Kapitalizm had safhada istikrarsız bir sistem. Emekçilerin üretim sürecindeki kâr güdümlü sömürüsü ile piyasaların kâr güdümlü işleyişi birbiriyle etkileşerek bu sistemin başına her daim belâ olagelmiş döngülere yol açmıştır. Şimdilerde kapitalist dünya ekonomisi oldukça keskin bir döngüsel düşüşe girmiş durumda. Döngülerin önünü almak ya da en azından etkilerini sınırlandırmak maksadıyla alınan devlet önlemleriyse hiçbir zaman yeterli olmamıştır. Bu önlemlerin yeterli olduğu yanılsaması ancak şu basit olgunun gözardı edilmesiyle mümkündür: kapitalist döngülerin verdiği hasardan toplumun bir kesimini korumak aslında bu hasarı başka kesimlerin omzuna yıkmak demektir. Ancak bu gerçeği görmezden gelmek suretiyledir ki, sistemin şakşakçıları kapitalist döngülerin “yola koyulduğunu” ya da “atlatıldığını” iddia edebilmiştir. Ve yine ancak bu sayede modern dünyadaki yaygın ekonomik ve toplumsal çürüme ile bu çürümenin kaynaklık ettiği hırs, öfke ve nefreti yok saymak veya yadsımak mümkün olmuştur.
ABD’nin ’90’lı yıllardaki ekonomik yükselişi, Japonya’nın bunalımında hem rol oynamış hem de bu bunalımdan yarar sağlamıştı. Benzer şekilde, Avrupa ve ABD’nin son on yılda yaşadığı kapitalist refah gerek Afrika’daki ekonomik çöküş gerekse Asya ve Latin Amerika’daki ciddi ekonomik gerilemeyle yakından ilintiliydi. Dünyanın herbir köşesinde farklı kapitalizmler, döngülerinin bedelini başka bölgelere ihraç etmek için mücadele ederken bazıları muvaffak olabilmekteydi. Onların ihraç ettiği bedeli ithal etmek zorunda kalan diğerleriyse, kendi kapitalizmlerinin yüksek maliyetli istikrarsızlığını dışa kaydırmakta hepten güçlüğe düştükçe küresel rekabette daha da geride kaldılar. Günümüzün en müreffeh kapitalizminde, yani ABD’de bile gelir dağilımının en tepesindeki %20’lik kesimin iyice semiren serveti toplumun geri kalanının mağduriyetini iyiden iyiye derinleştirdi. Kısacası, kapitalizm hem küresel hem de ulusal ölçekte eşitsiz gelişme demektir.
Son birkaç senedir, kapitalist ekonominin yol açtığı muazzam eşitsizlik ve ızdırap kitlesel tepkileri de harekete geçirmişti. Bu tepkilerden en görünür olanları Seattle, Cenova, vd. gösterilerdi çünkü eylemciler kızgınlıklarını televizyon ve basının yoğun olarak haber aktardıkları yerlere odaklamışlardı. Küreselleşme karşıtı olarak bilinen bu hareketin birçok bileşeni vardı: dünyanın gittikçe daha büyük bir kısmının fakirleşmesine karşı olanlar, çevresel tahribata karşı olanlar, dünya ekonomisinin körüklediği kültürel, politik ve ekonomik fırsat eşitsizliğine karşı olanlar ve daha niceleri. Bunların bazıları dünya ekonomisinin can damarı ve dolayısıyla da bu ekonomik düzeni eleştirenler için uygun bir hedef olarak kapitalizmi işaret ediyordu.
