11 Eylül olayının buram buram enformasyon teknolojisi kokması ve bu kokunun açıklanan legal delillerden hiçbiri tarafından giderilememesi, sorunun geleneksel bakış açıları ile açıklanabilmesini ve etkilerinin tahmin edilmesini engellemektedir. Eğer “11 Eylül”; bir çağ dönümünü ya da yeni bir dönemin açılışını simgeliyorsa, her yeni dönemin, bir öncekini, ondan daha farklı “akıl” ile alt ettiğini ve “çağ dönümü”nü veya “çağ dönümüne yol açan krizi yaratan olay”ın, gözlemlenebilen niteliklerinin, yeni döneme yön verdiğini unutmamak gerekir. Bu açıdan “olay” içerisindeki izleri tanımlamak, “olay”ın vahşet boyutuna rağmen, elzemdir. Tüm diğer “başlangıç olayları” gibi, 11 Eylül de, belli bir zaman serisi boyunca gelişen olumlu/olumsuz faktörlerin etkisi ile gerçekleşmiştir. Diğer deyişle “anlık vahşet” tanımlaması ve “zarar gören”in kendi hayatiyetini muhafaza içgüdüsü ile savurduğu savaş naraları ve dezenformasyon ile yönlendirme; olayın, vahşet boyutuna rağmen etki büyüklüğünün yanlış algılanmasına yol açabilir.
“Bundan sonra neler olacak ?” sorusuna, kehanetler dışında geçerli olasılıklar sunabilmek için, “sıkıntıya düşen”in yapısını ve “sıkıntıya düşüren”in izlerini, günümüz güvenlik/istihbarat mekanizmaları tarafından sıkça kullanılan “tinerci çocuk” kılıfından da sıyrılarak aramak gereklidir. Kaldı ki, bazı sorulara anlamlı cevaplar arandığında, 11 Eylül sonrası günlerde dünyanın üzerine yüklenen dezenformasyon açığa düşmektedir .
1. Pentagon’un ve New York şehrinin hava savunma sisteminin, “İsviçre çakısı” ile çökertilebilmesi mümkün müdür?
2. Tüm Amerika’yı hava savunma kalkanı ile çevrelemek arifesindeki Pentagon’un, kendi karargâhının havadan güvenliği konusunda kalite şüphesi olabilir mi?
3. Hedeflerin Dünya Ticaret Örgütü’nün ikiz binaları ve Pentagon olması, bazı Arap teröristlerin takıntısı veya şehveti ile açıklanabilir mi?
4. Özellikle DTÖ ikizlerine saldırı saatinin, turist/müşteri gibi, bina dışı sıradan insanların ziyaret saatinin başlamasından önce gerçekleşmesi tesadüfi midir? Eğer amaç; “katliam”, “hür dünya”ya zarar vermek ve “hür toplumsal yaşam”a uzun süreli medeniyet paranoyası yaşatmaksa, vahşetin boyutlarının büyüyebileceği Sears Towers, Manhattan mesai çıkışı, Los Angeles Down Town veya New York yakınındaki bir nükleer santralin seçilmemiş olması anlamlı değil midir?
5. Kullanılan “tahrip edici”nin Amerikan medeniyetinin önemli unsurlarından olması (sivil uçak), bu vahşeti gerçekleştirenlerin kimyasal/nükleer silâh almaya güçlerinin yetmediği veya malî güçlerinin sadece pilot kursu, uçak bileti ve İsviçre çakısına yettiğinin mi ifadesidir?
6. Bu İslâmi teröristler nasıl insanlardır ki, kusursuzluk sınırında vahşet gerçekleştirebilecek “donanımlı akıl” ve “planlama deneyimi”ne sahip, ancak vahşet dışındaki hemen her konuda “beceriksizlik” göstererek yenilmektedirler. 11 Eylül bir grup Arap teröristin işi ise; günlük yaşamlarının bütününde modern çağ öncesi üretim biçimine ve grup tepkisine sahip, çoğunlukla plansız yaşayan, erişebildiği ortalama savaş seviyesi kaleşnikof ile gerilla savaşı olan, kendi yerleşik organizasyonlarında “ithal etmek” dışında yaşamı kolaylaştırıcı alet/edevat düzeylerine erişemeyen bu insanlar, eğer Pentagon’un hava savunma sistemini kırabiliyorlarsa, İsrail Devleti’nin haritadaki yeri anlamlı mıdır? Ya da Taliban, ne kadar mükemmel bir artist grubudur ki, gündelik yaşamında 300-400 yıl öncesinin yaşayış rolünü yapmakta, fakat iş ABD ile tepişmeye gelince asıl teknolojik kimliğini ve hünerini ortaya çıkararak Pentagon sistem şifresini çözüvermektedir.
