçlu” mevkiinde olan Ağaoğlu’nu atlamıştır. Ağaoğlu bunun için daha sonra dostuna nezaketle sitem edecektir (a.g.e., s. 73-4).
***
Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin kuruluş döneminin önemli şahsiyetlerinden, onun ideologu olmayı istemiş bir siyasî figür. (Bence memleketin fikir tarihinde liberal veya liberal-muhafazakâr düşünüşün ender insicamlı şahsiyetlerinden biri.) Bana kalırsa onun esas ustalık sahası, siyasî anı-portre denemeleridir (Arkadaşım Menderes, ama asıl Babamın Arkadaşları, Aşina Yüzler) - leziz metinlerdir. Aynı zamanda üretken bir hikâyeciydi kendisi.
Nispeten az bilinen bu İlk Köşe kitabında, en geniş yer ayırdıklarından biri, hikâyeciliğini beğendiğini belirttiğim Sabahattin Ali’dir. Arkadaştırlar, ailece görüşür, bu arada siyasetle ilgili dostluk dairesinde didişirler. Ağaoğlu, bu münakaşalar esnasında arkadaşına şöyle söylediğini aktarır:
“Bak Sabahattin… bu kavgayı biz milliyetçiler, sana göre burjuvalar kazanacağız. İşte söz veriyorum, eğer sen o zafer günü hayatta olmazsan hanımın ve kızın her başları sıkıştığı gün bana gelebilirler. Ben fikir ayrılığı ile arkadaşlığı ve insanlığı birbirine karıştırmam.”
Sabahattin Ali’nin, şu karşılığı verdiğini aktarır:
“Samet, son zafer bizim olacak. Ama siz burjuvalardan, karınız, çocuklarınız da içinde hiç kimseyi hayatta bırakmayacağız. Bizim idealimiz yepyeni insanlardan bir cemiyet kurmaktır.”
Samet Ağaoğlu, bir zaman sonra Sabahattin Ali’nin ölüm haberini aldığında, “hükümetin gizli kuvvetleri onu sınıra götürerek orada öldürdüler yolunda çıkan söylentilere inanmak iste”mez (a.g.e., s. 81-3). “Böyle bir hareket devletin manevî varlığına, haysiyetine yakışmaz,” der. Burayı kaydedip geçelim. Asıl şunun üzerinde duracağım… 1950’de Demokrat Parti iktidara gelip Samet Ağaoğlu bakan olunca, Sabahattin Ali’nin eşi Aliye Ali, kendisine mektup yazarak, başvurduğu bir işe yerleşmesi için yardımını dilemiştir. Ağaoğlu Aliye hanıma bürokraside “rahat bir iş” verilmesine aracılık ettiğini anlatır. Hatta iki sene sonra Aliye hanımın kendisine selâmla hürmetlerini bildiren bir mektubunu da nakleder. Şuraya bağlar: “Neden bu mektupları açıklıyorum? Sabahattin Ali’ye verdiğim söze sadık kaldığımı göstermek için!” (a.g.e., s. 89-90).
***
Vefa ve âlicenaplığın böyle ilanen tebliği, irkiltici gelmiyor mu? (27 Mayıs mağduriyetinin acılığıyla anlatılmış olduğunu hesaba katsak da…)
Bana daha irkiltici gelen, buradaki bir ‘münasebetsizlik’, oransızlık… Sabahattin Ali’nin, Ağaoğlu’nun hayli müphem ve romantik bir angajman olarak tasvir ettiği “komünizmi” ile, Samet Ağaoğlu’nun “biz milliyetçiler” dediği taraf, yani eninde sonunda mevcut rejim, müesses nizam, sanki iktidar için yarışmakta mıydılar ve sanki denk kuvvetler miydiler? Sabahattin Ali’nin, dost münakaşasının provokasyonu içinde savurduğu ‘hepinizi keseceğiz’ tehdidinin cürmüyle, -işin içinde “hükümetin gizli kuvvetleri” olsun olmasın veya ne kadarıyla olursa olsun-, onu memleketten kaçmaya sevk eden kanlı canlı istibdat mekanizmasının cürmü bir midir?
Ağaoğlu’nun, düello kazanmış centilmen edasıyla anlattığı ‘vefakârlık’ ve ‘iyilik’ hikâyesinde, iktidar ve ikballe barışıklığı da, onları tam eline uyan bir eldiven gibi giyinivermesi de biraz irkiltici değil mi? Eski arkadaşının ailecek görüştükleri, sofra ve sohbet paylaştıkları eşi[2] karşısında behemehal “sayın bakan” mesafesine çekilebilmek… İktidar ve ikbali kullanmaya hazır, “güç bende” hissine amade olmakla ilgili bir şey… O şahsın “sakıncalı” olması, etik kabahati büyüten bir özür olurdu…
***
Yaşar Kemal’in, Ağaoğlu’nun vefakârlık övüncüyle aynı tartıya konamayacak ‘hasbî’ tavrı; arkadaşlık hukukundan öte kamusal olarak bir ilkesel tutumu savunması, alanların özerkliğini hatırlatması (tavrıyla söylediği, şudur: siyaseten ayrı düşmüş olabiliriz, Ağaoğlu bugün siyaseten suçlanıyor olabilir ama edebiyatçı kimliği ayrıdır, bu platformdaki ortak hikâyemiz ayrıdır, hukukları karıştırmayalım)…
Ağaoğlu’nun ikbal ve iktidar mevkiindeyken arkadaş hatırı gözeten bir koruma-kollama performansı ve kamusal bir eylem olmayan bu iyiliği ifşa ederek sahiden bir performansa dönüştürmesi…
Kötü, zor zamanlarda dürüstlük, tutarlılık… alanların özerkliğini ve hukukunu tefrik edebilmek… arkadaşlık erkânını korumak, vefa… iyilik, sıyanetkârlık… hasım taraftaki eski ahbapları ufaktan kayırmak - veya o kadarını bile yapmamak… Yaptığı ufacık bir cemileyle veya bir eziyeti askıya almış, az frenlemiş olmasıyla kendi kendine âlicenaplık tacı takınmak… velhâsıl iktidar ve ikbali ‘taşıma’ biçimi… ve tabii insanların bütün bunları nasıl izah etiği - ve kendine nasıl izah ettiği…
Şu yaşadığımız devrin bir Yaşar Kemal’i var mı? Yarın öbür gün, bir Samet Ağaoğlu’su çıkar mı? Çıkacak olursa, bilmem Samet Ağaoğlu kıratını bile tutturan olur mu?
[1] İlk basımı: Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul 1978 (alıntıları bu baskıdan yapıyorum). Güncel baskısı: Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013.
[2] Ailece görüştükleri zamanları anarken, şöyle yazmıştı onun hakkında: “Galiba Sabahattin Ali’nin sosyal görüşlerine en az katılan, her yönden zarif, ince nazık hanımı idi.”