Koronavirüs ve Aydınlanma

Taggart R. Murphy New Left Review dergisinin Nisan-Mayıs 2020 sayısına yazdığı yazıda koronavirüsün (virüsün adı SARS-COV-2 ama koronavirüs olarak bilindiği için ben de bunu kullanacağım) yayılması ve bunun neden olduğu Covid-19 hastalığı ile mücadele konusunda altı Asya ülkesinin başarılı, Batı ülkelerinin ise başarısız olduğunu öne sürdü.[1]  Murphy’ye göre bu Aydınlanma’nın iflası anlamına geliyor[2]. Bu önemli, çünkü günümüz tartışmalarında, özellikle de artık eskisi gibi devam edemeyeceğimizi düşünenler arasındaki tartışmalarda, Aydınlanma’nın değerlendirilmesi de yer alıyor. Kimisi Murphy gibi Aydınlanma’nın iflas ettiğini, kimisi de yeniden Aydınlanma’ya dönmemiz gerektiğini, bazıları ise şimdi daha fazla Aydınlanma gerektiğini öne sürüyor.

Murphy’nin yazısının başlığı “Batı ile Doğu”. Bu başlığı koymuş ama Batı’dan sadece ABD ve İngiltere üzerinde duruyor. Kaldı ki bu iki ülkenin pandemi konusundaki politikaları istisnai sayılıyor.[3] Doğu’dan da sadece pandemi mücadelesinde başarılı gördüğü altı Asya ülkesini ele alıyor.

Murphy’nin bahsettiği altı Asya ülkesinin (Çin, G. Kore, Hong-Kong, Japonya, Singapur ve Tayvan) Batı ülkelerine kıyasla pandemi mücadelesinde daha başarılı oldukları tespiti doğru. Hasta sayısı ve hayatını kaybedenlerin sayısına ilişkin veriler bunu gösteriyor. Hatta bu altı ülkeye şu an itibarıyla pandemi mücadelesinde en başarılı ülke olarak gözüken Vietnam’ı da eklemek lazım. 10 Aralık itibarıyla milyon kişi başına ölü sayısı İngiltere’de 942,4, ABD’de 885,94, Japonya’da 18,97, G. Kore’de 11,06, Singapur’da 5,08, Çin’de 3,4, Vietnam’da 0,36. Bu veriler Murphy’yi doğruluyor.

Murphy’ye göre bu durumun birinci sebebi, söz konusu Asya ülkelerinde bilime ve bilimcilere itibar edilmesi ve yöneticilerin onların söylediklerini yerine getirmeye istekli olması, Amerikan ve İngiliz siyasal kültüründe ise bilimcilerin küçümsenmesi.[4] Amerikan ve İngiliz siyasal kültürünün Aydınlanma’nın bir ürünü olduğunu ileri süren Murphy, ABD ve İngiltere’nin pandemi mücadelesinin başarısız olmasının Aydınlanma’nın bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Bu önemli bir iddia ve daha yakından bakmamız gerekiyor.

Aydınlanma düşünürleri arasında birçok konuda oldukça farklı görüşler vardı. Hepsinin tek ortak noktası dine dayalı devlet yönetimi yerine akla ve bilime dayalı devlet yönetimini savunmaları idi. Bu nedenledir ki Aydınlanma dine ve dinin yorumlarına dayalı devlet yönetimi yerine bilime dayalı devlet yönetiminin savunulması olarak tanımlanır (bu konudaki kaynaklarda bir iki istisna hariç “akla ve bilime dayalı” denir ama Aydınlanma düşüncesindeki aklın yeri biraz tartışmalı olduğundan böyle ifade ettim. Bununla birlikte akıl da tanım özelliğidir diyenlere bir itirazım olmaz, en azından bu yazı bakımından sorun teşkil etmez).[5] Şimdi, bilime verilen merkezî önem Aydınlanma’ya rengini veren özellik iken Murphy nasıl olur da Aydınlanma’yı bilimin küçümsenmesine giden yolu açan bir düşünce olarak görebilir? Aydınlanma düşünürlerinin bilime verdikleri merkezî rolü biliyor ama onların açtığı yolda gidilirken ortaya çıkan siyasal kültürün bilimi küçümseyenlere kapıyı araladığını düşünüyor. Hem Aydınlanma bilime inanarak ilerleyebileceğimiz düşüncesinin şampiyonluğunu yaptı hem de Batı büyük ölçüde bilim ve teknoloji sayesinde sanayi kapitalizminin merkez ülkelerinden biri haline geldi. Hal böyleyken Murphy o Batı’nın Aydınlanma yüzünden bilimi küçümsediğinden ve bu nedenle de pandemi ile mücadelede başarısız olduğundan söz ediyor.[6] Gerçekten böyle mi?