7. “Büyük Düşmanları”nı Beyaz Saray, Pentagon, Camp David ve İsrail boyutunda tanımlamış olan Arap terörist oluşumlarının, birdenbire kendi “hal”lerinin birkaç basamak yukarısına tırmanmaları ve dünya ticaret/finans sistemini hedef almaları büyük bir düşünsel sıçramadır. Ayrıca 4 sivil uçağı eşanlı olarak birer silâha dönüştürmek ve ABD’de etkisi artan resesyon ve ABD yönetiminin “füze kalkanı” için ek bütçe talebinin hemen öncesinde böyle bir vahşeti gerçekleştirmek; kısaca “çift taraflı eş anlılığın” altına imza atmak, eşi görülmemiş bir “donanımlı akıl”ı çağrıştırmaktadır. Bu insanlar, eğer bugüne kadar gerçekleştirdikleri tüm eylemlerinde bu gelişmişlik boyutuna dair hiçbir tüyo vermeden ve böylesi bir sıçramayı birdenbire yapabiliyorsa, toplum bilimlerin hemen tümünü toplumsal demirbaştan silmek gerekmez mi?
8. “11 Eylül vahşetini bir grup İslâmi terörist yapmıştır, yaşamakta olduğumuz günler ise, ABD ile İslâmi terör örgütleri arasındaki savaş halidir” düşüncesi; dünyanın kalan kısmını edilgen varsaymaya yol açar. Başta ABD iç unsurları olmak üzere, dünya halini; kendi hayatını yaşayan ve güce tapan sağlıklı edilgenler güruhu olarak varsaymak anlamlı mıdır? Ayrıca “Hamburg’tan Filipinler’e yayılmış gruplar” gerçeği, sadece İslâmi terör için mi geçerlidir?
9. Amerikan sivil havacılık sektörünün 30.000 nitelikli işgücünü işten çıkartıyor olması ve en büyük sivil uçak üreticisi olan Boeing’in toplam işgücünü %33 azaltıyor olmasının, 11 Eylül vahşeti ile aynı günlere denk gelmesi tesadüfi midir? (Boeing benzeri dev üretici şirketlerin veya Amerikan havayolu taşımacılığı şirketleri ölçeğindeki dev hizmet endüstrisi kuruluşlarının, bu derece büyük işgücü azaltımını içeren “insan kaynakları planlaması”nın dünden bugüne değişmeyecek kadar orta/uzun vadeli olduğunu ve başta sendikalar olmak üzere çok sayıda parametrenin koalisyonunu yansıtan bu planların, bazı medya mensuplarının oturduğu yerden üfürdüğü kolaylıkla değişmeyeceğini hatırlatmakta fayda var.)
10. Nihayet, “savaş” olgusu ne kadar basit ve kötü kişilikli psikopatlar olan Hitler, Saddam ve Bin Laden tarafından yaratılmaktadır ki, milyonlarca insan birkaç psikopatın etkisi ile mahvolmaktadır. “İyi”lerden oluşan “hür dünya”, ne kadar kadersizdir ki! bir tarafta birkaç psikopatın sağlıksız beyinleri, diğer tarafta Amerikan başkanlarının halka hitap konuşmalarındaki analitik deha arasında kavrulup gitmektedirler.
ABD güvenlik/istihbarat ve medya merkezlerinin; 11 Eylül üzerine kötü esprilere benzeyen açıklamaları bir tarafa bırakılarak, “iz”ler algılanmaya çalışıldığında görünen fotoğraftaki unsurlar, insanlık tarihinde bugüne değin pek mümkün olmamış düzeyleri simgelemektedir ve unsurlar arasındaki ilişkiler pek de “sentetik” değildir.
1. Güçlü devlet otoritesi ile ona karşı çıkan/lar tarafından kullanılan teknolojinin aynı olması, insanlık tarihinde ilk kez rastlanan bir durumdur. Bugüne değin söz konusu olan hemen tüm karşı çıkışlar ve saldırılar, güçlü devlet aygıtının “daha ileri” donanımlı güvenlik/istihbarat sistemleri tarafından bertaraf edilmiştir. Ancak 11 Eylül olayında kullanılan teknoloji, büyük olasılıkla bilgisayar teknolojisidir ve niteliksel ve niceliksel olarak devlet aygıtının elinde olan (özellikle) software, aynen, o devlete saldırıyı gerçekleştirenlerin eline de geçmiş olabilir. Aksi halde hava savunma sisteminin bertaraf edilmesi, sivil havacılık kontrol radarlarının yanıltılması ve 4 uçağın eşanlı kaçırılması pek mümkün olmazdı. Bu durum, sonraki olası saldırılarda geleneksel savunma anlayışının açığa düşmesinin ve saldırının Amerikan üst düzey yönetimindeki şokunun da ifadesi olabilir. Saldırının şokunu yaşamak normal bir tepkidir ancak saldırı sonrası (ileri bir devlet aygıtı için) uzun sayılabilecek bir şoka girmek, farklı niteliklere sahip ve büyük bir güç ile karşılaşıldığının göstergesi olabilir.
