Kurmaca metnin sinema filmine aktarıldığı uyarlamalar her zaman büyük tartışma konuları olmuştur. Onlar hakkında şu cümleleri çok sık duyarız: “Orijinaline ihanet edilmiş”, “metne sadık kalınmamış”, “özünü iyi yansıtamamış”. Bir yandan ihanet ve sadakat kelimeleri ahlâki kavramların işin içine sokulduğunu gösterirken, orijinallik ve öz kelimeleri de ortada bir öz olduğuna dair fikir olduğunu gösterir.
Robert Stam’ın “Sadakatin Ötesinde: Uyarlamanın Diyolojileri” yazısı hem sadakat hem öz düşüncesini ciddi bir biçimde sorguluyor, sınıyor.
Robert Stam ilk olarak sadakat kavramının yazılı metnin/romanın doğruyu/hakikati barındırdığı varsayımına dayandığını söylüyor. İzleyiciler bir film uyarlamasını izlerken kaynak metni sıklıkla düşünürler, izledikleri uyarlamada kaynak metnin anlatısal, tematik ve estetik özelliklerini görmek isterler. Sıklıkla bunun gerçekleşmediğini düşünüp bu sapmadan ötürü hayal kırıklığı duyarlar ve bu hayal kırıklığı onları uyarlamanın sadakatsizliği sonucuna vardırır.
Stam’a göre “sadakat” kavramı fazlasıyla problemli. Stam ilk olarak sadakatin mümkün olmadığını söyleyerek işe başlıyor. Gerçekten de tam bir sadakat mümkün müdür? Stam yazısında sıklıkla Madame Bovary örneğini veriyor. Flaubert romanın hiçbir yerinde Emma Bovary’nin gözlerinin renklerini söylememiştir. Fakat bir sinema filmi, Emma Bovary’yi oynaması için bir aktristi zorunlu kıldığına göre onun göz renklerine de karar vermiş olacaktır: Zorunlu bir sadakatsizlik. Bu yalnızca göz renginden ibaret de değil, romanın filme uyarlaması roman yazıya dayalı bir ürün olduğu, film ise görselliğe dayalı bir ürün olduğu için romanın içermediği birçok bilgiyi içermek, dahası belli konularda tercih yapmak/belli unsurlara karar vermek zorundadır. Kaynak metinde var olmayan birçok unsur uyarlamada yansıtılmak zorunda; bu da zorunlu bir sadakatsizlik doğuruyor.
Buradaki gerilim esasında roman ile filmin birbirinden farklı türler olmasıyla ilgili. Birbirinden farklı türler olması aynı zamanda farklı unsurları yansıtmaları anlamına geliyor. Romanda görülemeyen çeşitli unsurlar filmde görülmüş oluyor, film bir bakıma romanı tamamlamış oluyor ama tamamlama aşamasında da sadakatsizlik olarak yorumlanabilecek birçok ekleme/çıkarma/sapma yapması gerekiyor. Romanın ruhunda mevcut olan, ancak tam olarak yazıya da aktarılmamış unsurlar filmde ortaya çıkıyor ve çoğu zaman tartışma konusu olan da bu unsurlar.
Film ve romanın birbirinden farklı olduğunu söyledim. Sadakat talebinde bu farklılığı göz ardı eden bir taraf olduğunu belirtiyor Stam. Filmin yapım süreci dahi romanın yapım sürecinden farklıdır, en başta maliyet ve üretim süreci farklıdır. Roman çoğu zaman tek bir birey tarafından yazılabilirken, film kolektif bir üretimdir. En az dört-beş insanı içerir, kast seçimi gerektirir ve belli sponsorlar aracılığıyla desteklenmesi gerekir. Romanın üretim süreci çoğu zaman bütçe meselesinden bağımsızken filmler her zaman maddi birtakım şartlara bağlıdır. Bu noktada Stam Savaş ve Barış’ı örnek veriyor: Düşük bütçeyle böylesine bol karakterli ve uzun bir zaman dilimini ele alan bir filmin yapılması zor olabilir fakat örneğin Yeraltından Notlar’ın uyarlaması nispeten daha kolaydır. Kısacası romanda maddi altyapı konusu yalnızca dağıtım kısmında gündeme alınması gereken bir sorunken, filmde bu en baştan devreye girer: Kamera, laboratuvarlar, malzemeler, stüdyolar, lensler, çekimler, oyuncular. Bir romancı için herhangi bir karakterin tarihî bir saraydan ayrılması hiçbir maddi külfete mal olmazken, bir filmde bir karakterin tarihî bir saraydan ayrılması için gerekli izinler, ödenmesi gereken paralar, kostümler, makyaj ve buna benzer maliyetli işler gerekir. Yani sadakatin maddi boyutu da vardır: Filmler romanların sahip olduğu maddi özgürlükten yoksun olabilir.