Bilimcilerin (epidemiyologlar) Batı’da hükümetleri gelebilecek bir virüs salgını konusunda uyardıkları ama hükümetlerin bu konuda gerekli tedbirleri almadıkları belirtiliyor. Küresel salgına yol açan yeni tip koronavirüsün ortaya çıkmasından üç yıl önce, Avrupa Birliği’nin (AB) pandemi çıkmasına fırsat vermeyecek şekilde koronavirüs gibi patojenlere karşı süratle aşı geliştirilmesi önerisinde bulunduğu ortaya çıktı. İngiliz gazetesi The Guardian’ın özel haberine göre, AB’nin 2017 yılındaki bu öngörülü teklifi küresel ilaç devleri tarafından reddedildi.[7] Batı’da devlet yöneticilerinin bilimcilerin uyarıları doğrultusunda hareket etmediklerini gösteren bu durum Murphy’nin iddiasını da doğrular nitelikte. Bununla birlikte burada bir başka failin devrede olduğunu görüyoruz: büyük şirketler. Dahası, bunların devlet yöneticilerinin kararlarını son derece etkilediklerini de görüyoruz. Hazır büyük şirketlerden söz etmişken küçük bir parantez açıp biraz bu pandeminin sebeplerine değinmekte fayda var: Bu pandemi kentleşme, nüfus artışı ve şirketlerin hammadde için ormanlara dalması sonucu ortaya çıkan ormansızlaşmanın ve bu ormanların karmaşık iç dengelerinin bozulmasının neticesinde ortaya çıktı, yani kapitalizmin bir sonucu. Nüfus ve kentleşme politikalarında büyük değişiklikler yapmak çok zor ve çok zaman istiyor.[8] Dolayısıyla geriye şirketlere yönelik kapsamlı düzenlemeler kalıyor. Hem virüs salgınlarını belli ölçülerde de olsa önlemek için hem ekolojik krizin ekolojik felakete dönüşmesini önleyebilmek için, hem de zararlı gıdalar ve benzeri malların üretimini kısmak için. Bunlara finansallaşmayı kontrol altına alma da eklenebilir. Kısacası parmakların şirketleri ve kâr hırsını işaret etmesi lazım, bu yakıcı bir önem taşıyor.[9] Çünkü bu yapılamazsa yarın artık çok geç olacak.[10]

Kaldığımız yerden devam edelim. Genel olarak ABD ve İngiltere yönetimleri virüs salgını ve bunun neden olabileceği sorunlara karşı duyarsız kaldılar diyebilir miyiz? Biraz zor. Çünkü örneğin Obama virüs salgınları ihtimaline karşı neler yapmak gerektiği konusunu araştırmak üzere bir merkez kurduruyor ve Trump’ın ilk işlerinden biri bu merkezi kapatmak oluyor.[11] Bu bizi hakikat-sonrası (post-truth) tabir edilen konuya götürüyor. Trump’ın seçilmesi, Brexit gibi olaylar bunun örnekleri olarak sunuluyor.[12] Bence burada ciddi bir hata var, bizi yanılgılara götürebilecek bir hata var. O da şu: Hakikat-sonrası dedikleri şey, yani yalan söyleyen, gerçekleri çarpıtan ve saklayan yöneticiler ve onlara inanmaya hazır bir halk kitlesi olgusu kesinlikle yeni bir şey değil. Bu hep vardı, yöneticiler özellikle başlarının sıkıştığı durumlarda bunlara hep başvurdular ve her seferinde de müşteri buldular. O nedenle bakmamız gereken yer yukarısı değil, aşağısıdır. Neden kanıyorlar? Neden inanıyorlar? Bunun bir çaresi yok mu?

Kanmamaları için gerekenler bence şunlar: birincisi, düşünebilen, eleştirel bakabilen ve tüm nüfusu kapsayan bir eğitim lazım. Böyle bir tedrisattan geçmiş insanlardan oluşan bir toplumu hiçbir devlet istemez, çünkü böyle bir toplumu yönetmek, yönlendirmek çok zor ve belki de imkânsızdır. Avrupa’nın görece yüksek bir eğitim düzeyine sahip olduğu ama bahsettiğimiz türden yöneticilerin orada da tutunabildiği söylenebilir, ABD için de öyle. Bence bu düşünebilen, eleştirel bakabilen insanlar yetiştiren ve yaygın eğitimin sorgulanması gerekiyor demek ki anlamına gelmez, tam tersine bunun çok daha kapsamlı uygulanması gerektiğini gösterir. Yani tüm nüfusu kapsayan ve düşünebilen, eleştirel bakabilen insan yetiştirmeye odaklı eğitim. Bu açıdan Aydınlanma’ya baktığımızda farklı duruşlar görüyoruz. Mesela Aydınlanma’nın dev isimlerinden Voltaire nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğunu düşündüğü cahil halk yığınlarının eğitilmemesi gerektiğini öne sürdü ve eğer halk yığınları eğitilirse alıştığı önyargılarının farkına varmaya başlar, ciddi sorunlar o zaman ortaya çıkar dedi.[13] Bu halk yığınlarının nüfusun tahminen onda dokuzunu oluşturduğunu da ekledi.[14] Öte yandan Radikal Aydınlanmacılar, mesela Diderot, D’Holbach, Condorcet, Helvetius gibi yazarlar ise, halk yığınlarının eğitilmesi, aydınlatılması gerektiğini savundular.[15]

Nüfusun tamamının düşünebilen, eleştirel bakabilen insanlar olmasını sağlamaya yönelik bir eğitimin yanı sıra, ikinci olarak halkın yönetenleri denetleyebilmesi ve gerek gördüğünde değiştirebilmesi imkânları yaratılmalıdır. Bunun tipik örneği geri çağırmadır. O dönemin koşullarında Aydınlanma düşünürlerinin bu noktaya kadar gelmeleri beklenemezdi belki ama buna rağmen mesela Rousseau geri çağırmayı ortaya attı ve savundu.[16]

Üçüncüsü iyi ekonomidir. Burada iyi ekonomiden kastım halkın gelirinde artış sağlayan, işsizliğin anlamlı ölçüde azalmaya yüz tuttuğu ekonomidir. Öyle ki halkın daha iyi gelir ve bir iş umudu yeşerebilsin. Tabii bunun sürdürülebilir olması lazım.