Ne var ki, dünya kapitalizminin eşitsiz gelişmesi başka tür tepkiler de doğurmaktaydı. Borç yükü artarken reel geliri düşen %80’lik kesim üzerinde sözde müreffeh doksanlı yıllar boyunca ağırlaşan baskılar, ABD’de aile kurumunu da çöküşün eşiğine getirdi. Gerçi bu kurum epeydir zaafiyet belirtileri göstermekteydi - %50’ye varan boşanma oranı, çocuk ve kadınların uğradığı kötü muamelenin ulaştığı vahim boyutlar, gencecik insanların akın akın hapsi boylaması vb. Fakat doksanlı yıllar tüm bunların üstüne tüy dikti. Okullarında silâhla ateş açmak çocuklar arasında neredeyse bir moda halini alır, uyuşturucu bağımlılığı hepten kontrolden çıkarken toplumun büyük çoğunluğu koyulaşan bir yalnızlık ve ümitsizlik duygusu içerisinde ne doğru dürüst bir eğitim alabiliyor ne de bilinçli bir yurttaşlığın gerekliliklerini yerine getirebiliyordu. Ailenin çöküşü böylelikle “kendi kendine yardım” oluşumlarında da bir patlamaya yol açtı. Halihazırda on milyonlarca ABD vatandaşı alkolikler anonimi, kumarbazlar anonimi, kokainmanlar anonimi, vb. adlı kuruluşlara üye bulunmakta. Bu kuruluşların kendilerini “anonim”* olarak nitelendirmeleri kapitalizmin ABD’deki eşitsiz gelişmesinin ağır toplumsal bedelleri hakkında oldukça manidar bir ipucu veriyor zaten.
Kapitalist döngünün yükseliş dönemini kaçıranlar ya da döngünün düşüş safhasında bedelleri yüklenmek zorunda kalanlar, belki çareyi olmasa da teselliyi envai çeşit köktendinci hareketin kucağında buldular. Radikal siyasî çıkışların güçleştiği, kişisel olarak tehlikeli ve hattâ imkânsız hale geldiği durumlarda kökten dincilik birçoklarına cazip geldi. Gerek ütopik ve distopik tahayyülleri gerekse cemaat dayanışma ağları vasıtasıyla bu dinî hareketler kasvetli ve gittikçe kötüleşen toplumsal koşullara bir yanıt sundu.
11 Eylül 2001 tarihinde birçok insan eşitsiz küresel gelişmelere karşı başka tür bir yanıtın, tepkinin olabileceğini hatırladılar ya da ilk kez öğrendiler: terörizm. Tabiî ki bu yeni bir tepki biçimi değildi. Pekçok başka sorunla boğuşurken bir de kapitalizmin bedellerini sırtlamaya çalışan nice ülkede sefalet ne radikal siyasî bir harekete, ne aile içi şiddete ne de kökten dinciliğe yöneldi. Bunların yerine Ruanda, Yugoslavya’nın eski bölgeleri, Güney Asya örneklerinde olduğu gibi, etnik fobi ve şiddete kanalize oldu. Buralarda terörizm binbir yüzüyle boy gösterdi. Teröristler çoğunlukla, diğer tepki biçimleri karşısında hüsrana uğramış kişiler arasından çıktı. Bu şahıslar şiddetlerini, kendi sefaletlerinin sorumlusu olarak kabul ettikleri insanlara yönelttiler.
Örneğin, ABD içindekiler, ailenin çözülüşü ve ekonomik fırsatların yok oluşu karşısında duydukları hiddeti bir tür din terörizmiyle dışa vurdular. Kendilerinin ve ülkenin sefaletinin tek müsebbibi olarak gördükleri kürtajı ve eşcinselliği mutlak kötü olarak yaftalamakla ve reddetmekle yetinmediler. Kürtajı ve eşcinselliği “barındıranları”,* destekleyenleri ya da uygulayanları terörize etmeye giriştiler. Bombalamalar ve cinayetler birbirini izledi. Diğerleri ise, Amerikan kültüründe gayet yerleşik olan devlet ve politikacılara karşı itimatsızlığı arkalarına alarak, milis örgütlenmelerin ABD’ne yönelttiği saldırıları mazûr göstermeye calıştılar - Oklahama’nın bombalanması örneğinde olduğu gibi.