Ahlâki sadakat fikri aynı zamanda özcüdür: Bir romanın belli bir öz içerdiğini ve uyarlamalar yoluyla bu özün zarara uğrayabileceğini varsayar. Belli bir orijinal, belli bir temel, yakın olunması gereken bir merkez vardır bu fikre göre. Oysa bu da tam olarak doğru olmayabilir: Barthes edebî metnin kapalı olmadığını, açık bir yapıya sahip olduğunu, ve sonsuz sayıda bağlamda yeniden okumaya açık olduğunu söylüyordu. Bu aynı zamanda metnin tek ve değişmez bir özünün olmadığını, onun yorumunun değişime açık olduğunu gösteren bir düşünce. Bu noktada Stam Robinson Crusoe örneğini veriyor. 18. yüzyıldaki okura oldukça açık gelebilecek birçok Robinson Crusoe referansı 20. yüzyıl okurlarına yabancı gelebilir. İngiliz okurlara oldukça belirgin gelebilecek birçok referans Fransız okur için oldukça kapalı ve belirsiz kalabilir. Ya da Robinson Crusoe’un bazı referansları zaman yoluyla açığa çıkmıştır: Robinson Crusoe’da gizli homoerotizm veya kadın düşmanlığı günümüz okuru tarafından anlaşılıp yorumlanabiliyor ama aynısı 18. yüzyıl okuru için geçerli değil. Bu şunu gösteriyor: Bir romanın özü/esası/aslı/orijinali yoktur, roman sonsuz sayıda yeniden okumaya/yoruma açıktır ve zamana/mekâna göre romanın okunması/yorumu/anlamı değişebilir. Özün olmadığı durumda uyarlamanın “sadakatinden/özüne sadık kalmadığından” bahsetmek de temelsiz kalıyor.
Diğer yandan Bakhtinci düşünceye göre yazar zaten yalnızca bir düzenleyicidir ve metin zaten hiçbir zaman özü yansıtamaz/orijinal olamaz. Yazar, daha önce var olmuş belli söylemleri bir araya getirir. Evet, belki film uyarlaması bir metnin kopyası olabilir fakat metnin kendisinin de tamamen orijinal olduğu söylenemez. Metnin kendisi de kendinden önceki metinlerden izler taşıdığına göre o da orijinal değil, bir kopyadır.
Stam neye sadık olmalıyız diye de sorar. Metne mi? Beş yüz sayfalık bir kitabı bir buçuk saatlik bir filme dönüştürmek sadakati zorunlu olarak rafa kaldırır. Gerçek bir sadakat, metindeki unsurların tümünü yansıtmak anlamına gelecekse Savaş ve Barış’ı filme uyarlamak şüphesiz ki günlerce sürecek bir film yapmak anlamına gelecektir. O halde bu sadakatin metni/metindeki ayrıntıları hedef alamayacağı söylenebilir çünkü zorunlu olarak eklenilecek/çıkartılacak parçalar olacaktır. Eğer sadakat “yazara sadakat” ise o zaman da yazarın belli bir niyetinin olduğu düşüncesine geliriz. Bu da bizi “niyet yanılgısı”na götürebilir. Yazarın niyetinin ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz veya bilsek dahi yazarın bu niyetini metninde tam olarak gerçekleştirip gerçekleştiremediği bilinemez. Yazarın niyeti üzerinde spekülasyon yapmak bizi net bir sonuca götüremez. Çoğu zaman yazarlar bile kendi niyetlerinin ne olduğunu bilemeyebilirler ve tüm bunlar niyet yanılgısına varma ihtimalimizi güçlendirir. O halde yazara sadık kalmak da bir anlam ifade etmiyor.
Stam’a göre bu sadakat fikrinin arkasında aynı zamanda edebî metnin filme olan üstünlüğüne, sinemanın edebî metnin derinliğini yansıtamayacağına dair bir varsayım gizli. Bu da oldukça eski bir düşünceye dayanıyor: Görsel sanatların sözlü sanatların ancak bir kopyası olabileceği düşüncesi kaynağını Platonizm/Neo-Platonizm’den ve dinlerden alıyor: Kutsal metinlerin/bu metinlerin sözünün üstün olduğu, sözün/yazının/metnin görüntüye/imaja/görsele üstün olduğu fikrinden. Stam bahsetmese de İslâm gibi resim/heykel sanatını belli bir dönemde günah kabul eden bir din için belki bu daha geçerli bile olabilir.
