Şu Amerikan Faşizmi

Louie Dean Valencia-García, Harvard Üniversitesi’nde dersler vermiş ve şu anda öğretim üyeliğine Texas Devlet Üniversitesi’nde devam eden, çalışmalarında radikal sağ, faşizm, otoriteryenizm gibi hususları irdeleyen bir akademisyen. Franco İspanya'sında Otoriter Gençlik Kültürü: Faşizmle Çatışma (Autiauthorian Youth Culture in Francoist Spain: Clashing with Fascism) kitabının yazarı, Radikal Sağ Revizyonizmi ve Tarihin Sonu: Alternatif Tarihler (Far-Right Revisionism and the End of History: Alt/Histories) kitabının da editörü. 14 Ocak’ta openDemocracy’de yayımlanan yazısında, ABD ve Trump iktidarı üzerinden, tarihsel bir faşizm okuması yapıyor ve aslında akademide tartışıladuran ‘’faşizm nedir, ne değildir?’’ meselesine, daha kapsayıcı bir bakış açısı getirmeye çalışıyor. Ala El-Asvani’nin Diktatörlük Sendromu kitabında diktatörlüğün tabiatına dair sınırlar ötesi bir bakışa vesile olması gibi, Valencia-García’nın Trump üzerinden gerçekleştirdiği bu okuma, faşizme dair kimi dogmalardan sıyrılmaya ve uluslarüstü bir okumaya davet ediyor.

***

Akademisyenler konferanslarda yıllardır, 21. yüzyılda faşizm üzerine konuşup konuşamayacağımızı tartışadurdular. Bazı akademisyenler, faşizmin geçmişte kalan bir şey olduğunu ve diğer "-izm" ler (liberalizm, feminizm, sosyalizm, komünizm, anarşizm vb.) gibi olmadığını savundu -zira hepsi evrimleşerek farklı söylemler ve “tekrarlar” edinmişlerdi. Her nasılsa onlar için faşizm, istisnai bir durumdu. Bazıları Nazizm’in faşist bir ideoloji olmadığını iddia etmek için gayet ileri gitti; sadece Mussolini’nin İtalya'sı faşist unvana sahip olabilirdi. Bilim insanları, geçmişin bugünü de etkilediği ve geçmişin basitçe bir boşlukta kaybolmayacağı gerçeğini görmezden gelerek, bugünü geçmişe dayatma hatasını yapamayacağımız konusunda bizi uyardılar.

Bazı çevreler feministleri şu popülerleşen ifadeyle “feminaziler” diye tanımlayarak ve Dinesh D'Souza gibiler, Aşırı Sağ Revizyonizmi ve Tarihin Sonu: Alternatif Tarihler (Far-Right Revisionism and the End of History: Alt/Histories) kitabında tartıştığım gibi, Nazilerin sağcı değil, daha ziyade solcu olduğu iddiasıyla alternatif bir tarih propagandası yürüterek bu kafa karışıklığına katkıda bulundu. Onlarca yıldır süren sağ gösterip sol vurma taktikleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin önde gelen eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın popüler kitabı olan Faşizm: Bir Uyarı'da (Fascism: A Warning) faşizmi, otoriterliği ve komünizmi karıştırmasına dahi neden oldu.

İlginçtir, akademi dışından kimileri ABD başkanı Donald Trump'ın faşist tavrını idrak etmiş, buna rağmen pek çok “makul” akademisyen, Trump'a yönelik faşist nitelemesini reddetmiştir -bu kişiler, aynı anda kitaplar yazıyor ve faşizmin nasıl çalıştığını, anatomisini ve diktatörler hakkındaki teorilerini geliştiriyor, Trump dönemi sermayesinden yararlanıp dobra dobra konuşmayı reddediyorlardı. 

Faşizm mevzusunu çalışan akademisyenlerin birincil görevinin, faşizm sezilir olduğunda alarm çanlarını çalmak olduğunu düşünülebilir, ancak Timothy Snyder gibi bazı nüfuslu akademisyenler hariç, epey kişi ne yazık ki böyle davranmamıştır. Ancak şimdilerde bazı “sadık” kişiler, Trump'a faşist demeye başladı –ama çok geç.