Dördüncüsü de gelir dağılımının iyileşmesidir. Çünkü gelir dağılımı ne kadar bozuksa insanların yalan söyleyen ve/veya gerçekleri saklayan ve çarpıtan kişilere inanma eğilimi de o ölçüde fazla oluyor. Mesela günümüzde gelir dağılımı genel olarak bozulurken bu tür insanlarda seçimlerde başarılı oluyorlar. Birincisi diğerini belirliyor anlamında söylemiyorum. Gelir dağılımı bozuldukça bu tür insanlar da toplumda rağbet görmeye başlıyor, o kadar. Yoksa bu tür insanların toplumda rağbet görmeye başlamasının başka nedenleri de vardır.

İyi ekonomi gelir dağılımının iyileşmesini zaten içerir. Gelir düzeyinin yükselmekte ve işsiz sayısının azalmakta olduğu bir ekonomide gelir dağılımı zaten bozuk olamaz, o da iyileşmeye yüz tutar. Aydınlanma düşünürleri halkın ekonomik koşullarının iyileşmesini istediler, bunun için tekellerin olmadığı ve merkantilizmin ortadan kalktığı, yani kendilerince ayrıcalıksız bir serbest piyasa ekonomisini savundular. Bilindiği gibi, serbest piyasa ekonomisini savunan Adam Smith bir Aydınlanma düşünürüydü. Bu noktada hemen eklemeliyim: Radikal Aydınlanma düşünürleri ayrıcalıkların bulunmadığı bir ekonomi isterken serbest piyasa ekonomisine de kuşkuyla baktılar, ona karşı çıktılar.[17] Burada, sanayi kapitalizmi öncesi bir dönemde yaşamış olan Radikal Aydınlanma düşünürlerinin zamanlarının sınırlarını zorlamaya başladıklarını görüyoruz. Şunu da eklemeliyim. Nüfusun tamamını kapsayan ve düşünebilen insan yetiştirmeye odaklı eğitim, halkın yöneticileri denetlemesinin kanallarının açılması ve iyi ekonomi ortaya çıktığında halkın yalan söyleyen, gerçekleri saklayan ve çarpıtan yöneticilere inanmasının önemli sebeplerinden biri olan kimlik bunalımının temelleri de büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla Radikal Aydınlanma düşünürlerinin Trump ve Johnson gibi insanların seçilmesine neden olan ortamı beslemeye değil, kurutmaya yönelik politikaları savunduklarını söyleyebiliriz. Ilımlı ana akım Aydınlanma’nın ise buna çanak tutan bazı görüşleri olduğu söylenebilir. Halkın “cahil bırakılmasına” kayıtsız kalan, hatta bunu destekleyen (mesela Voltaire) yaklaşımlar gibi. Öyleyse önce hangi Aydınlanma diye sormak gerekiyor. Murphy’nin yaptığı gibi tek bir Aydınlanma’dan söz etmek konumuz açısından doğru olmuyor.

Acaba kapsamlı ve düşünebilen insan yetiştirmeye odaklı eğitim, halkın yönetenleri kontrol olanaklarının mevcudiyeti ve iyi ekonomi ortamı ne zaman ortaya çıkabilir? Tabii bunu bilmek çok zor, belki de imkânsız ama yakın, hatta orta vadede böyle bir ortama ulaşamayacağımız bence gün gibi ortada. Kapsamlı ve düşünebilen insan yetiştirmeye odaklı eğitim hem büyük maddi imkân ister hem de asıl önemlisi buna niyetli iktidarlar ister. Bunu yapabilecek iktidarlar veya iktidar adayları ortalıkta görünmüyor. Geri çağırma bazı radikal sol hareketlerin hedefleri arasında gözüküyor ama bu tür hareketlerin iktidar veya hükümet olması da ihtimal dahilinde görünmüyor. Nihayet iyi ekonomi de yakın ve orta vade de mümkün değil. Kapitalizmin içinde bulunduğu ortamdan sıyrılarak hızlı ve farklı anlayışta bir gelir ve iş artışı ihtimali görünürde yok. Radikal sol sermayenin yapısal krizine girdiğini, ana akım iktisat ise uzun-dönemli bir durgunluğa girdiğini söylüyor. Dolayısıyla kısa ve/veya orta vadede ekonomide hatırı sayılır iyileşmeler bekleyen yok diyebiliriz.[18] Belki AB ve ABD’nin böyle bir eğitim reformunun maddi olanaklarına zaten sahip olduğu söylenebilir ama oralarda da buna niyetli siyasi oluşumlar olmadığı kanısındayım. O zaman geriye bunu programının merkezine alacak bir sol alternatifin hükümet veya iktidar olması kalıyor ki böyle bir alternatifin gelişmesi ve böyle bir reformu gerçekleştirmesi de hayli zaman ister. Dahası sol alternatif bir türlü ortaya çıkamıyor. Corbyn ve Sanders bence örnek teşkil etmez. Çünkü nihayetinde eski solun bildik görüşlerini tekrarladılar, içinde bulunduğumuz şartları değiştirebilecek bir program sunamadılar. Sol alternatifin ortaya çıkacağı, çıkabileceği şartlar yok demek oluyor bu. Bunun üzerinden düşünmek lazım. Dolayısıyla Jehu takma adını kullanan The Real Movement isimli blogun yazarının öne sürdüğü gibi “Trump muhalefette on kat daha güçlenecek” ifadesine korkarak ve üzülerek inanma eğilimindeyim. Türkiye’de de CHP ağırlıklı bir hükümetin karşısında AKP muhalefetinin eskisinden daha fazla güçleneceği kuvvetli bir ihtimaldir bence. Zaten mevcut “sol” bir alternatif ortaya koyamadığı için oluyor tüm bunlar.

