Gerilla Değil, Devrimciyiz

MARCOS

Sözümüz Silâhımızdır

Bakış Yayınları

İstanbul 2001

Önsözünü José Saramago’nun yazdığı, Juana Ponce de León’un yayına hazırladığı, isyancı komutan yardımcısı -sub commandante- Marcos’un bildiri, konuşma, mektup, “masal” türünde hemen hemen tüm yazılarını biraraya getiren (Özgür Gökmen’in Birikim’in 144. sayısında bizi İngilizce baskısından haberdar ettiği[1]) Sözümüz Silahımızdır adlı en geniş derleme Türkçe’ye de çevrilmiş durumda.

Sözü en büyük silah olarak gören, metinler içinde yaratıcılığın, alegorinin ve mizahın sınırlarını zorlayan Marcos’un yazılarını çevirmenin; aktarmak istediği duyguyu, çevrilen dile yansıtmanın güçlüğü aslında açık. Söylediklerimizi teyit eden en büyük örnek, halihazırda piyasada bulunan “Marcos metinleri” arasındaki çeviri farklılıkları. Örneğin Marcos’un konuşmalarında çok sık kullandığı “Brothers and Sisters” girişi, bazen “Kardeşler”[2] bazen de “Erkek ve Kız kardeşler”[3] şeklinde çevrilirken; Sözümüz Silahımızdır’ın çevirisinde[4] ise “Kardeşlerim ve Bacılarım” şekli tercih edilmiş durumda. Henüz metinlerin giriş kısmında başlayan bu ayrışma, -biraz da “obsesif” bir yaklaşımla- eldeki tüm çevirileri karşılaştırmalı okumaya kalkınca (çoğu zaman kelime düzeyinde kalsa da) içeriğe de yansımaya başlamakta. Bu bakımdan “Marcos’u aslından okuyabilenlere ne mutlu demek” çok da yanlış olmaz.[5]

Bu vesileyle kitabın çevirisiyle ilgili bir iki söz söyleme fırsatını değerlendirecek olursak; genel olarak bir “özensizlikten” (normal olarak dipnotlara da yansıyan!) bahsetmek doğru olacak. Zira değindiğimiz karşılaştırmalı bir okuma sonucu; diğer çevirilerde daha yoğun şekilde hissedilen, Marcos’un “tarzı” diyebileceğimiz ironi/mizah dolu, dramatik bir dil duygusunun bu çeviride çok da iyi kavranamadığını, benimsenemediğini görüyoruz. Her şeye rağmen -aslında biraz da paradoksal bir şekilde- Marcos’un “dili, sözü, tarzı”; bu, çevirideki tam olarak “duygudaşlaşamayan” yapıya, son derece hatalarla dolu dizgiye rağmen kitabın okuyucuyu bir yerlerden sarmasına en büyük etken oluyor.

“RÜYALARIMIZDA BAŞKA BİR DÜNYA GÖRDÜK”

Kitabı üç bölümde ele almak gerekiyor: Zapatist hareketin, Meksika’nın ve genel olarak dünyanın siyasi/sosyal/kültürel durumunu tartışan, tanımlayan bildiri, konuşma ve mektuplardan oluşan ilk bölüm; hareketin tarihsel serüvenini aydınlatabilecek ipuçlarıyla dolu, yapılanları, edilenleri, bazı yaşantıları anlatan ikinci bölüm; Marcos’un masal ve hikâyelerinden oluşan üçüncü bölüm.

Biraz daha yakından bakacak olursak, ilk bölümün temel ve açık olarak “politika” içerdiğini söyleyebiliriz. Buna paralel olarak ikinci bölüm her ne kadar Zapatistaların durdukları yer hakkında bazı veriler içerse de, biraz daha “özelleşiyor”: Marcos’un anıları ve Eduardo Galeano, John Berger gibi yazarlara yazılmış açık mektuplarla “felsefi” bir boyuta da taşınıyor. Üçüncü bölüme gelince; “Hatıra Yaratmak” başlığını taşıyan bu bölüm “Marcos fenomenini” oluşturan,