Son süreçlerde artık faşizm tablosu o kadar açık hale geldi ki, Trump’ın üst düzey bir yetkilisi dahi New York Magazin'e, "Bu, yıllardır çoğu kişinin söylediklerinin bir teyidi -çoğumuzun abartılı olduğunu düşündüğümüz şeylerin. ‘Trump faşist değil’ veya ‘Diktatör özentisi değil’ derdik. Şimdi, ‘Peki, buna yanıt olarak şimdi ne diyorsun?’ sorusu ile karşı karşıyayız’’ açıklamasında bulundu.

Bir faşist ne zaman faşist değildir?

Bu kafa karışıklığının bir kaynağı, 1975 tarihli Totaliter ve Otoriter Rejimler adlı kitabında İspanyol diktatör Francisco Franco'yu, kendi tanımlaması doğrultusunda faşist olarak kabul etmekten kaçınan Juan J. Linz’ın ve maalesef o zamandan beri de faşizme dair Linz’in ortaya attığı tanıma bağlı kalan akademisyenlerin tavırlarıdır. Linz, Franco'nun çoğulculuğa karşı olduğunu ancak faşist olmadığını iddia etti. Çoğulculuğa karşı olmak elbette ırkçı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi, sınıfçı, kuirfobik ve diğer dışlayıcı önyargı ve uygulamalar için örtük bir yaklaşımdı. Linz’in bu düşüncesi, faşizm üzerine çalışan bilim insanlarının faşist tavrı tanımamalarına katkıda bulundu. Faşizmi, Mussolini’nin faşist partisiyle sınırlandırdılar veya faşizmin ilk tezahürlerine bakmak yerine onun, topluluklar için berbat sonuçlara mal olan en ölümcül vakalarına baktılar. Umberto Eco’nun “Ur-Faşizm” adlı ünlü makalesi bile faşizm analizinde, kuirfobi ve kadın düşmanlığını dışarıda bıraktı.

Akademik konferanslarda bazı daha “ezoterik” tartışmalarda kimi akademisyenler, 1930'larda İspanya'nın Falanj partisinin kurucusu olan José Antonio Primo de Rivera'nın faşist olarak görülmesine izin verdiler; lakin gelin görün ki Franco'nun otoriter hükümetine bir şekilde faşist tanımlaması getirmekten kaçındılar. İspanya İç Savaşı'nda erken dönemde ölen Primo de Rivera, Franco'nun ayaklanmasını maddi olarak destekledi ve ölmeseydi eğer, büyük olasılıkla iktidar için bir rakip olacaktı. Franco'nun Yahudi insanlarla dolu kampları olmasa da komünist, anarşist, sosyalist ve cumhuriyetçi düşmanlarını Hitler'in toplama kamplarına göndermişti. İspanya'da, sol tutuklular da çalışma kamplarında köleleştirildi ve ünlü şair Federico García Lorca gibi kuir insanlar tutuklanıp öldürüldü.

Biri eğer yüzeyin üzerini kazırsa, altında Franco rejiminin faşist olmadığı hakkındaki bu açıklamaların çoğunun, potansiyel olarak, bilim insanlarının kendi kör noktalarını ve cinsiyetçiliğini yansıttığını görecektir –bu tutum, İspanya'nın en güçlü kadınlarından biri olan Pilar Primo de Rivera'nın merkezî rolünü; erkek kardeşinin faşist vârisinin mirasçısı olarak, kırk yıldan fazla bir süredir devlet tarafından yönetilen Falanj Kadın Kolları'nın lideri oluşunu inkâr ediştir. Hatta bir noktada Rivera, Adolf Hitler'e potansiyel bir gelin olarak önerildi. Muazzam bir güce sahip bir kadın olarak, ulusal düzeydeki eğitimi etkiledi ve bir "Ulusal Katolik" programı aracılığıyla gençleri faşist ideolojilerle aşılamaya çalıştı -bu durum, özellikle dönemin çocuk kitaplarına ve öğretmenlerin müfredatlarına yansıdı.