Sol alternatifin ortaya çıkacağı, çıkabileceği şartlar yok demiştim. Bunu biraz açabiliriz. Şirketler hem pandeminin ortaya çıkmasından sorumlu hem de pandeminin etkilerini hafifletmek için alınan tedbirler nedeniyle, bu tedbirler müstakbel kârlarımızı azaltıyor diye bu kararları alanları mahkemeye veriyorlar. Solun bu durumu tespit ve teşhir ederek şirketleri düzenleyecek yeni kuralları belirlemesi ve kamuoyunun takdirine sunması gerekir. Bunu yapmaya çalışan ve bütünlüklü bir program sunabilen sol çevreler çok az. Dahası, bunun bir bütünün, bir programın parçası olması gerekir. Mesela göçmen sorunu karşısında Avrupa’ya ve ABD’ye sınırlarınızı açın demenin bir manası yok. Nitekim bu politikayı kimse desteklemiyor.[19] Hiçbir sonuç alınamayacağını göre devamlı kapıları açın diyenlerin göçmenlerin durumu karşısındaki hislerinin kuvvetinden şüphe etmek gerekir.

Şimdi günümüzde Batı’da halkın bilim ve bilimciler konusundaki tavrını görmeye çalışmamız lazım. Çünkü bilime ve bilimcilere inanıyorlarsa onu küçümseyen hükümetlerin ilk seçimde kaybedeceğini söyleyebiliriz. Bir başka deyişle Batı’da halk bilime ve bilimcilere inanıyorsa orada, o siyasal kültürde bilim aleyhtarı siyasetler yaşama ortamı bulamaz, Murphy’nin tezi bu bağlamda da çürütülmüş olur. Bu konuda AB tarafından 24 Haziran 2020 tarihinde anket çalışmasına dayalı bir araştırma yapıldı.[20]  Bu araştırmanın, buradaki derdimiz bakımından sonucunu, Avrupa halkının bilime ve bilimcilere inancının kuvvetli gözükmediği şeklinde ifade edebiliriz. Eğitim düzeyinin görece yüksek olduğu bir yer olarak Avrupa hakkındaki bu sonuç ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Ne var ki sebeplerine bakınca halkın bu tutumu anlaşılır hale geliyor. Bence bunun iki sebebi var. Birincisi bilimcilerin anlaşamaması, farklı görüşler öne sürmeleri. Bilimciler bilimi temsil ediyorlar ve televizyon programlarında genellikle farklı görüşler öne sürüyorlar. Böyle olunca da izleyicilerin onlara güveni zedeleniyor. Bilim aslında insanlığın ulaştığı doğru bilgi düzeyini temsil ediyor ama işte televizyon izleyen insanlar aynı konuda farklı görüşlerle karşılaşınca güven kaybı ortaya çıkıyor. Nitekim son pandemide doktorlar ve diğer yetkili kişi ve kurumlar o kadar farklı şeyler söylüyorlar ki kime inanacağımızı şaşırdık. Kendi görüşlerini bilimsel bir bakış açısından da savunamıyorlar. Yani mesela maske kullanmanın bir işe yaramayacağını iddia eden birinin neden başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere neredeyse tüm dünyanın maske kullanımını gerekli görmesinin yanlış olduğunu bize göstermesi gerekiyor ama ben bunu yapan birine rastlamadım. İkincisi, insanlar bilimcilerin veya bilimin hükümetler tarafından kullanıldığına, kendi düşüncelerini gerçekleştirmek için bilimi alet ettiklerine inanıyorlar. Bu da kısmen de olsa doğru: Bilimin bir kendi iç gelişme patikası olduğunu kabul etmeliyiz. Bununla birlikte devletler de bilimin seyrini önemli ölçüde etkileyebiliyorlar. Özellikle doğrudan ve dolaylı olarak silahların geliştirilmesi bilimin yönünü oldukça büyük ölçüde etkiliyor. Nihayet son zamanlarda tırmanışta olan faşizan hareketler bilime ve bilimcilere karşı bir tutum almaktalar. Nitekim bu hareketleri destekleyen toplum kesimlerinde bilime ve bilimcilere olan inanç oldukça düşük, yukarıda bahsettiğim AB araştırması böyle gösteriyor. Bu noktada da aynı yere gelmiş oluyoruz: düşünebilen insanlardan kurulu toplum.[21] Halkın bilime inanması için düşünebilen insan yaratmaya odaklı tam kapsamlı eğitim gerekiyor ve bunu, soyut bir “halkın eğitilmesi” anlayışı üzerinden de olsa Radikal Aydınlanma düşünürleri savunuyor. Ilımlı ana akım açısından bakıldığında ise Murphy haklı gözüküyor. Bunu da kaydetmemiz gerektiği kanısındayım.

