“Bunlar terbiye, ahlak zerafeti, namus, iffet ve şefkatten dem vuran insanlar! Yargıç, imam, öğretmen, edip, ressam, yazar ve hayatta para ve boğaz düşkünlüğünden daha yüce emellerin olduğunu sanan herkesin midesi, düşünmek istedikleri vakit, bu canlıların leş ve pıhtılaşmış kanlarıyla dolu.”
Sadık Hidayet
Savaşanlar da dahil olmak üzere herkes savaşın kötü bir şey olduğu konusunda mutabıktır da neden şu anda dünyada sürmekte olan yüzlerce savaş vardır? “Parayı seviyorum, para ve makam/mevki için yaşamalı, bunun için icabında diğer insanları ezmeli, ben sıkı bir kapitalistim” diyen neredeyse yokken, “İnsanlar eşit olmalı, ezilmemeli” diyen çokken, neden insanlar inatla para, makam/mevki için yaşar ve bunun için diğer insanları ezer? Herkes, var olan düzenle ve kendine sunulan hayatla ciddi problemler içindedir, bu anlamda solcu ya da potansiyel solcudur ama neden, var olan düzenin sürmesi için boğuşan sağ partiler ya da sol gösterip sağ vuran partiler iktidardadır?
Bütün bunlar gibi, hayatımıza döşenmiş, iliğimize işlemiş binlerce tuhaflık gibi, milyonlarca insan “Aaaa ne şirin kuzu” dedikten birkaç saat sonra afiyetle kuzu pirzolası yer! Ama o “şirin” kuzunun artık pıhtılaşmış iğrenç kan kokuları arasından derlenmiş bir ceset olduğu aklına bile gelmez. Cesetler, süslenip püslense, salam, sosis, pirzola ya da sucuk kılığına sokulsa da hâlâ o “şirin kuzunun” koparılmış parçalarıdır.
BİRİLERİ YANILIYOR OLMALI
İnsan, tarih boyunca zamanını yalnızca tekerleği bulmak gibi işlere harcamamış. Zekâsıyla doğasına/doğaya aykırı “şeyleri” de yaratmış ve hayatına sokmuş. Üstelik, zamanla bunları doğal zannetmeye başlamış. İnsanoğlu bugün de, savaş, kan davası vs. jenerik adlarla birbirini sistemli bir biçimde öldürdüğü yetmiyormuş gibi diğer canlıları da öldürüyor, hayvanları öldürmek için “yetiştiriyor”. ABD’de her saat 660 bin hayvan, eti için öldürülüyor. Üstelik, bu durum, “normal”, sayılabilirken et yemeyenlere de “Allah da onları bir tuhaf yaratmış” muamelesi yapılıyor.
Nasıl ki, Batı’da felsefe deyince, Batı felsefeleri, mitoloji deyince Yunan mitolojisi akla geliyorsa, insan deyince de kendilerini, yani “etobur”ları anlıyorlar. Oysa sadece Hindistan ve Çin’de, 1.5 milyar civarında “normal beslenen insan”, yani vejetaryen yaşıyor. Marjinal bir durum ya da bir tuhaflık hali yok bu işte: En kötümser hesapla, bu dünyada yaşayan her beş kişiden biri et yemiyor.
Vejetaryenlik konusundaki batıl itikatlar, adından başlayan saçma bir hikaye, “saygın” Britannica Ansiklopedisi de dahil olmak üzere Batı dünyası, “vejetaryen” kelimesinin “vegetable/sebze”den geldiğini düşünür. Oysa Latince “vegetus” kelimesinden gelir ve vegetus, canlı, şen, dinç demektir.
NASIL OLUR DA VEJETARYEN OLUNUR?
Vejetaryen olmak için çeşit çeşit sebep var. Sağlık, çevre, hayvan sevgisi, ve ekonomik sebepler, en başta gelenleri.
Bir ineğin bir kilo et yapabilmesi için 16 kilo tahıl tüketmesi gerekiyor. Oysa bir kilo süt için yaklaşık 3 kilo tahıl yeterli... Bugün ABD’de, her türlü su tüketiminin yarısından fazlasını hayvan çiftlikleri kullanıyor. Bir kilo et için harcanan su miktarı bir kilo buğday için harcananın 200 misli.
Her 2.3 saniyede bir çocuğun açlıktan öldüğü düşünülürse, sonradan öldürmek üzere inek yaşatmak ve sağlıksız bedenler yetiştirmek için ziyan edilen toprak/su miktarı ürkütücü.
Bu sayfalarca çoğaltılabilecek rakamların gerçekliğini fark etmiş orta zekâlı bir insanın, bence eti bırakması için ihtiyacı olan tek şey, dişlerinin arasında çiğnediği şeyin, hayvan kası olduğunu ve bir önceki gün pis bir mezbahada/çiftlikte de olsa, canlı olduğunu fark etmesi…
Sonrası kolay. Kısa süre sonra, cesetlerle beslendiğiniz günler, eskilerde kalan ve zor inanılır bir hatıradır artık. Yaklaşık, 3-4 ay içinde, kokusu da dahil olmak üzere ete dair her şey, tiksinti kaynağı olmaya başlar. Bu tiksinti kendini zamanla, artık nefret bile etmediğiniz, sizin dışınızda bir “şey” haline getirir. Çünkü normali budur!
TÜRKİYE’DE VEJETARYEN OLMAK MI?
