Bu yazı, planlı bir araştırma ürünü değil, İstanbul’da konut üretimi ve sunumu üzerine yürüttüğüm bir araştırma sürecinde rastladığım bazı örneklerden duyduğum şaşkınlığı paylaşma isteğinin bir sonucudur. Önce, yazıyı yazmama neden olan rastlantısal iki örneği sunmakla başlayayım. Her ikisi de Alarko’nun ödüllü -yatırımcısına uluslararası genç işadamları yarışmasında dünya birinciliği kazandırmış-, Büyükçekmece kıyısında 7000 dönümlük arazi üstünde kurulan Alkent 2000 konut projesinin II. etap Panorama mahallesinde yer almakta. I. etapta tamamlanan tüm konutların ve II. etaptaki ilk 187 villanın tümünün satılmış olması, bu yazıda konumuz olmasa da sunum-istem boyutuna açıklık getirecek bir bilgi. II. etapta yapımı sürmekte olan 75 villa (her biri 2 dönüm bahçeli) ve “California tarzı” (California hep bu biçimde İngilizce yazılıyor). Aşağıda ayrıntılarından söz edeceğim “Sophistica” 5 tipten biri.
Sophistica 320 m2 kullanım alanlı ve Amerikan tarzı döşenmiş. Buraya kadar hayal gücümüzü fazla zorlamamız gerekmiyor; ta ki, Amerikan tarzının Amerikalı bir “dekoratör” tarafından “gerçekleştirildiğini” -ki, bu kişinin aynı zamanda Los Angeles, Atlanta ve Boston’daki Mariotte otellerinin de dekoratörü olduğu bilgisini ediniyoruz- ve tüm mobilyaların Amerika’da “üretildiğini”, biblo, vb., aksesuarların Amerika’dan “tek tek toplandığını”, bitkilerin İtalya’dan, halıların Bali’den getirildiğini okuyana kadar (Country Homes, Ocak 1999). Bütün bunların [konutların] “içinde yaşayanların yaşam tarzına uygun” olduğu da belirtiliyor ki, bu totolojik açıklama oldukça kafa karıştırıcı. Herhalde, içinde yaşayanların değilse de, yaşayacakların; yaşadıkları değilse de, yaşamaları beklenen yaşam tarzının oluşturulmasına tanıklık ediyoruz böylece. Bana daha da ilginç gelen 2. örnek, yine aynı proje kapsamında “Rafine Zevkler” başlığıyla tanıtılan bir diğer tip: kullanım alanı 280 - 480 m2 arasında değişen Lusia. Burada yaratılmaya çalışılan evi dekoratörünün -bu kez Türk- sözleriyle tanıyalım: “...bu evde yaşayacak mutlu aileyi gözümde canlandırmaya çalıştım... Düşündüğüm aile, yeni bir çocuk bekleyen, halihazırda 2 çocuklu ve orta yaşlı anne babadan oluşan, ince zevkli bir aileydi. Büyük kardeş 12 yaşında, kelebek koleksiyonu yapıyor ve beyzbol oynamayı seviyordu. Bu gibi ayrıntıları düşünerek ailenin her bir bireyinin özel ihtiyaçlarını ve zevklerini (a.b.ç.) gözönüne alarak çalışmamı yaptım” (Country Homes, Aralık 1998, s.36). Bu ailenin çocuğunun futbol, hattâ basketbol, tenis oynaması yetmezdi herhalde ki, beyzbol oynamayı seviyor (oynuyor değil henüz, ama seveceğinden eminiz, bu ayrıma dikkat edelim). Bilgisayar, internet gibi güncel ve popüler gençlik merakları da belki fazla popüler ve sıradan sayılmış olsa gerek ki, kelebek koleksiyonculuğu gibi nostaljik bir hobisi var. Bu nostalji, Öncü’nün (1997) orta, orta-üst sınıflar bağlamında tartıştığı “ideal ev” simgesini oluşturan ve eski yerel ögelere yönelen -eski İstanbul özleminde olduğu gibi çoğunlukla da gerçeklikle doğrudan ilişkili olmayan- nostaljiden çok farklı. Burada yerelden ve bizim olandan olabildiğince uzak duruluyor. Öyle ki, aynı evde yatak odalarının duvarlarına asılan “eski aile fotoğrafları” bile başka kültürden başka ailelere ait. Bu evlerin mimari planı “California’nın ünlü RNM’i” tarafından yapılmış, tüm evler yüksek tavanlı ve bu noktada “Amerika’da ve özellikle Miami ve California’da yüksek tavanın çok yaygın olduğu” (s.38) hatırlatılıyor. Bir ülke, kent ve eyaletin ve hatta “Amerikan evi” denen şeyin aynı kategoriye konmasını bir yana bıraksak bile, bu cümlede başka bir tuhaflık yok mu? Yüksek tavanı övmek için bu kadar uzağa mı gitmek gerekiyor? Hele yanıbaşımızdaki örnekler düşünülünce. Anlaşılan dekoratörün Türk olması bir rastlantı, yaratılmak istenen aynı ev, aynı yaşantı.