“...başka hangi gerilla gücü tarihsel öncü olarak proleteryaya değil de demokrasi için mücadele eden sivil topluma başvurmuştur?...Başka hangi gerilla gücü silahlı mücadeleyi anlamsız kılacak sivil ve barışçıl ulusal demokratik hareket oluşturmuştur? Başka hangi gerilla gücü aksiyona geçmeden önce ne yapması gerektiğini tabanına sorar ve tabanından destek ister? Başka hangi gerilla gücü iktidara gelmek için değil de demokratik bir alan elde etmek için mücadele eder? Başka hangi gerilla gücü kurşunlardan daha çok sözlere bel bağlar?...” (Sub commandante Marcos, a.g.e. , s.224)

sözlerinin altını dolduran, bu bakımdan (Marcos’ta en üst düzeyde temsil edilen) Zapatist hareketin “yeni tarz” devrimci siyasetini anlamayı da kolaylaştıran Marcos’un masal ve hikâyelerinden oluşuyor. Dolayısıyla bizce kitabı “okunması gerekenler” arasına sokan tam da bu bölüm oluyor.

SÖZ = KÖPRÜ

Meksika’nın tarım alanı, kahve üretimi, yeraltı kaynakları bakımından en zengin fakat susuz, elektriksiz, hastanesiz ve okulsuz birçok yerleşim biriminin bulunduğu en geri kalmış eyaletlerinden Chiapas’da yaşayan “yerlilerin” sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hakları için silahlı mücadeleye başlayan, ancak zaman içinde neo-liberalizm ve küreselleşme karşıtı hareketlerin günden güne yaygınlaşmasına vesile olmaları sebebiyle[6] tüm dünyada ayrı bir gözle izlenmeye başlayan Zapatistalar; namı diğer Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) 17 Kasım 1983’te üç yerli ve üç melez tarafından kuruluyor ve yola 15 kişiyle çıkıyor. Bundan neredeyse on yıl sonra 1 Ocak 1994 günü, tam da NAFTA anlaşmasının yürürlüğe gireceği gün “Ya Basta!-Artık Yeter!” deyip; 3000 kişilik bir “orduyla” Chiapas’daki altı büyük kasabayı ele geçirerek sahneye çıkıyorlar. O günden beri de “liderlik kültüne” bir karşı duruş olarak başlarından hiç çıkarmadıkları kar maskeleriyle dünyanın gündemindeler.

İsyanın başladığı ilk günler hükümetin “birkaç yüz kanun karşıtı”, “yabancı kumandanlarca maniple edilmiş toy gençler”, “profesyonel, vahşi ve iyi eğitimli aşırı uç organizasyon” şeklinde tanımladığı[7] ancak bugün gelinen noktada geçtiğimiz Mart ayı içindeki “görkemli” Zapatur yürüyüşüyle Meksika Kongresinde (Meclisinde) konuşma imkanı bulan Zapatistaların, sözcülüğünü ve ana stratejistliğini yürüten Marcos’un kimliği konusunda -“gay” olduğu da dahil olmak üzere- birçok söylenti var. Fakat bu söylentilerin hemen hepsinin birleştiği noktalar Marcos’un 50’sine merdiven dayadığı, “şehirli” bir “melez” olduğu, felsefe dalında doktorası olup geçmişte bir üniversitede felsefe ve edebiyat dersleri verdiği ve internete olan tutkusu. Kesinlikle kabul edilen ise kullandığı dilin, üslubun şiirselliği ve etkileyiciliği. Hatta Marcos’un adeta bunu tastikleyen bir de ödülü var: çocuklar için yazdığı “Renklerin Hikâyesi” adlı kitap Firecracer Alternatif Kitap ödülünün sahibi.

Dilin sadece bir ifade aracı olmanın ötesinde bir şeyler olduğunu söyleyen Marcos, Zapatistaların “klasik gerillanın körelticiliğine” saplanmamasının en başta gelen sebeplerinden biri olarak da “sözü” insanlar arasında bir “köprü” olarak görmelerine bağlıyor, bunun için “sözümüz silahımızdır” diyor:

“...Komutan Yardımcısı, ‘Asker, karşısındakini ikna etmek için silaha sarılan insandır. Böylelikle, karşısındakine kendi mantığının doğru olduğunu silahla kabul ettirmeye çalışır. Ama bir hareketin geleceği askerî ise, o hareketin geleceği yoktur,’ diyor. Marcos’a göre Zapatistaların en önemli silahı sözcükler. ‘Bu nedenle de cephanemize her an özen göstermeliyiz’. ‘Dil, ilişki kurmak, iletişime geçmektense, bir şey kurmaya yarıyor. Sözcükleri sürekli olarak tekrar ve tekrar silahlandırmak ve silahsızlandırmak gerekir’.” (Ragıp Duran, Garcia Marquez Komutan Yardımcısı Marcos’la Konuştu: “Kelimeleri silahlandırmak ve silahsızlandırmak”, www.medyakronik.com, 30.3.2001)

