TSK’nın Kandil Dağı’na yönelik operasyonu ne derece baskın etkisi yarattı bunu henüz bilmiyoruz. PKK türü organizasyonlar, derilerinin bir bölümünü atarak kendini yeniden çevreye adapte eden canlılar gibi esnek bir özellik gösterirler. Çünkü genel olarak bu gibi örgütlerin yerleşik kurumsal yapılar anlamında bir ‘merkez’leri bulunmaz. Gelecek ani tehditlere karşı davranış kolaylığı sağlayacak bir yapılanma amaçlanır ve çoğu zaman da yönetim kademesinin iç bölünmeleri farklı mekan kullanımlarına neden olur. Bu organizasyon özelliklerini Orta Doğu’daki şiddete yönelik grupların birçoğunda görmek mümkün… Dolayısıyla iki gün önceki operasyonda PKK’nın nasıl bir insani ve lojistik kayba uğradığını belirlemek kolay değil.
Ancak olayın bir de psikolojik boyutu var ki o noktada PKK’nın sadece bir hamle yitirmekle kalmadığını, bir gerileme sürecinin içine girdiğini görmek gerekiyor. Buradaki temel faktör ise TSK’nın bazı gazetelerce abartılan operasyon yeteneği değil... Çünkü PKK kamplarını bir BBG evi gibi gözetlediklerini, harekatı canlı izlediklerini söyleyen Genelkurmay Başkanı’nın örneğin kaç PKK’lının öldüğüne ilişkin bir açıklama da yapması beklenirdi. Öte yandan PKK tarafının açıklamalarına bakılırsa sadece beş kişi zayiat verilmiş. Bu durum nerenin bombalandığına, bu bombalanmadan nasıl bir sonuç alındığına ilişkin olarak çok da açık bir resimle karşı karşıya olmadığımızı ima ediyor. Çünkü böylesi bir operasyonun mantıken çok daha fazla ölümle sonuçlanması beklenirdi. Diğer bir deyişle soru, bombardımanın zayiat verme amacından ziyade psikolojik bir ilk adım olarak yapıldığıdır. Hele ateş altında olan köylerde bir sivilin öldüğü, dört kişinin de yaralandığı düşünülürse, operasyonun sınırları daha da berrak bir biçimde çizilebilir. Bu siviller ya bombardıman sahasının kenarında yer aldıkları için yanlışlıkla vurulmuşlardır, ya da bombardıman sahasının içindedirler ve operasyonun gücü bu kadardır. Tabii bir diğer ihtimal de bu bölgenin zaten insansızlaştırılmış olduğu, dolayısıyla zayiatın düşüklüğünün normal sayılması gerektiğidir.
Sonuç olarak işin askerî yönünün hiç de abartılacak bir tarafının olmadığını tahmin etmek zor değil. Ancak kritik mesele zaten işin psikolojik yönü ve bu yön TSK ile değil, doğrudan ABD ile ilgili. Çünkü bu operasyon ABD’nin değişmiş olan tavrının bir kanıtıdır. İstihbarat desteğinin olmadığını ya da varsa bile önemsiz olduğunu tahmin etmek zor değil. Asıl önemlisi muhakkak ki hava sahasının açılması ve ABD’nin Türkiye’ye sınırlı bir operasyon imkanı tanımasıdır. Bu noktada aynı ABD’nin söz konusu bilgiyi önceden PKK’ya sızdırmış olup olamayacağını tartışanlar da kuşkusuz çıkacaktır. Nitekim zayiatın azlığı da bu tür kuşkulara destek verecek nitelikte görülebilir. Ama eğer böyle bir ihtimal varsa bile, ABD bu bölgeyi şiddetten arındırma konusunda adım adım her iki tarafı birbirine yaklaştırıyor demektir. Çünkü bu operasyon sınırlı askerî sonuçları, ancak geniş psikolojik anlamları içinde değerlendirildiğinde iki mesaj veriyor: Birincisi Kuzey Irak’ta konuşlanmış bir şiddet siyasetine izin verilmeyeceği; ikincisi ise, şiddet siyasetinden vazgeçtiği takdirde PKK’nın ‘normalleşmesi’ ve ‘legalleşmesi’ sürecinin başlayabileceği.
Daha geçenlerde karşı çıkılan bu ‘legalleşmeye’, ABD bağlantılı her adımda zımnen destek verileceğini şimdiden idrak etmekte yarar var. Strateji meraklılarının diliyle, bu işten ABD’nin ‘kazancının’ ne olduğunu anlamaya çalışanlar, Türkiye’yi bekleyen gündemi de öngörebilirler. Türkiye önümüzdeki dönemde insan hakları taleplerinin daha da netleştiği ve Kürt kimliğinin ‘saygınlığının’ talep edildiği bir tartışma ortamına girecek. Bu ortamda ‘pişmanlık’ kelimesi üzerinden meseleyi yönetmek mümkün olmayacak. Bu nedenle de Kandil Dağı’na baskı yoluyla insanları ovaya inmeye teşvik ederken, ovadaki insanın taleplerini duymazdan gelen bir tavır, Türkiye’nin kendi dışındaki şiddeti içine almasını ifade edebilir. Sonuçta hem ABD’den istenen destek alınmış hem PKK temizlenerek Kuzey Irak idaresi rahatlatılmış olur… Ama sorun bu ülkenin bağrında aynı vahametle devam eder.
Bu kıskaca yakalanmamak için demokrasinin sınırlarını şimdiden evrensel standartlara getirmek gerekir. Medyanın ise, operasyonun şehvetiyle baş sayfa yapmaktansa, düşünmeyi öğrenmesine, düzeysiz kibrini sergilemenin ötesine geçmesine ihtiyaç var…
Taraf, 19.12.2007