2. İnsanlık tarihinde ilk kez bu derece büyük bir vahşet, silâh kullanılmadan (İsviçre çakısı dışında) gerçekleştirilmiştir. Saldırıda “kullanıldığı gözlemlenebilen”, insan elinin değil insan beyninin uzantısıdır; “aparat” ise medeniyetin kendisidir. Gladyatör faytonları ile Roma’nın, saltanat kayıkları ile Osmanlı’nın, buharlı ticaret gemileri ile Britanya’nın vurulduğunu tarih yazmamıştır. Amerikan medeniyetinin bundan sonra, ısınma şebekesi, şehir suyu şebekesi veya hemen tüm evlerde varolan microwave fırınlar tarafından veya içinde bilgi işlem ünitesi olan herhangi başka medeniyet unsuru ile vurulmayacağını kim garanti edebilir?
3. İnsan beyninin derinliklerine mıhlanacak bir “görsel efekt” söz konusudur ve bu etki, medyanın (en iyimser bakışla) otosansürüne rağmen gerçekleşmiştir. Vietnam, Irak, Filistin, Marmara Depremi ve benzeri vahşet ya da facialarda yaşananları, sıradan insanların gözüne sokma eğilimi olan medyanın tavır değiştirmesi ve aktarılan soft facia görüntülerine ve ulusal birlik mesajlarının üretimine rağmen, “görsel efekt” engellenememiştir ya da vahşeti planlayan “donanımlı akıl”ın düzeyi, etkinin engellenmesini engellemiş olabilir. Bu kadar başarılı bir manipülasyon, etkin güvenlik/istihbarat örgütleri dışında, ilk kez gerçekleştirilmiştir.
4. Eylem, Amerikan kamuoyu araştırma şirketleri tarafından ölçülmese de, (hümanistleri bir tarafa bırakırsak) medyaya yansıdığı kadarıyla, dünya ölçeğinde, örtülü de olsa onay görmüştür. Örneğin ülkemizde, “oh olsun” mantığı, anlı şanlı emekli generaller, politikacılar ve medya tarafından “İşte Türkiye’yi anladılar” ya da bazı muhalif söylemlerde “Iraklıların canı can değil miydi?” gibi masum ifadelerle dışa vurulmuştur.
5. Dolaylı parasal zararı açısından kıyası ancak Dünya Savaşları ile ölçülebilecek bir eylemdir. Sadece yıkılan binaların ve içindeki şirketlerin ya da düşen uçakların değil, Amerikan finans sisteminin gördüğü zarar büyük miktarlarla ifade edilmektedir.
Kuşkusuz, “ilk”ler çoğaltılabilir. Ancak 11 Eylül olayında var olan bu ve olası diğer “iz”ler, vahşetin Arap teröristlerin işi olmayacak kadar “ileri teknoloji” ve “donanımlı akıl”ı çağrıştırmaktadır. Eğer “ileri teknoloji ve “çoklu donanımlı akıl” söz konusu ise, bu durumda Arap teröristler, ancak, Amerikan toplumsal yaşamındaki travmaya pansuman etkisi yapabilecek birer “tinerci çocuk” olabilirler.
“Zarar veren”in izleri, sonucu vahşet dahi olsa, önemli düzeyde insan yaratıcılığını yansıtmaktadır. İnsan yaratıcılığının dizginlenemeyen yapısı, kendiliğinden veya planlı bir şekilde eyleme dönüşür. “İnisyatif kullanma” anlamına gelen “eylem” için “adalet algısı” önceliklidir. Adaletsizlik algısı karşısında “eylem”, sıradan zarardan başlayarak, vahşete kadar uzanabilir. Adaletsizlik algısının, sistem içi tepki örneklerinden bir tanesi olan “Oklohama Olayı”, direkt vahşet örneklerinden bir tanesidir ve şu günlerde ne gariptir ki fazlaca üzerinde durulmamaktadır. 11 Eylül olayında ise birilerinin eline silâh ya da bombayı alarak hedefine yönelmesi gibi “ilkel yaratıcılıktan” öte bir durum izlenimi vardır.