Marcos’un kendi ifadelerinden de çıkardığımız sonuç, bu dili/tarzı yerlilerle ilişkiye geçtikten sonra oturttuğu.[8] Mayaların dile ve ifadeye yükledikleri “kendilerine has” anlamları[9] öğrenmesi, kavraması ve elbetteki “şehirden” getirdiği birikim Marcos’un yazılarında (özellikle hikâye ve masallarında) kişisel olandan kollektiviteye ulaşabilmesini, şiirselliği sağlayan en büyük etken gibi gözüküyor. “EZLN komutanlığı” olarak imzalansa da, Marcos elinden çıktığı açık olan bildirilere de yansıyan bu “şairane” dil her ne kadar bildiride “klasik formun” sınırlarını zorluyor olsa da net ifadesini sub’un hikâye ve masallarında buluyor demek yanlış olmaz sanırım. Öyleyse bunlara biraz daha yakından bakmamız gerekiyor.

WE ALL LIVE IN A YELLOW SUBMARCOS!

Tıpkı Che’de olduğu gibi Marcos’ta da Don Kişot hayranlığı ve sevgisi dikkat çekici: Che’nin , atının adı Don Kişot’un atının adı olan Rosinante idi, Marcos ise hikâyelerinin esas kahramanına “Don Durito” adını vererek daha açık bir göndermeyi tercih etmiş gözüküyor. Üstelik bu gönderme sadece adla da kalmayıp “mazrufa” da yansıyor: Asıl adı “Nebuchadnezzar”[10] olan Don Durito; yanlışlıkları yazan, ıstırap içindeki soylu genç kızları kurtaran, hastaları iyileştiren, zayıflara yardım eden, cahilleri bilgilendiren, kudretlilerin gururunu kıran, alçakgönüllüleri yücelten, kadınların iç geçirdiği, erkeklerin saygıyla andığı, çocukların taptığı, bir su kaplumbağasını kendisine at olarak seçen(Pegasus) “seyyar bir böcek silahşördür”. Konuşan, yazan, politik söylevler veren, gözlüklü ve sigara içen bir böcek...

Marcos, Durito’ya “anlattırdığı” hikâyelerde kendisini dışarı çeker ve tıpkı okuyucu gibi olayları izler. Durito’nun çelişkilerine (Marcos’un Durito hikâyelerinde bilinçli şekilde düşülen bu çelişkiler, çoğu zaman “anlamı” kuvvetlendirmede temel araç görevi görür: örneğin bir hikâyeye Londra’da başlayan Durito birden Londra yerine Paris demeye başlar, daha sonra Kopenhag’a, oradan Madrid’e geçer. Böylece hikâyesini/mücadelesini! “evrenselleştirmiş” olur) müdahale etmeye kalktığında, azarlanır ve susar; Durito’nun dediği dediktir.

Don Durito hikâyelerinde; bitmemişlik ya da şöyle demeli aniden bittiği için “devam ediyormuşluk” havası vardır. Bir yanıyla hikâyelerin kısalığından kaynaklandığı düşünülebilecek bu durum; esas olarak hikâyelerde anlatılan, sorgulanan olayların, kavramların “yeni bir dünya” kuruluncaya kadar varlıklarını devam ettirecek olmalarından doğar kanımca: modern kentin “kollektif” yalnızlığı, baskı altında tutulan cinsellik, zamana, hıza, otomasyona verilen yüce! anlam, neo-liberalizmin çürüklüğü....