İnsan bunları okuyunca, kendini Amerikan yapımı bir bilimkurgu filminde sanıyor, sanki Amerikalılar koloni halinde Türkiye’ye -İstanbul’dan başka yere gidecek değiller elbette - göçetmişler de, biz de onların “kendilerini evlerinde hissetmelerini” sağlamaya çalışıyoruz. Bunda ne kadar başarılı oluruz bilinmez ama, söz edilen konutların fiyatlarının 1 milyon 300 bin dolara (Emlak Market, Ocak 1999) kadar çıktığı düşünülürse, öyle her Amerikan vatandaşından sözetmediğimiz açık. Burada takıldığım ne konutların lüks ve pahalı oluşu, ne de bunları alabilenlerle geri kalanlar arasındaki gelir uçurumu - İstanbul’daki en zengin ailenin gelirinin, en fakir aileninkinin 1500 katı dolayında olduğu söyleniyor (Sönmez, 1998). Bunlar ciddi araştırma konuları olarak ayrıca ele alınmayı hakediyor ve alınıyor da. Buradaki soru Amerikan tarzı ile de ilgili değil sadece; İngiliz, İspanyol, İtalyan, Uzakdoğu gibi örnekler de bulunabilir. Belki daha az tartışılan konu, bu konutların ve sembolize ettikleri yaşam tarzının sunuluş biçimi. Country Homes (Ocak 1999) okurlarının çalışan (% 80), genç (% 43’ı 25-34, %18’i 18-24 yaş grubunda ve A grubu (% 83) olduğu iddia ediliyor. Herhalde söylemin yöneldiği okuyucu profili bu ve söylemin bütününe uyuyor insanları bu biçimde sınıflandırmak.
Şimdi, belli bir sistematik içinde olmasa da, aklımıza gelen soruları sıralayalım: Dil bir yana -yoğun İngilizce kullanımı- sunulan yaşam neden farklı? Farklılığı sağlayan etkenlerden biri zor ulaşılırlık/kısıtlı sayıda insanın kullanımı ise, diğeri de özgünlük (Bourdieu, 1984). Zengin Amerikalı konutunu -belki- Türkiye’de yeniden üretmenin neresi özgün? Yerel olandan bu kaçışın nedeni, gittikçe daha çok kesimin eskiden üst sınıflara özgü olan tüketim nesnelerine erişmesi veya özenmesi mi? Ya da, Türkiye’de bu konutları alabilecek olanların gelirleri, Bourdieu’nun (1984), “doğal farklılık” olarak nitelediği özgün zevki geliştirmelerine olanak vermeyecek kadar hızlı mı edinildi? Farklılığın sınırları nerede başlayıp/biter? İnsanların küresel tüketim kalıplarıyla gittikçe daha çok kuşatıldığı günümüzde, farklılık bu kalıpların içinde kalarak yakalanabilir mi? Bu süreçte yerelliğin rolü ve önemi var mıdır? (Bu son soruya doyurucu bir yanıt için bkz. Ger (1997)).
Bu sorular bir çırpıda yanıtlanacak sorular değil ve ayrıntılı sosyolojik araştırmaları gerektiriyor. Benim vurgulamak istediğim nokta şundan ibaret: farklılık bile kendimize özgü bir kolaycılıkla pazarlanıyor ülkemizde. Diğer bir deyişle, farklı yaşam tarzını sunanların (yatırımcı, tasarımcı, pazarlamacı, vb., tüm aktörlerin) hayal gücünü somutlaştıran bir simge olarak işlev görüyor başka kültürün konutu.
Bourdieu, P. (1984), Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Cambridge, Mass: Harvard University Press.
Country Homes, Aralık 1998; Ocak 1999.
Emlak Market, Ocak 1999.
Ger, G. (1997), “Human Development and Humane Consumption: Well-Being Beyond the ‘Good Life’, Journal of Public Policy and Marketing, v.16, n.1, s.110-125.
Öncü, A. (1997), “The Myth of the ‘Ideal Home’ Travels across Cultural Borders to İstanbul”, içinde Space, Culture and Power: New Identities in Globalizing Cities. (Eds.) A. Öncü and P. Weyland, Londra and N. Jersey: Zed Books, s. 56-72.
Sönmez, M. (1998), Bölgesel Eşitsizlik. İstanbul: Alan Yayıncılık.