25 Kasım 2020 tarihinde pandemi tüm dünyanın gündemini meşgul etmeye devam ederken Arjantin haber ajansları Maradona’nın vefatını duyurdu. Maradona tıpkı futboluyla yapmayı başardığı gibi yine kitleleri gerçeklikten çekip çıkarıyordu. Yıllar yılı milyonlarca insana gerçek yaşamın sunmadığı zaferleri, tatmini ve mucizeleri yaşatan 10 numara, bu kez ölümüyle o ölümsüz anları hatırlatıyordu, tam da bu yaşam mücadelesinin ortasında. Maradona’yı uğurlarken, futbol yine kendi sınırlarından taşıyordu. Porto Rikolu müzik grubu Calle 13, “Latinoamérica” adlı şarkısında “İngiltere'ye iki gol atan Maradona'yım” diye tanımlar Latin Amerika’yı. Latin Amerika’da ne futbol sadece futboldur, ne de Maradona salt bir oyuncu.
Futbol bu topraklarda bir varoluş biçimi, kimliğin ifadesi ve kolektif aidiyeti besleyen bir oluşumdur. Brezilyalı Antropolog Roberto da Matta’ya göre, bir ülkenin temel unsurları olarak dans, dindarlık ya da futboldan bahsediliyorsa bunun bir anlamı vardır: Toplumsal kimliğin kaynağını sosyal düzenin merkezî kurumları oluşturmuyor demektir. Yasalar, üniversite sistemi ya da ekonomik düzenin işlerliğini sorgulamak gerekir. Bu koşullarda artan toplumsal eşitsizlik ortamında ise futbol birleştirici bir rol üstlenerek toplumun her kesimine milli kimliği yaşama şansı vermektedir. Matta, futbolun vatanseverliği beslediğine, halka elit kesimden korkmadan ülkesini sevme şansı verdiğine dikkat çekiyor; böylelikle futbol devlet ve toplumu bağdaştırma görevi görüyor.[1]
Ülke içindeki toplumsal kesimleri eşitleyen futbol, dünya kupalarında ülkeler arası tarihî hesaplaşmalara imkân sağlamıştır. Kendini asırlardır egemen ülkelerin gözüyle görüp aşağılamaya alışmış toplumlar için dünyadaki varlığını yeniden konumlandırma fırsatı sunmuştur. Milyonlarca Arjantinli, Maradona’nın 86 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye attığı iki golle uluslararası arenada tarihî bir zafer kazanmıştır. Çünkü 1982’de İngiltere ve Arjantin arasında Malvin Adaları yüzünden çıkan savaşta Arjantin yenilgiye uğramıştır. Savaş sona erse de Arjantin İngilizlerin Falkland adını verdikleri bu adalar üzerindeki hak iddiasından vazgeçmemiştir. Maradona’nın İngilizlere attığı bu iki gol Falkland Savaşı’nın intikamıdır âdeta. Burada işleri tersine çeviren Maradona’dır ve onun kahramanlaştırılması ya da ilahlaştırılması artık kaçınılmazdır. Hal böyleyken bu maçta eliyle attığı gol için kullandığı “Tanrı’nın eli” ifadesi de refleksin ötesinde bir söylemdir.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano (1940-1915), “Futbol tanrıya ne yönüyle benzer? sorusunu şöyle yanıtlar:
Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla. Bunlardan biri de Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’tir, 1978 dünya kupasında Arjantin ilk maçına çıktığı gün ve saatte ölümsüzlük üzerine bir konferans vermiştir. Birçok solcu aydın, futbolu, yığınların gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini başka yöne kanalize ettiği için aşağılarlar.[2]
Borges 1986’daki ölümünden kısa bir süre önce, kendisine Maradona’yı tanıyıp tanımadığı sorulduğunda “Cehaletimi bağışlayın,” diye cevaplamıştır. Buenos Aires sokaklarında yürürken birileri kendisine “Edebiyatın Maradona’sı” diye seslenince durumu ironiyle karşılamıştır: “Stockholm'de bağırsalar güzel olurdu; belki bana Nobel Ödülü verecek İsveçli akademisyenleri etkileyebilirdim." Borges birçok kez aday gösterilmesine rağmen, Nobel Edebiyat Ödülü'nü hiç almamıştır.