Bu izlekte küçük, başka ve farklı olanlara ayrılmış hikâyeler de önemli yer tutar. Örneğin Meksika’nın “farklı renklerinin” biraraya gelmemelerinin yol açtığı olumsuz sonuçları göstermek için anlattığı, Meksika’nın İspanyol bir asilzade tarafından fethedilmesine bağlanan hikâye söz ettiğimiz devam ediyormuşluk hissini vermesi bakımından da güzel bir örnektir:

“Bir zamanlar birlikte olan iki ayak varmış. Birlikteymişler ama birlik değillermiş. Bir tanesi soğuk diğeri ise sıcakmış. Soğuk ayak sıcak olana “sen çok sıcaksın” demiş. Sıcak olan ayak soğuk olana “sen çok soğuksun” demiş. Hernan Cortez gelip ikisini de yakana kadar birbirleriyle böyle kavga etmişler.” (Sub commandante Marcos, a.g.e. , s.314)

Yine Durito’ya göre cinsel tercihlerinde farklı olanlar “iki kere” başkadırlar; onlar “başka” olanların yanında da “başkadırlar”. Kısaca, içinde yaşadığı dünyanın durumunu öğrenip, çözümler üretmeye çalışan bu “sorumluluk sahibi” siyah, küçük böcek imgesinde Marcos aslında biraz da “tüm dünyadaki” Zapatistaları anlatmaktadır.

Marcos, anlatmak için Durito’nun ağzına başvurmadığı masallarında da temel olarak farklı olmanın zorlukları, hazzı konusunu işlerken bunun yanında küçük(lerin) çabaların(ın) büyük anlamları, “olunabilecek” şeyi aşma/en iyisi olma çabası, iktidarın söylemlerine karşı çıkma, insana güvenme gibi temaları da ele alır. Bu masallardaki yoğunluk, alegori ve üslup gerçekten dikkate şayandır.

Bunların yanında Marcos, “Hatıra Yaratmak” başlıklı bu son bölümde, bölüme adını veren hikâyeyi de anlatan, kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla veremden ölmüş bir yerli olan Don Antonio’nun kendisine anlattığı; daha çok renklerin, takvimin, samanyolunun... nasıl oluştuğu gibi Maya efsanelerini de aktarır. Bu efsane/hikâyeler de daha önce söz ettiğimiz temalarla örtüşür: farklı olanlara saygı, insanın tarihi değiştirebileceğine duyulan güven, geçmişten alınacak dersler... Ve yine bu efsane/hikâyeler aracılığıyla; Zapatista hareketiyle, neo-liberalizme karşı kıtalararası mücadeleyle dolayısıyla “politik yaşamla” da ilişki kurulur. Örneğin “mücadele etmeyi” rüya görmekle bir tutan “Rüyaların Hikâyesi”nde bu açıkça anlaşılır:

“...TOPRAK ANA, KADIN VE ERKEKLERIN RÜYAYI ÖĞRENECEĞI IKI GÖĞSE SAHIPTIR. RÜYAYI ÖĞRENIRKEN BÜYÜMEYI DE ÖĞRENIRLER. ŞEREFI BULURKEN MÜCADELEYI DE ÖĞRENIRLER. DOĞRU KADIN VE ERKEKLERIN BU YÜZDEN “RÜYA GÖRECEĞIZ” DEMELERI “MÜCADELE EDECEĞIZ” ANLAMINA GELIR.” (SUB COMMANDANTE MARCOS, A.G.E., S.384)

Bilge yaşlı adam rolündeki Don Antonio’nun son hikâyesinin ise “biz bir soru hareketiyiz” diyen Marcos’a ilham kaynağı olduğunu anlıyoruz. Hikâyeye göre birbirinin zıttı iki tanrı (gece-gündüz) hareket etmek, ilerlemek için sürekli soru sorarlar. Bir yere vardıklarında “veda edip”, ayrıldıklarında “merhaba” derler. Sürekli hareket ederler çünkü sabit kalırlarsa ilerleyemeyeceklerini anlamışlardır. Zapatistaları “farklı” ve “özel” yapan şeyin tam da bu olduğunu kavrayarak; tüm hayatı dönüştürmek isteyen/devrimci hareketlerin, eylemlerin ilham kaynağı olması gereken sorular neler mi? “Nasıl, neden, nereye, ne yapacağız, nasıl hareket ederiz, yol nereye gidiyor, uzun süre nasıl yürürüz...”

Yazıyı da; kendisine, imza olarak kullandığı “sub commandante” sözcüğünde yaptığı bir kelime oyunuyla submarine (denizaltı) demekten çekinmeyen, bir hikâyesinde “sarı” rengi “çocuk gülüşü” olarak tanımlayan Marcos’a (her ne kadar hiç çıkarmadığı kar maskesi yüzünden gülüşünü sadece gözlerinden görebilsek de!), denizaltında mutlu ve “başka” bir hayat süren bir adamın hikâyesinin anlatıldığı o meşhur şarkıdaki gibi bir selam yollayarak bitirelim: We all live in a yellow submarine, yellow subMarcos ...