Franco da dini İspanyol kimliğine bağlayan “Ulusal Katolikliği” kararlı bir şekilde savundu. Franco’nun imajı ve retoriği, 1492'de Müslümanları ve Yahudileri İspanya'dan kovan ve Amerika'yı fethetmeye başlayan iki "Katolik Kral"a; 15. yüzyılın Isabel’ine ve Ferdinand'ına öykündü. Son derece antisemitist olan Franco, İspanya'daki Yahudilerin peşinden gidemedi, zira ülkede o kadar da büyük bir Yahudi nüfusu yoktu; o, komünistlerin, anarşistlerin, sosyalistlerin, kuirlerin ve göçmenlerin peşine düştü. Ayrıca gizli hür mason ve Yahudi politik gruplarına dair komploları da körükledi.

Bugün ABD'deki sağcı medyada benzer söylemler, sıklıkla "küreselciler", "komünist ve sosyalist Demokratlar" ve de "Hollywood"a karşı kullanılıyor. Benzerlikler burada bitmiyor. Franco'nun rejimi etrafa sık sık "¡Una, Grande y Libre!" (Tek, Büyük ve Özgür) sloganını savurdu -Trump mitinginde söylenebileceğini kolayca hayal edebileceğimiz bir slogan.

Nispeten Franco gibi Trump da Hıristiyanlık imgelerini kendi çıkarına kullanmaktan çekinmedi. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sağcı çevrelerde, Steve Bannon, Betsy DeVos ve diğerleri tarafından savunulan bir tür "Hıristiyan Milliyetçiliğinin" büyüdüğü kesinlikle görülebilir. Trump, Müslüman karşıtı politikalar güttü, göçmenleri toplama kamplarına yerleştirdi, trans bireylere saldırdı ve Franco'nun Mussolini ve Hitler ile yaptığı gibi, küresel olarak diktatörlerle ittifaklar kurmaya çalıştı. Tarih “tekrar”lamasa da, kesinlikle bir başka benzerlikte devam ediyor ve evet, Trump'ın ideolojisi ve siyasi programı kesinlikle bir faşizm türü. Trump’ın usulü, özellikle İslâmofobik, kadın düşmanı, ırkçı, yabancı düşmanı, kuirfobik ve hem liberalizme hem de sosyalizme karşı.

Kontrol listesi değil, değişkenler içeren bir formül

Bazı akademisyenler bir tür "faşist kontrol listesi" oluşturmaya çalıştılar: Bir diktatör figürü var mı? Şiddet var mı? Eylemlerini meşrulaştırmak için muhayyel bir geçmiş kullanılıyor mu? Militarize olmuş bir polis örgütlenmesi var mı? Ya emperyalist eğilimler?

Yıllardır bilim insanları, Donald Trump'ın "X" kalitesine sahip olduğunu ancak "Y" kalitesine sahip olmadığını iddia ettiler. Bu akademisyenler, faşizmin savaş ve soykırımla sonuçlandığı en kötü örneklere baktılar ve faşizmin iktidara gelmeden önce veya takipçi kazanmadan önce neye benzediğini düşünmek yerine, karşılaştırma noktası olarak en kötü durum senaryosundan başladılar. Peki, özünde faşizm nedir?

Daha basitleştirilmiş bir ifade ile; ırkçılık + anti-entelektüelizm + anti-liberalizm / anti-sosyalizm + yabancı düşmanlığı + etnik merkezcilik + milliyetçilik + kuirfobi + kadın düşmanı = faşizm gibi bir tür formül kullanılabilir.

Her bir faktörün miktarı değişebilirken, bunların herhangi bir miktarının kombinasyonu, faşizmi oluşturur. Militarizm, kişi kültü ve benzeri diğer eğilimlerin çoğu, belirli gruplar ve bireyler tarafından kazanılan güç ve örgütlenme miktarına göre belirlenirler.