Günümüzde bilimin ve kapitalizmin belki de hiç olmadığı kadar karşı karşıya gelmiş olmasına da şahit oluyoruz. Bunun en net göründüğü alanlardan biri içinde bulunduğumuz ekolojik kriz, diğeri de yine içinde bulunduğumuz virüs salgınıdır.[22] Bilimciler bu iki krizden mümkün olduğunca az hasarla çıkabilmemiz için acilen almamız gereken tedbirleri ortaya koyuyor ve fakat bu tedbirler şirketlerin çıkarlarıyla açık olarak çelişiyor. Bu yüzden de ekolojik krizle ve virüs salgınıyla mücadele gereken hız ve kapsamda yürütülemiyor. Bu sadece Murphy’nin terimiyle söylersek “Batı” ile sınırlı değildir. Bu aslında Doğu’da da böyle ama Murphy bu konuda bir şey söylemiyor. Çin’in yarattığı ekolojik tahribat konusunda Çinli bilimcilerin ne dediğini bile bilmiyoruz.[23] Virüs salgını konusunda ise Murphy ilk bakışta haklı görünüyor. Bilimciler gerekli ikazları yaptılar ama Batı’daki hükümetler onları dinlemedi. Üç nedenle dinlemedi. Birincisi Time dergisindeki yazıda ifade edildiği gibi ABD ve İngiltere’deki yöneticiler kendi sağlık altyapılarına çok güvendiler. Nasıl güvenmesinler ki? Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımlamaya başladığı Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’nde birinci ülke ABD, ikinci ülke de Birleşik Krallık idi.[24] Pandemi başladıktan sonra ise hasta ve ölüm sayısı bakımından başta gelen iki ülke yine ABD ve Birleşik Krallık idi.[25] İlk bakışta çok tuhaf gözüküyor tabii. Şöyle: Ülkelerin pandemiden etkilenme derecesi ile yöneticilerin uyguladığı politikalar arasında sıkı bir ilişki var. Trump ve Johnson’ın söyledikleri onlara inanan insanları tedbirsiz davranmaya itti ve bu da hastalığın yayılmasına neden oldu. Tabii çok iyi sağlık altyapıları olmasaydı durum çok daha kötü olurdu. Johnson “biz bilimcilerin dediğini yapıyoruz” diyor. Bilimciler farklı şeyler söylediklerinden onun istediği gibi konuşan birini bulmak zor olmamıştır sanırım. İkincisi, yine kendilerine çok güvendiklerinden Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerini kale almadılar. Üçüncüsü ise Trump ve Johnson zihniyetindeki insanlar için ekonominin işlemesi önde gelir. Trump’ın acımasız bir iş insanı olduğunu unutmamak lazım.

Bu konuya bakarken üzerinde durmamız gereken bir husus daha var. Bilimcilerle kapitalistler bu kadar açık biçimde karşı karşıya geldiğinde Aydınlanma düşünürlerini nasıl değerlendireceğiz? Bir yanda bilimi savunan Aydınlanma, diğer tarafta ise bazı yazarlara göre kapitalizmi savunan Aydınlanma. Yukarıda ılımlı ana akım Aydınlanma’nın serbest piyasa ekonomisini savunduğunu gördük ve aynı düşünürlerin bilimin esas olduğunu savunduklarını da gördük. Çünkü o zamanlar ikisi arasında görünür bir çelişki yoktu ve zaten sanayi kapitalizmi de ortada yoktu. Radikal Aydınlanma düşünürleri ise, yukarıda da belirttiğim gibi serbest piyasa ekonomisi yanlısı değillerdi.

Bilim ve Aydınlanma ilişkisi konusunda son olarak söylemek istediğim şu: Günümüzde bilimdeki gelişmeler artık bildiğimiz haliyle ve tanımıyla insanın sonunun geldiğine işaret ediyor. Yapay zekâ şimdiki henüz basit görünen haliyle bile makinenin yaratıcı olabileceğini daha şimdiden gösterdi, insanın klonlanması ancak yasaklama getirilerek önlenebiliyor ve organ nakillerinin ufkuna baktığımızda bir özne olarak insan kavramının ortadan kalkacağını gösteriyor.[26] Bunlar benim bir sosyal bilimci olarak bilebildiklerim, anlayabildiklerim sadece. Tabii insanın sonunun gelmekte oluşu iyi bir şey midir tartışmasını yapabilecek duruma anlayabildiğim kadarıyla henüz gelmedik.[27] Ne var ki bilimin bizi getirdiği nokta bu. İnsanın kendini dünyanın merkezi sayarak doğayı tahrip etmesinin bizi getirdiği nokta ise ekolojik kriz ve virüs salgınları. Bizi buralara getiren bu bilim ve insan anlayışının kaynaklarından biri de Aydınlanma. Bir başka ifadeyle bizi bu noktaya getiren, Aydınlanma’nın da önemli katkı yaptığı, bu bilim anlayışı. Öyleyse hangi Aydınlanma, hangi akıl diye sorduğumuz gibi, hangi bilim diye de sormak gerekiyor ama bunu ancak şimdi yapabiliyoruz. Aydınlanma düşünürleri bu soruyu sorabilirler miydi, onu bilemiyorum. Sadece sorabilecekleri şartlar olsaydı sorarlardı diye düşünüyorum.[28] Böyle baktığımızda aslında bunun ipuçlarının var olduğunu görüyoruz. Çünkü Aydınlanma düşüncesinde insan merkezli doğa anlayışı hakim olmakla birlikte farklı düşünenler de vardı: Ana akıma göre akıl gayri-maddiydi ve Tanrı’ya özgüydü, insana verilen ve insanı geri kalanların üstüne çıkaran ilahi bir hediyeydi. Radikal düşüncede ise insan, diğer hayvanlar arasında, evrende hiçbir ayrıcalıklı özel statüsü olmayan bir hayvandan ibaretken, “la raison” (akıl ), 1774’te radikal bir metnin ifade ettiği şekliyle, maddenin ötesinde ve üstünde olmak bir yana, “deneyimin değiştirdiği doğa”dan başka bir şey değildir.[29] Ekolojik krizin derinleşmekte olduğu günümüzden geriye bakınca bu ayrımın ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyoruz. Buradan eğer radikal Aydınlanma’nın yaklaşımı benimsense idi ekolojik kriz olmazdı veya bu kadar ağır olmazdı sonucunu mu çıkarmalıyız? Bunu başka türlü de sorabiliriz: kâr maksimizasyonuna dayalı sınırsız sermaye birikimi yaşanmak zorunda mıydı? Kısacası kapitalizm yaşanmak zorunda mıydı veya bu şekilde yaşanmak zorunda mıydı? Bu sorulara verilebilecek kendimce ikna olduğum bir cevabım yok. 