ABD dışında ise, dünya ekonomisinin en harap köşelerindeki binlerce insan özellikle bir ülkenin, ABD’nin, sefaletlerinin yegâne sorumlusu olduğuna kanaat getirdi. ABD’nin dış politikası, zenginliği, dini ve ordusu -değişen terkiplerle- bu insanlar için mutlak kötünün yerini doldurdu. Bu insanların gözünde ABD düşmana arka çıkmış, onu finanse etmiş, barındırmış ve silâhlandırmıştı. ABD’ye karşı bir haçlı seferi gerekliydi ve buna yönelik girişimlerde de bulunuldu. Kınamaların durumu değiştirmediğini anlaşılınca bu insanlar da yüzlerini bombalar ve cinayetlerden tarafa çevirdiler.
2001 Eylül’ünde, kibirli bir edayla kendini küresel olarak adlandıran kapitalist ekonomik sistemin üzerimize salıverdiği tahribatın ürkütücü manzarasıyla karşılaşıyoruz. Kapitalizm, eşitsiz gelişmesinin ve döngüsel dalgalanmalarının toplumsal bedelleriyle ilgilenmek bir yana bunları kabullenmeyi bile reddetmekte. Başkan Bush tüm teröristleri bulup imha edeceği haçlı seferinin hayalini kurarken, onların yeşermesinde rol oynayan kapitalist sisteme dokunmayı aklının ucundan dahi geçirmiyor. Bu tür körlükler benzer sefer ve karşı-seferleri geçmişte de yaşamamıza neden oldu. Esas sorunlar şimdiki ve gelecek kuşakların sefalet, öfke, terör, tepki ve karşı-tepkisini körüklemeye devam ederken, manzarayı boydan boya ölüm ve yıkım kaplıyor.
Liberaller ve hümanistler büyümekte olan dehşeti görüp sızlanıyorlar. Bazıları küresel ve ulusal eşitsizliklerin azaltılması gerekliliğini, bunun savaşa kıyasla daha kesin ve güvenli bir çözüm olacağını savunuyor. Fakat böylelikle, tarihi boyunca heryerde eşitsiz gelişmeye sebebiyet vermiş olan kapitalizm sorununu görmekten ya da onu göğüslemeye cesaret etmekten yoksun olduklarını bir kez daha gözler önüne sermiş oluyorlar yalnızca. Kapitalizmin Marksist eleştirisi bugünün koşullarında her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Çözüm sadece ücretleri küresel olarak yükseltmekle sınırlı kalmamalı; ücret sisteminin, yani kapitalizminin bizzat kendisinin ortadan kaldırılması gerekli. Dünyanın önünde beliren dehşet rotasını değiştirmek isteyen herkesin ufkunda bu temel nokta da yer almalı. Kapitalizm bir sistem olarak sadece yararlılığını tüketmekle kalmadı, artık herbirimizi tehdit etmeye başladı. Dünya yeni bir ekonomik sisteme ihtiyaç duyuyor; ekolojiyle uyumlu bir tam istihdam ortamında herkese, icra edebileceği toplumsal olarak değerli bir iş, tatminkâr bir hayat standardı sağlayan bir sisteme. Dünya bu mesajı yayıp hayata geçirecek sendikalara, partilere, dinî örgütlenmelere, öğrencilere ve ögretmenlere acilen ihtiyaç duyuyor.
(*) Yazar ABD’nin Massachusetts Üniversitesi’nde İktisat Profesörüdür. Özgün metin Almanya’da bir sendika için yazılmış olup Birikim’de yayımlanmak üzere yazarın kendisinden izin alınmıştır.
(*) ABD’deki bu tür yardım kuruluşlarında üyeler, özel yaşamlarında ayak bağı olmasın diye gercek kimliklerini diğer üyelerden gizli tutabiliyor. Kuruluş adlarındaki “anonim” (anonymous) tabirinin esprisi bu. (ç.n.)
(*) Yazar “barındırmak” kelimesiyle burada Bush’un “Yalnızca teröristleri değil onları barındıranları da düşman belleyeceğiz” beyanatına gönderme yapmaktadır. (ç.n.)