[1] Özgür Gökmen, Birikim, 144, Nisan 2001, s. 93, dipnot 3.

[2] İsyancı Komutan Yardımcısı Marcos, Ya Basta! Artık Yeter! (çev. Pınar Selek), Temmuz 1996, Belge Yayınları.

[3] Metin Yeğin, Adları ve Yüzleri Olmayanlar-Marcos’la On Gün, Su Yayınları.

[4] Sub commandante Marcos, Sözümüz Silahımızdır (çev. Ebru Erek-Aynur Arslan), hazırlayan: Juana Ponce de León, Mayıs 2001, Bakış Yayınları.

[5] Özellikle her üç kitapta da yer alan ve genel olarak(!) “Fırtına ve Kehanet” başlığını taşıyan makale “ayrışmanın” en canlı örneği. Bu noktada kişisel olarak en beğendiğimiz çevirinin Metin Yeğin’inkiler olduğunu eklemeden geçmeyelim. Bizce bu durum da esasen “aslından okumadan” kaynaklanıyor.

[6] “... 1996 yılında Zapatistalar bütün dünyadan davet ettikleri insanlarla birlikte Neo liberalizm Karşıtı ve İnsanlık Yanlısı bir seri konferans düzenlediler. Bir yıl sonra bu kez İspanya’da buna benzer bir etkinlik düzenlediler. Bu toplantılara davet edilen uluslararası sivil toplum örgüt yöneticileri ve üyeleri, Zapatistalar’dan etkilenerek sosyal hareketlerin global dayanışma ağlarıyla birleştirilmesi fikrini kendilerine temel aldılar. Ve bugün dünyada globalleşme karşıtları diye bilinen binlerce kuruluşun bir ağ kapsamında birleşmesi fikrinin temelleri, EZLN’nin düzenlediği bu iki konferansta atıldı...”; Ceylan Özerengin, Bize de Uğrasaydınız, www.chivi.com.

[7] Bu ifadelerin Türkiye’de de özellikle PKK’nın ortaya çıktığı ilk dönemlerde kullanılmış olması; hele ki Zapatistaların temel hareket noktası, Chiapas’ın yapısal özellikleri ve her iki “kalkışmanın” bugün vardıkları yer göz önünde bulundurulunca, bir PKK-Zapatistalar karşılaştırması yapmak anlamlı olmaz mı? Ayrıca şunu da hemen belirtelim ki, Zapatistaların silahlı mücadeleyi alenileştirdiği dönemde Meksika’nın IMF reçeteleri ve NAFTA anlaşmasına paralel olarak yaşadığı “kriz” ile Türkiye’nin halihazırda içinde bulunduğu dönem arasındaki benzerlik gerçekten üzerinde durmaya değecek kadar yoğun. bkz. Sub commandante Marcos, a.g.e. içinde (yazan:Ana Carrigan), s. 420 vd.

[8] “Bizim geri kafalı dünya ve devrim görüşümüz, Chiapas’taki yerli gerçeklikleri ile karşı karşıya gelince fena çöktü.”; Sub commandante Marcos, a.g.e. , s.428. “...Galeano, Marcos’un nasıl Chiapas’a gittiğini ve yerlilerle konuştuğunu fakat onların Marcos’u anlamadığını anlatır: “Daha sonra, sizin içinize girdi, dinlemeyi öğrendi ve konuşmaya muvaffak oldu.”...”; y..a.g.e. içinde önsöz (yazan: José Saramago), s.XIV.

[9] “...her şeyi bu insanlardan öğrenmemiz gerektiğini anladık...(örneğin) Maya dilinde...kişi ‘ben’ diye söze başladığı zaman kastettiği şey ailesidir. Ayrıca bir ‘ben’ kelimesi yoktur...”; Metin Yeğin, a.g.e. , s.152.

[10] Babil’e en parlak dönemini yaşatan, askeri başarılarıyla bilinen ve “Babil’in Asma Bahçelerini” yaptırdığı söylenen Babil Kralı Nabukadnezar’a gönderme.