Murphy’ye göre, bahsettiği Asya ülkelerinin pandemi ve neden olduğu Covid-19 salgını ile mücadelede gösterdikleri nispi başarının ikinci bir nedeni de -belki de daha önemli bir nedeni diyor- bu ülkelerin yöneticilerinin toplumsal ve doğal düzenin bozulması konusunda son derece hassas olmalarıdır.[30] Bunu da Konfüçyüsçü geleneğe bağlıyor. Bence Murphy bu konuda da yanılıyor. Her devlet özellikle toplumsal düzenin bozulması konusunda son derece hassastır. Aksini düşünmek yanlış olur, devletin bindiği dalı kesmesi olur ki bu çok istisnai olarak görülebilir. Dünyadaki bazı devletlerin diğer bazı devletlerden düzenin bozulması açısından daha hassas olması diye bir şey olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Neden bazı dönemlerde bazı devletler toplumsal düzeni koruyamadılar diye bir soru olabilir tabii. Ne var ki bu ve bazı devletlerin toplumsal düzeni korumakta daha hassas olması farklı şeylerdir.

Murphy’nin yorumuna göre Konfüçyüs felsefesinde doğal afetler mevcut politik düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına neden olur.[31] Tabii bu durumda yöneticiler doğal afetler karşısında çok duyarlı oluyorlar. Mesela bir pandemi onların derhal alarmize olmasına neden oluyor. Yalnız burada bir sorun var. Bir doğal afette yöneticilerin gerekli tedbirleri zamanında alıp almadıklarının sorgulanması başka şey, afetin mevcut politik düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına neden olması başka şey. Bu ikincisi bence epey hurafe kokuyor.  Kaldı ki bu tür hurafelerin yüzlerce yıl etkisini sürdürmüş olabilmesinin kendisi açıklanmaya muhtaç görünüyor. Burada olsa olsa yöneticilerin düzenin bozulmakta oluşunu kavrayamamalarından, gelen işaretleri görememelerinden veya doğru anlamlandıramadıklarından söz edilebilir.

Artık asıl nedene gelebiliriz. Aslında bahsi geçen Asya ülkelerinin pandemi ile mücadelede nispi başarılarının nedeni bu toplumların kısa süre önce virüs salgınlarına maruz kalmış olmalarıdır. 2003 SARS, 2009 H1N1 ve 2014 MERS salgınları bu ülkeleri tedbir almaya yöneltti. Bunlardan özellikle SARS bu ülkeleri sağlık politikalarını değiştirmeye itti. Bazıları virüs salgınlarına karşı sağlık altyapılarını yenilerken laboratuvarlar kurdular, bu konuda personel eğitimine önem verdiler. Pandemi ile mücadele etmek için sadece bilimin ve hastanelerin yetmediğini, hükümetlerin ve toplumun da seferber edilmesi gerektiğini öğrendiler ve belki de en önemlisi pandeminin ilk işaretleri ortaya çıkar çıkmaz alarmize olarak hızla tüm tedbirleri almak gerektiğini kavradılar. Batı ülkeleri ise bu virüs salgınları ile ya hiç karşılaşmadılar ya da hafif atlattılar. Aslında, yukarıda da gördüğümüz gibi, Batılı bilimciler kendi hükümetlerini tedbir alınması gerektiği konusunda uyardılar ve bu tedbirlerin neler olduğunu anlattılar. Ne var ki yukarıda gördüğümüz gibi hükümetler yakın geçmişte virüs salgınlarına maruz kalmadıklarından, büyük şirketlerin baskılarına maruz kaldıklarından ve nihayet kendi sağlık altyapılarına güvendiklerinden gerekli tedbirleri alamadılar ya da almadılar.[32]

Virüs salgınının aslında kapitalizmden kaynaklandığını yukarıda gördük. Aydınlanma’nın da kapitalizmi savunduğu, dolayısıyla virüs salgınının Aydınlanma’nın iflası anlamına geldiği ve Murphy’nin haklı olduğu öne sürülebilir mi? Bunun gerçeği yansıtmayan oldukça mekanik bir mantık olduğunu düşünüyorum. Adam Smith insanlığın geçirdiği evreleri kendine göre şöyle sayıyor: avcılık, çobanlık, tarım ve ticaret.[33] 1762’de yazıyor ve düşünebildiği son evre ticaret. Sanayi yok ve tabii ondan sonrası da yok. Çünkü 1700’lerin sonlarında fabrikalar var ama çok az. Böyle bir dönemin düşünürlerinden bahsediyoruz. Bir defa baştan beri değişik vesilelerle söylediğim gibi ben Jonathan Israel’in Aydınlanma düşünürlerini ikiye ayırarak ele almasını doğru buluyorum.[34] Radikal Aydınlanma’nın düşünürleri, yukarıda gördüğümüz gibi, serbest piyasa ekonomisi denen şeye de kuşkuyla bakıyor. Dolayısıyla onların kapitalizmi savunduğu söylenemez. Kapitalizm kısaca ücretli emek düzeni olarak tanımlanıyor. Bununla birlikte arkasında yüzlerce yıllık bir ticaret kapitalizmi dönemi var. Ilımlı ana akım Aydınlanma ayrıcalıklara son verilmesi kaydıyla bu ikincisine karşı bir tutum sergilemiyor. Hatta o zamanların bitmek bilmeyen savaşlarına ve özellikle bu savaşların büyük çoğunluğunu oluşturan din savaşlarına karşı bir faktör olacağı düşüncesiyle uluslararası ticarete olumlu bakıyorlar. Birincisi, yani ücretli emek düzeni ise Aydınlanma düşünürlerinin radarına layıkıyla girmiyor.[35]

Bir husus daha: Ilımlı ana akım Aydınlanma insan merkezli düşünüyor. Doğanın insanın emrinde olduğunu düşünüyor. Bunları gözeterek baktığımızda ılımlı ana akım Aydınlanma’nın yaşadığımız pandemi konusunda pek masum olduğunu söyleyemeyiz ama bunun bir aması var: Acaba başka türlü düşünebilirler miydi? Bunun örneği yine radikal Aydınlanma’dır, daha doğrusu başka türlü düşünülebileceğini gösteren radikal Aydınlanma yazarları vardır.