Faşizmin Mussolini'nin hareketleriyle sınırlı olduğunu düşünen bazı akademisyenler için dar bir faşizm tanımı akla uygun geldi. Bununla birlikte, faşizmi bir siyaset felsefesi olarak -aşağılık, çelişkili ama yine de politik-felsefi bir program olarak- görenler için ise bu yaklaşım mantıklı gelmedi. Nasıl ki feminizm, komünizm, anarşizm, kapitalizm ve liberalizmin birden fazla çeşidi ve açılımı varsa, faşizmin de olabilir. Basitçe söylemek gerekirse, bilim insanları sıfat ve isim olan “faşist”i, “faşizm” ile karıştırdılar. "-İzm" son ekine sahip kelimelerin uygulama, eylem, inançlar veya doktrinleri göstermek için bir fiilî duruma yaslanan, ''eylemi karşılayan isimler'' olduğunu anlayamadılar. Fikirler zamanla taşınır ve geliştirilirler. Falanj, Naziler, dazlaklar ve alternatif sağ, yukarıda bahsedilen formülün çeşitli unsurlarını aldılar ve kendi özel faşizm türlerini yarattılar.

Şimdi, benim faşizm formülasyonuma dayanarak, ABD'nin ve her liberal demokrasinin bir şekilde faşist olduğu anlamının çıkıp çıkmadığı sorulabilir mi? İşte esas nokta burası. Demokrasi özlemlerimizle vücut bulan Aydınlanma, aynı zamanda, insanları iktidar kaldıraçlarından dışlayan kategorilerin yaratıldığı bir dünyayı miras aldı –ama bunlara bazı yeni kategoriler de ekledi. Neyse ki Aydınlanma, kurumsal köleliği sürdürmeye çalışan o eski dünyanın karanlık unsurları ile, kadınları ve beyaz olmayan insanları haklarından mahrum bırakan sistemi ile gerilim içinde, çoğulculuk fikrini de geliştirdi.

James Q. Whitman'ın Hitler’in Amerikan Modeli’nde (Hitler’s American Model) bize hatırlattığı gibi, Nazi Almanya’sı faşist uygulamaların çoğunu Birleşik Devletler’deki Jim Crow kanunlarını inceleyerek öğrendi. Aslında, Whitman'ın işaret ettiği gibi, bir Fransız olan Charles Vibbert, 1930'da "Ku Klux Klan, Amerika'nın faşistleridir," demişti.

Trump destekçileri, demokrasiye ya da özgürlüğe değil, beyaz üstünlüğüne ve diktatörlüğe inananlar olarak ortaya çıktılar. Asla vatansever değil, ırkçıydılar. Komploları ve şiddetleri, gerçeğin ve adaletin yerini aldı. "Amerikan Tarzı"nın yolu, beyazların egemenliği ve siyahların köleleştirilmesiyle döşendi. Bugün faşistler Nazi kukuletası veya gamalı haç takmayıp, bunun yerine kırmızı şapkalar ve konfederasyon bayraklarını tercih etseler de, geçen hafta ABD hükümetini devirmeye yönelik girişimleri çok farklı şekilde sonuçlanabilirdi.

Donald Trump sahneden sonsuza dek kaybolsa bile bu husus bitmiş sayılmaz. Yüzden fazla kongre lideri, yalanlar ve komplo teorileriyle adil ve demokratik bir seçime itiraz ettiler. Onlar, derin devleti, komünistleri, sosyalistleri, liberalleri, faşizm karşıtlarını, “teknoloji devleri”ni, kuir insanları, küresel seçkinleri ve geç kapitalizm sarmalında yabancılaşan yaşam hakkını savunan protestocuları suçluyorlar.

Faşizm ve komplocu düşünce, milyonlarca Amerikalının zihnine sızdı. Mussolini’nin Roma Yürüyüşü’nü ve Hitler’in Birahane Darbesi’ni, Donald Trump’ın Ayaklanması ile karşılaştırdığımızda aklımıza, bu eski örneklerin sokak şiddeti yıllarının sadece başlangıcını niteledikleri gelmeli. Meseleye “faşizm” diyemezsek, bu sorunu çözemeyiz.


Türkçeye çeviren: Gözde Yılmaz