11 Eylül vahşetinin “zarar veren”inin izlerinde sırıtan kavram olan teknoloji; sadece makinenin iç dinamikleri ve tekil performansı ile tanımlanamaz. Teknoloji, bir “aygıt”ın ifadesi iken aynı zamanda bir “süreç”in ve bir “davranış”ın da ifadesidir. Teknoloji ile insan arasındaki ilişki, sosyal bir gerçek olarak irdelenir. Teknolojiyi kullanan birey/grup’ların yarattığı süreçler ve gösterdikleri davranışlar, aynı zamanda o birey/grup’ların tanımlanabilmesini de sağlar.
En basit tanımı ile enformasyon teknolojisi, bilgisayar teknolojisi tarafından sağlanan bilgiyi işleme (kodlama-sınıflama, görsel grafik kombinasyon, bilgi manipülasyonu), bilgiyi depolama (hazır tutma, biriktirme, ekleyebilme, erişebilme), karar verme (rutin kararları, ana belleğe kayıt ve aktarma kararları, sınıflama kararları) ve paralel çalışabilme olanaklarının, telekomünikasyon teknolojisinin bilgi dağıtma (farklı birimler tarafından işlenmiş ve sınıflanmış bilgilerin, birbirleri tarafından paylaşımının sağlanması), uzaktan işleme (mekândan bağımsız erişim ve denetim) olanakları ile birleşmesi sonucu ortaya çıkan sinerji halidir. Ya da bilgisayarların telekomünikasyon hatları ile birbirlerine bağlanmasıdır. Enformasyon teknolojisinin önemli etkilerinden bir tanesi olan “bilginin mülkiyeti” konusundaki olumsuzluk, bugüne değin çeşitli sorunlara yol açmıştır. Geleneksel güvenlik anlayışının sonucu olan “şifreleme” çabası, bugüne değin üretilen bilginin, o bilgiyi üretenin inisyatifi dışında elde edilmesini ve manipülasyonunu engelleyememiştir. Diğer deyişle bilgi, bilgisayar ortamında üretildiği, saklandığı ve telekom hatları ile aktarıldığı sürece, başkaları (korsan gayretler)tarafından edinilebilmektedir.
Bu teknolojiyi kullanan birey/grup’ların ne tür davranışlar gösterdikleri ise, kullanıcıların legal veya illegal pozisyonlarına bağlı olmaksızın, yaklaşık olarak standarttır. Enformasyon teknolojisinin ilk belirgin kullanıcıları olan Amerika’nın dev kurumlarından, bugünün basit korsan networklerine değin geçerli olan örgütlenme tarzı, artan oranda ademi merkezi ve “0” hiyerarşik’ tir. Hiyerarşik örgütlenmenin baş edemeyeceği bir hız ve eşanlılığı yaratan enformasyon teknolojisi, aynı zamanda, “emir-komuta”nın bilgi üzerindeki etkisini de, çoğunlukla, sıfırlamaktadır. Nihayet, rutin işlerin/kararların topyekün “sanal zekâ” tarafından üstlenildiği ortamda, enformasyon teknolojisi ile çalışmak yetkin emeğin işi olmaktadır. Diğer ifade ile enformasyon teknolojisinin gözlemlenebildiği ortamda, karşımıza, geleneksel iş sosyolojisinin; günümüzde, en az beyaz yakalılar kadar teknolojik yetkinliğe sahip “mavi yakalılar”ı çıkar.
Enformasyon teknolojisini kullanan örgütlerin insanı, edilgen değil, aksine üretken ve “donanımlı akıl”a sahip olmak durumundadır. Bu teknoloji ile çalışan örgüt, donanımlı akılların yarattığı sinerjinin sıfır hiyerarşik temelli ürünüdür. Bu örgütün performansının kökünde, eşanlı matematiksel mükemmelliğin yanısıra, ademi merkezli sosyalizasyonu da aramak gerekir. Bu sosyolojik “hal” ; enformasyon teknolojisini kullandıkça gerçekleşen bir dönüşümün sonucudur. İşletme Yönetimi ve İş Sosyolojisi alanlarında yapılan birçok çalışmada; enformatik örgütlerin ihtiyacı olan emek konusunda, Batı kültürlerinin şansının Doğu kültürlerine göre çok daha fazla olduğu; Doğu kültürlerinden yetişen emeğin enformatik örgüte uyumunun istisnai bir durum olduğu sıklıkla belirtilmektedir. Ademi merkezli sosyalizasyona sahip ve eşanlı matematiksel mükemmelliği gerçekleştirebilen örgüt insanının, İslâmi terör kamplarından yetişmesi oldukça zordur.