Toparlarsak, birçok krizin üst üste bindiği bir dönem yaşıyoruz. Bunlardan üç tanesi özellikle önemlidir. Ekonomik kriz, ekolojik kriz ve pandemi. Diğerlerinin (demokrasinin krizi, Avrupa’nın krizi, göçmen krizi vb.) bu üçünün dolaylı ve dolaysız türevi olduğunu söyleyebiliriz. Bu şartlar altında eskisi gibi devam edemeyeceğimizi düşünenlerin tartışmaya çalıştıkları konulardan biri de Aydınlanma. Dinî hareketlerin ve bilime olan güveni sarsmaya çalışan hareketlerin yükselmesi karşısında Aydınlanma’yı savunmak önem taşıyor. Murphy’nin pandemi ile mücadelede Batı’nın başarısızlığını Aydınlanma’nın iflası olarak sunmasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Bunu yaparken hangi Aydınlanma sorusunu sormak ve radikal Aydınlanma’yı savunmak lazım. Ilımlı Aydınlanma’yı da savunmak lazım ama bunu yapabilmemiz için onun safralarını atmak gerekiyor. Bu bağlamda ılımlı ve ana akım Aydınlanma’da gördüğümüz halkın eğitimini önemsememe veya buna karşı çıkma eğilimi sert bir şekilde eleştirilmelidir, eğitimin kapsam ve içeriğinin değiştirilmesi, yani büyük bir eğitim reformu savunulmalıdır. Ilımlı ve ana akım Aydınlanma aynı zamanda beyaz adamın üstünlüğünü savunur. Bu onun ırkçı, cinsiyetçi ve insan-merkezci tarafını oluşturur ve eğer bugün ılımlı ve ana akım Aydınlanma’yı ekolojik krizdeki ve pandemideki rolü bakımından eleştireceksek bunu işte bu özellikleri üzerinden yapmalıyız. Murphy gibi Aydınlanma’yı Batı’da uç veren bilim aleyhtarlığının kuluçkası olmakla suçlayarak değil.


[1] Murphy, R. T. (2020) “East and West”, New Left Review, 122, Mart/ Nisan 2020, s. 58-64.

[2] Murphy, R. T., a.g.m., s. 58.

[3] Yamey, G. ve Wenham, C. “The US and UK Were the Two Best Prepared Nations to Tackle a Pandemic – What Went Wrong”, Time, 1 Temmuz 2020.

[4] Murphy, R. T., a.g.m., s. 61.

[5] Birçok Aydınlanma tanımı var ve haliyle hepsinin kapsamı ve içeriği farklı. Ben açıkladığım nedenle bu tanımlamayı uygun görüyorum.

[6] Murphy’ye göre bahsi geçen Asya toplumlarında ise Konfüçyüsçü düşünce geleneği hakim. O ülkelerde bilime ve onun temsilcilerine önem verilmesinin arkasında bu var.

[7] The Guardian, 25 Mayıs 2020.

[8] Bunun istisnaları var. Çin’de 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başlarında yüz milyonlarca insanın kırdan kente göç etmesi gibi. Nüfus konusu, mesela bunun can alıcı bahsi olarak nüfus kontrolü (yasaklarla değil, caydırıcı/özendirici önlemlerle) ise gündemden tamamen çıkmış durumda. Burada solun da diğerleriyle birlikte büyük hatayı, yani kontrolsüzlüğü savunmasını çok ciddi bir sorun olarak görüyorum.

[9] Şirketler o kadar kendilerinden eminler ki pandemi sırasında alınan tedbirler yüzünden müstakbel kârlarının düşürüldüğü iddiasıyla kamu otoriteleri aleyhine davalar açtılar. Sonunda buna da cüret ettiler.

[10] O noktayı zaten geçmiş olduğumuzu savunanlar da var. Örnek olarak bkz. https://www.un.org/press/en/2018/gaef3500.doc.htm

[11] Deb Riechmann, “Trump disbanded NSC pandemic unit that experts had praised”, AP, 14 Mart 2020.

[12] Trump sadece söylediği yalanlarla ve gerçekleri çarpıtarak bu kadar oy almadı. Trump’ın birçok konuda izlediği ve devam ettirmek istediği politikalar var. Hatta sürekli yalan söylemeseydi bu politikaları beğenen seçmen teveccühü sonucu yeniden seçilebilirdi. Bunu önemli buluyorum. Trump’ın sadece yalanları veya cahillikleri üzerinden değerlendirilmesinin gerçekçi olmadığını düşünüyorum.

[13] Voltaire, Questions sur l’Encyclopédie, par des amateurs. 9 cilt (Cenevre) 1770-1772, (5) s. 83-89, akt. Israel, J. (2020), Radikal Aydınlanma ve Modern Demokrasinin Kökenleri (2. bölüm), çev. Yıldırım, A. F.,, Vakıf Bank Kültür Yayınları, İstanbul, s. 65.