İşte bu gerçek bir kabus. Hadi, yaşlı akraba/komşuyu, “hastayım teyze, doktor yasakladı” filan diye geçiştirdiniz, kurban bayramları, sakatatçılar, doldurulmuş hayvanlar, kürklü kadınlar, lokantalara omuzlarda taşınan kanlı cesetler, sokakta döndürülen piliçler, kokoreççiler.. bunların hepsini bir biçimde bertaraf ettiniz. Hiç mi sokakta acıkmayacaksınız?
Bir vejetaryenin Türkiye sokaklarındaki yiyeceği neredeyse kaşarlı pide/tost, fırında patates ve gözlemeden ibarettir. Var olan ve çoğunluğu etoburlarca işletilen vejetaryen restoranlar ise, genellikle vejetaryenlere hizmet etmeyen, trendy ve pahalı mekânlar.
Pişirilen sebze yemeği bile olsa, “etli”, olmadı “kemik sulu” yapılıyor. Bu saçma alışkanlıktan dolayı lokanta sahiplerinden sürekli fırça yemek de cabası. Yıllardır, şu diyalog geçer lokantacılarla aramızda: “Etsiz yemek var mı?” - “Etsiz yemek mi olur?”
Uzun lafın kısası, bir vejetaryenin, buralarda, mutfakta yaratıcı olmaktan başka pek bir şansı yok.
SIK SORULAN SORULAR
Bir etyemezin yakın çevresindeki etoburlar, farkında bile olmadan, et tüketimlerini epey azaltırlar.
Ama çevrelerinde etyemez olmadı mı, o zaman durum gerçekten sıkıcıdır.
Öncelikle uzaylı görmüş gibi bir hal takınır, uzun uzun hayret ederler. Akabinde, o sıkıcı sorular gelir. Sorularda yaratıcılık sıfırdır: “Yumurta niye yiyorsun?”, “Kedin de et yiyor bak”, “Sebzelerin canı yok mu?”. Yıllarca aynı sorulara marûz kalındığı için cevaplar hazırdır: “Yumurta mı, o kürtaj sayılır, ben kümes hayvanlarında kadın haklarından yanayım”, “Kedim hamam böceği ve sinek de yiyor, sen yiyor musun?”, “Sebze hakları olayına sıcak bakmıyorum”...
Gerçekten de yediği etten rahatsızlık duymayan birine bu aşamada ciddi cevaplar vermek, anlamsızdır. Asla anlamazlar. Üzerine bir de “tiyatrocu” konumuna düşebilir, hattâ alay konusu olabilirsiniz. Hele “tamam anlıyorum ama” diye başlayan cümleleri, iyice çekilmezdir.
Ama kısa bir süre sonra, tedaviye başlayabilirsiniz. Tarih her ademoğlunun tedaviye cevap verdiğini göstermiştir.
BEN GÖZÜMÜN GÖRMEDİĞİ
ŞİDDETİ SEVERİM
“Kendin pişir kendin ye” yerine “kendin kes kendin ye” alışkanlığı olsaydı ne olurdu? Bu satırların yazarı şundan emin ki, birçok ceset-yoğun beslenen insan, yediği hayvanı kendisi öldürmek zorunda kalsaydı, asla et yiyemezdi... Bırakın hayvanları kendi elleriyle boğazlamasını, modern dünyada birçok insan, bunu seyretmeye bile dayanamaz. Durmaksızın et yiyen Avrupalılar, sanki hergün yedikleri başka bir şeymiş gibi kurban bayramını “vahşice” bulurlar. İnsanların büyük bir bölümü, iki yüzlülüğünden, hayvan kesimi ya da idam cezası gibi bir biçimde kabullendikleri, hattâ katkıda bulundukları vahşetleri seyretmeyi şiddetle reddediyorlar. Şiddet, reality show’lar ya da 3. sayfa haberleri biçiminde sunulduğunda ise seyretmeyi şehvetle seviyorlar. Ama, televizyondan bir idam cezası yayımlansa ya da ana haber bülteninde, karısını ve çocuklarını hunharca öldüren vahşi koca haberinden hemen sonra, stüdyoda bir kuzu kesseler ve detayıyla gösterseler, yer yerinden oynar. Durum, vahşilik, alçaklık ve hattâ rezillik olarak ilân edilir.
Sadık Hidayet, Vejetaryenliğin Yararları isimli kitabında bu konuya şöyle değinir: “Allahtan, işledikleri toplu kıyım cinayetleri gözden uzak olsun diye mezbahaları şehir dışında kuruyorlar. Mezbaha, iki ayaklı hayvanın icadıdır. Hiçbir yırtıcı ve kan dökücü canlı, yemini bu denli rezilce yemez! İnsan, kurtların ve yeryüzündeki kan dökücü canlıların yüzünü ağırtmıştır.”
Bizzat öldürmek yerine gözden uzakta, parasıyla öldürtmek; biraz riyakâr bir konfor mu ne?
Sadık Hidayet, Vejetaryenliğin Yararları, çev. Mehmet Kanar, Yapı Kredi Yayınları, 1997.
Geleneksel Hint Mutfağı, çev. Müheyya İzer, Sistem Yayıncılık, 1996.
http://lysy2.archives.nd.edu/index.html
http://www.veg.org/
http://members.eb.com/
http://www.vrg.org/
http://www.vegan.com/
http://mars.superlink.com/user/dupre/navs/reviews/radveg.html
http://www.vegetarianlife.com/