11 Eylül olayında, “zarar veren”in tanımlanmasına göre, “zarar gören”in tanımlanması daha kolaydır. Başta ekonomik ve teknolojik alanlar olmak üzere, hemen tüm alanlarda üstünlüğünü kabul ettirmesi ile diğer toplumları zora düşüren bir “açık sistem” olarak ABD; günümüz dünyasında, 30.000 doları aşan kişi başına millî gelir düzeyine rağmen, güncel olarak, “bana ne diğerlerinden” diyebilmeyi arzulayabilen bir ekonomik hegemonyadır. Uluslararası politikasının tarihinde, çok sayıda devleti kapsayan “Sovyet karşıtı yeşil kuşak” yaratmaya varan yetenekleri olan bu güç, diğer taraftan, yapısı gereği “açık sistem”dir. Dışarıdan madde, bilgi, enerji alarak ve dışarıya madde, bilgi, enerji vererek hayatiyetini devam ettiren bir sistemdir. Bu yapısal özelliğinden vazgeçmesi; “yarı açık sistem” olması dahi düşünülemeyecek bir sistemdir. Kısacası, herhangi bir nedenle ve boyutta, güncel muhafazakar yönetimine rağmen “kapılarını dünyaya kapatamayacak” bir sistemdir. ABD’nin ne dünyanın “milyarlık nüfus alanları”na nüfuz etmemesi, ne de iç politik tercihlerini, yaşadığı resesyona rağmen birkaç endüstriye domine etmesi, uzun süreli olamayacak bir yaklaşımdır.
11 Eylül saldırısının hemen sonrasında intikam çığlıkları atması ve savaş haline yönelmesi, yönetimin, en azından kendisine oy vermiş cumhuriyetçi müşterilerini ilk elden tatmin etmesi açısından doğaldır. Kamuoyu yoklamaları, müşterilerin tatminini gösterene kadar savaş naralarının sürmesi ve hattâ “ilân edilmiş düşman”a yönelik saldırıların sürmesi de mümkündür. Ancak kendi içindeki “donanımlı akıl”ın muhtemel vahşete varan muzurluklarını ya da “postmodern sistem karşıtı duruş”u; Afganistan, Irak ve benzeri geri toplumlara karşı ataklarla bertaraf edebileceği düşünülmemelidir.
Bir tarafta 11 Eylül olayının benzerlerinin yaşanması durumunda ortaya çıkacak zararın büyüklüğü ve halen yaşanmakta olan resesyon, diğer tarafta, bugünkü hali ile küreselleşmeden zarar gören dünya dururken; sadece silâh endüstrisinin pompalanması ile zorlukların aşılması da oldukça güçtür. Kaldı ki, Amerikan ekonomisinin bugün eriştiği büyüklük, geleneksel bakış açılarında vurgulandığı gibi, birkaç endüstrinin pompalanması ile resesyonu aşabilecek boyutların üzerindedir.
Farklı bir yazının konusu olmasına rağmen; orta vadede, dünyanın içine girebileceği “hal”in bir tür transfer hali olabileceği ve “malî yardım” gibi palyatif dışsal ya da Keynesyen yaklaşımın önerdiği gibi kısa vadeli içsel politikalar yerine, üretim kaynaklarının, “mülkiyet”e ve “kâr”a halel getirmeksizin transferi söz konusu olabilir. Ayrıca, Seattle ve Cenova’da gösterilen gelişmiş tepkilere rağmen, “ne resesyon ne işsizlik ne de Kyoto, yaşasın füze kalkanım” görüşünün devam edebileceği düşüncesi, 11 Eylül vahşetinin tekrarını beklemek anlamına gelebilir. ABD Kongresi’ne sunulan ve interneti, para akışlarını ve sivil havacılığı kontrol altına alma amaçlı yasa taslakları vb. ise; “açık sistem” anlayışı ile pek uyuşmayabilir. Geleneksel anlamı ile güvenliğin ve istihbaratın arttırılması da, eğer vahşetin kaynağı bu yazıda varsayılan güç ise, ancak bir sonraki vahşetin planlanma süresini arttırabilir.
Bu noktada sistemlerin, anlık içgüdüsel tepkilerinin ardından, kendilerini korumak ve hayatiyetlerini devam ettirmek için yapısal özelliklerine uygun önlemlere başvuracağını düşünmek, orta vadede ortaya çıkabilecek küresel cevaplara daha kolay ulaşılmasını sağlayabilir.