Bu üstünlük fikrinin altını da oyuyor Stam. Roman çoğu zaman yalnızca yazılmış kelimeleri kullanabilirken film birçok unsuru içerir: Hareketli görüntüler, ses, müzik, çeşitli gürültüler ve hatta kimi zaman kitapların içerdiği yazılı materyalleri de. Örneğin Jim Jarmusch’un Paterson’ı şiiri filme dahil eden bir yapımdı. Bu açıdan sinema daha aşağıda değildir, hatta romandan daha fazla ifade kaynakları/araçları vardır. Bir yönetmenin bu kaynakları nasıl kullandığı başka bir sorundur fakat yönetmenin bir yazara göre ifadeyi sağlamak için daha fazla kaynağa sahip olduğu kesindir.
Peki Stam sadakat yerine hangi kavramı öneriyor? Çeviri. Stam’a göre uyarlamalara sadakat perspektifinden bakmamalıyız, birer çeviri olarak bakmalıyız çünkü uyarlamalar da tıpkı çeviriler gibi belli bir dönüştürmeyi ve bu dönüştürme sırasında kaybedilen/kazanılan unsurları içerir.
Stam’a göre metinden filme çeviriler kaynak metne birçok zenginlik katar. Örneğin Madame Bovary en az dokuz ülkede filme çevrilmiştir ve her uyarlama farklı kültürel özellikler içerir. Hint yapımı Madame Bovary Bombay müzikalinden izler bile taşır ve bu da metnin yorum kapılarını sonuna kadar zorlar. Diğer yandan ideolojik olarak sorunlu/gerici olan birçok roman filme uyarlandığında bu sorunlar düzeltilebilir veya eleştirel bir okumaya açılabilir.
Stam’a göre uyarlamanın yararı kaynak metinde tek bir tarihsel bağlamda tek bir araçla üretilmiş ürünü farklı bağlamlara ve farklı araçlarla yeniden üretmenin birçok kazanımı olmasıyla ilgili. Sadakatsizlik olarak görülebilecek birçok sapma da aslında bu kazanımları sağlayabiliyor. Örneğin Thomas Wolfe’un Şenlik Ateşi filminde kaynak metinde beyaz olan yargıç siyah bir yargıca dönüştürülmüştür, bunun amacı romanın içerdiği ırkçı eğilimleri tersine çevirmektir. Elbette farklı amaçlarla farklı sapmalar da olabilir: Belli bir aktörden daha fazla yararlanmak, metnin kusurlarını filmde düzeltmek, metni eleştiriye açmak, belli bir süreye belli olayları/karakterleri sığdırabilmek veya salt estetik/teknik amaçlar. Bu da yine türlerin birbirinden farklı olmasıyla ve farklı unsurlar ve hesaplamalar gerektirmesiyle ilgili.
Uyarlamalar metinle farklı araçlar kullanarak ilişki kurar ve metni farklı yorum ve imkânlara açarak yeniden üretir. Sinemanın edebiyatla metinlerarası/türlerarası ilişki kurduğu yerlerdir uyarlamalar. Keza Bahktin’in, Genette’in, Kristeva’nın metinlerarasılık tanımlamalarına bakılırsa da görülecektir ki metinlerarasılık yalnızca edebî metinler arasında bir ilişkiyi içermek zorunda değildir, bir uyarlama da belli bir metinle ilişki kurup onu dönüştürmesi yönüyle metinlerarasılığa dahil edilebilir. Sonuç olarak, uyarlamalara, sadakat/ihanet gibi özcü ve ahlâki kavramlarla, çeşitli önyargı ve varsayımlarla yaklaşmak yerine ahlâki olmayan, belli bir öz varsaymayan, türler arasında belli bir hiyerarşi fikri içermeyen ve iki türün/iki metnin (filmi de metin kabul ederek) farklılığını bir sorun değil, zenginlik olarak görerek bakmak daha faydalı eleştiriler ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Kaynak
Stam, Robert, “Beyond Fidelity: The Dialogics of Adaptation”, James Naremore (ed.), Film Adaptation, Rutgers, New Brunswick, 2000, s. 54-76.