[14] Voltaire (1766) “Voltaire’den Damilaville’e”, Correspondence, 30, s. 194, akt. Israel, J., a.g.e. s. 20. 

[15] “Radikal Aydınlanma kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilen bir temel ilkeler kümesidir: Demokrasi; ırk ve cinsiyet eşitliği, bireysel yaşam tarzı özgürlüğü; eksiksiz düşünce, ifade ve basın özgürlüğü; dinsel otoritenin yasama sürecinden ve eğitimden silinmesi; din ile devletin tamamen ayrılması.” Israel, J., a.g.e., s. 7.

[16] Geçgin, T. T.(2012) Rousseau’nun Toplum Sözleşmesinin Fransız İhtilali Üzerindeki Etkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, İstanbul, s. 100.

[17] Israel,J.,  a.g.e., s. 131.

[18] Bazı istisnalar var. Mesela Carlotta Perez yeşil ekonomiye dayalı yeni bir altın çağ bekliyor. Bkz. Perez, C. (2016) “Capitalism, Technology and a Green Global Golden Age: The Role of History in Helping to Shape the Future”,  Jacops, M. ve Mazzucato,M. (der) Rethinking Capitalism, Wiley Blackwell, West Sussex, s. 190-217.

[19] Bunun yerine mesela göçmenler temel gelir uygulamasının ilk aşaması olarak kabul edilebilir, yerlerine dönmek şartıyla. Buna rağmen geri dönmek istemiyorlarsa o zaman göçmenlerin kendi yurtlarına yönelik değişim talepleri geliştirilmelidir. Bu söylediklerim tabii ki geliştirilebilir ve değiştirilebilir. Asıl söylemek istediğim göçmen sorununa kapıları açın diyerek bir çözüm bulunamayacağıdır.

[20] Krastev, J. ve Leonard, M. “Europe’s Pandemic Politics: How the Virüs Changed the Public’s Worldview”, European Council on Foreign Relations, 24 Haziran 2020.

[21] Düşünmesini ve eleştirmesini bilen insanlardan oluşan bir toplum kuralım yeter der gibi bir izlenim bırakmış olmak istemem ama bunu yeterli olmasa da gerekli şartlardan biri olarak görüyorum.

[22] Zaten bu ikisi arasında çok sıkı bir ilişki var. Mesela küresel ısınmanın sonuçlarından biri de tropikal ormanların zarar görmesi ve virüs salgınının asıl kaynağı insanların ormanlara, özellikle de tropikal ormanlara verdikleri zararlar. Bu kadarı bile ikisi arasındaki sıkı ilişkiyi görmeye yeter sanıyorum.

[23] Çin şimdilerde ekolojik krizle mücadele konusunda olumlu ve önemli adımlar atmaya başladı. Bu konuda bkz. Engels, A. (2018) “Understanding how China is Championing Climate Change Mitigation, Comment”, Palgrave Communications, 4(1), s. 101-106.

[24] Yamey, G. ve Wenham, C. ”The US and UK Were the Two Best Prepared Nations to Tackle a Pandemic: What Went Wrong”, Time, 1 Temmuz 2020.

[25] Birleşik Krallık Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluşuyor. İskoçya, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti pandemi mücadelesinde Galler ve İngiltere’ye kıyasla daha başarılı oldular.

[26] Beyin nakli mümkün hale geldiğinde kim kimdir sorusunun cevabını nasıl vereceğiz?

[27] Bu konuda mesela insan-sonrası çalışmaları denen bir literatür oluşuyor. Benim söylemek istediğim bu konuyu tartışabilmek için gerekli olan birçok şeyin henüz yaşanmadığı ve birçok bilginin henüz ortaya çıkmamış olduğu. Kısacası, daha zaman gerekiyor.

[28] Aslında bunun ipuçları var. Çünkü Aydınlanma düşüncesinde insan merkezli doğa anlayışı hakim olmakla birlikte, insan doğadaki canlılardan biridir sadece diyen Radikal Aydınlanma düşünürleri de var.

[29] Akt. Israel, J. a.g.e., s. 48.

[30] Murphy, R. T., a.g.m., s. 61.

[31] Murphy, R. T., a.g.m., s. 62.

[32] Burada maruz kalma dedim ama bu sadece bir yönü. Şirketlerin ne isterlerse onu yapmaları bizim için en iyi olanıdır şeklinde özetleyebileceğimiz neoliberal ideoloji devlet kadrolarına da zaten yeterince sızmış durumda.

[33] Davidson, N. (2006) “Enlightenment and Anti-capitalism”, Internetional Socialism, https://isj.org.uk/enlightenment-and-anti-capitalism/

[34] Israel’in kitabına yönelik değerlendirmelerin toplu olarak ele alınışı için bkz. Eigenauer, John D., “A Meta-Analysis of Critiques of Jonathan Israel’s Radical Enlightenment”, The Historian, 81(3), 2019, s. 448-471.

[35] Sanayi kapitalizminin arkasındaki yüzlerce yıllık döneme çok kısaca bakarsak, bilebildiğimiz tarihin başlangıcından beri ticaret var. Bununla birlikte bir yerden aldığını başka bir yerde daha yüksek fiyattan satmak şeklindeki ticaret kendi başına kapitalist ticaret sayılmaz. Sayılması için kapitalizme tabi olması gerekir, yani rekabetin baskısıyla şirketlerin emek verimliliğini sürekli yükseltmek zorunda olduğu bir ortama tabi olması gerekir. Mesela bu açıdan bakıldığında 16. Ve 17. yüzyılların Hollanda Cumhuriyeti bile kapitalist sayılmaz.