Latin Amerikalı yazarlar arasında Borges, futbola karşı kayıtsızlığıyla bir istisnadır. Pek çok yazar sıkı bir taraftardır, futbol hakkında yazmıştır ve Maradona’ya hayrandır. Kalemini hikâyelere adamış Arjantinli yazar Osvaldo Soriano (1943-1997) için en güzel hikâye Maradona’nın ta kendisidir: “Maradona bu ülkenin en büyük hikâyesidir. Henüz bitmemiş harika bir hikâye. Şimdi bunu yakından görüyoruz. Çünkü sevdiğimizin başına gelenler bize uzak olamaz. Bu yüzden Diego'yu çarmıha germek için bana güvenmeyin". Soriano, Maradona’yı yaşadıkları yüzünden cezalandırmayı İsa’nın çarmıha gerilişi metaforu ile tanımlamaktadır. Uruguaylı yazar Mario Benedetti (1920-2009), El Gráfico dergisinin 1996’da kendisiyle yaptığı röportajda “Pelé mi, Diego mu?" sorusuna şu yanıtı verir: “Bilmiyorum, Pele’yi daha az izledim. Belki de Maradona Rio de la Plata karakterine daha yakın, yani kabiliyetli, marifetli, kurnaz, hileli. Maradona harika bir oyuncu, son zamanlarda başına gelenler beni çok üzüyor. Onu bir insan kadar kırılgan görüyorum.” Maradona, ülkesinin, Latin Amerika’nın ve tüm dünyadan milyonların ilahı ve kahramanıyken aynı zamanda onlar gibi kırılgandır, zaafları ve günahları vardır. Maradona, 2007 yılında yaşadığı alkol problemi nedeniyle hastaneye yatırılmış, art arda asılsız ölüm haberleri çıkmıştır. Benedetti, 2008 yılında Maradona’ya ithaf ettiği “Hoy tu tiempo es real” (“Bugün senin gerçek zamanın”) şiirini şu satırlarla bitirecektir:
... Kendi yaşamına sahip olacaksın ve ölümüne de
Geçti bir yıl daha ve bir yıl daha
Gölgelerini yendin, şükürler olsun
1982’de İspanya’da yapılan Dünya Kupası’nın ardından Perulu yazar Mario Vargas Llosa, El Gráfico dergisinde “Maradona ve Kahramanlar” başlıklı bir yazı kaleme almıştır: “Maradona bir efsane çünkü harika oynuyor, ama aynı zamanda adı ve yüzü ânında insanın hafızasına kazınıyor, mantıkla bağdaşmayan ve açıklanamayan bir nedenle en başından beri zeki ve sempatik geliyor bize.” Bu izlenimin boyuyla bir ilgisi var mı? diye soruyor Vargas Llosa kendi kendine ve şöyle yanıtlıyor: “Futbolda becerinin güçten daha kıymetli olduğu doğrudur, topa tekme atarken önemli olan bacaklar değil, fantezi ve fikirlerdir.” Becerisi, hayalleri ve fikirleriyle bedensel gücün sınırlarını aşan Maradona, sınıfsal ve ekonomik güçten yoksun yığınlar için bir kez daha insanüstü bir konuma yükselir. O hep aşkındır, yoksulluğu, dışlanmayı, imkânsızlığı hep aşmıştır, bu sırada sıklıkla düşüp yeniden ayağa kalkmıştır.
Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol (1995) kitabında kaydettiği üzere Maradona’nın tanrısallığı sarsılmazdır. 94 Dünya Kupası sırasında idrarında efedrin bulunması büyük bir yankı uyandırmıştır elbette.
Ama bu arada onu savunanlar da vardı, üstelik bunlar Arjantinli de değildi: Bangladeş gibi uzak bir ülkede sokaklarda yürüyerek FIFA aleyhinde gösteri yapan halk, onun tekrar yuvaya dönmesine izin verilmesini istedi. Onu yargılayarak mahkûm etmek kolaydı, ama Maradona’nın yıllardır en iyi futbolcu olmak gibi bir günahı işlediğini unutmak o kadar kolay değildi. Üstelik, güçlü düzenden yana olanların susmasını emrettiği halde, onun bazı şeyleri avazı çıktığı kadar bağırarak açığa vurmasını ve özellikle sol ayağıyla oynamasını bağışlamak mümkün değildi, çünkü ‘sol’ kelimesi sözlükte ‘yapılması gerekenin karşıtı’ olarak tanımlanıyordu.[3]
Maradona, halkların gözünde dibe vurup yeniden göğe yükselen bir anti-kahraman, bir anti-tanrıdır. Yazar, Cerrado por fútbol (Futbol Nedeniyle Kapalı, 2017) başlıklı eserinde bu tanrısallığını şöyle betimlemiştir: “Diego Armando Maradona'ya sadece olağanüstü hokkabazlığı için değil, aynı zamanda kirli, günahkâr bir tanrı, tanrıların en insanı olduğu için de tapıldı.”[4]
[1] Dario Azzellini, Stefan Thimmel, “Futbolistas”: Futbol ve Latin Amerika içinde, Otonom Yayıncılık, 2008, s. 163-164.
[2] Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, Can Yayınları, İstanbul, 2008, s. 55.
[3] Eduardo Galeano, a.g.e., s. 282-283.
[4] Eduardo Galeano, Cerrado por fútbol, Ed.Siglo XXI, España, 2017, s. 30.