Pontos, Karadeniz’in arkaik adıdır. Ancak bu ad, Pontos Krallığı hâkimiyetinde bulunan Karadeniz’in doğusuyla (Sinop’tan Rize’ye kadar) sınırlı kalmıştır. Zamanla bu bölge, Roma ve Bizans imparatorluklarının hâkimiyetinde kalmış, son kurulan Trabzon Rum İmparatorluğu ile de kısmen bir bağımsızlık kazanmıştır. 1461 yılında Osmanlı’nın Trabzon’u fethetmesiyle bölge, tamamen bağımsızlığını yitirmiştir. Bundan sonra gelişen süreç, yerel halkın İslamlaşması ve daha sonra da Türkleşmesi sürecidir. Hıristiyan nüfustan geriye kalanlar da, Lozan Antlaşması sonucu yaşanan mübadelede vatanlarından kovulmuştur. Ancak ne var ki, bölgede kullanılan ve Helencenin en arkaik lehçesi olan, adına ‘Romeyika’ dediğimiz Karadeniz Rumcası, Müslümanlaşanlar arasında anadil olarak kullanılmaya devam etmiştir. Zamanla sahilden kırsala doğru erimiş olmasına karşın, günümüzde Trabzon’un bazı ilçe ve köylerinde hâlâ kullanılmaktadır.
Son otuz yıldır, Romeyika denilen bu dilin yok olma süreci; başta yaşanan göç, iletişim ve medya araçları sayesinde hızlanmıştır. Bir dilin korunması, o dilin ait olduğu etnisiteye de aidiyeti gündeme taşıdığından, Türkiye gibi, değişik halkları ulusal potada eritme çabası içinde olan devletlerde sıkıntı yaratır. Ancak Romeyika ile ilgili sıkıntı, henüz bu konuda hiçbir aktivite yokken başlamış, zamanla bir ‘Pontos Paranoyası’na dönüşmüştür. Artık öyle bir hal aldı ki; kimse Romeyika ile ilgili bir şeyler yazmasın ya da yapmasın, psikoterapiye mutlak ihtiyacı olan paranoyaklar, beyin mezarlığından hortlayıveriyor… Hem yazdığınız yazıya, hem yaptığınız işe tepki gösteriyorlar. En basit dayanaklarından birisi, ‘Yunanın Karadeniz üzerinde oyunları var’ gibidir. Bir de Yunanistan’da yaşıyor ve oradan yazıyorsanız, ‘Amentü’ deyip inanmak isteyenler kuyruğa giriyor.Peki, neden bu paranoya?Burada biraz bunu irdeleyelim. Yirmi yıl öncesine kadar, neredeyse tamamen unutulmuş veya unutturulmuş olan ‘Pontos’ kelimesinin etrafında gelişen bu paranoyayı anlamaya çalışalım. Ne zaman, nasıl, kimler tarafından, niçin ve hangi amaçla yayıldığına bakalım.Karadenizli gençler Yunanistan'da gurbetteZaman 1989-1995 arası, ekmeğini kazanma amacıyla yurt dışına çıkmak isteyen her Türk vatandaşı gibi, sayıları 50 – 60 civarında, ana dilleri Rumca olan bazı Karadenizli gençler de Yunanistan’a gurbete gittiler. O zamanlar Yunanistan, inşaat meslekleriyle ilgili en iyi iş bulunabilecek ve bu alanda en çok para kazanılabilecek Avrupa ülkelerinden biriydi. Yunanistan’da çalışmaya başlayanlar, kısa zamanda küçük burjuvalara dönüştü. Altlarına arabalar çekip, memlekete izne gitmeye başladılar. Bu gelişme, bazı çevrelerde rahatsızlık yarattı. Kıskandıkları için mi, gerçekten vatanseverlik adına mı bilinmez ama durumdan anlam çıkarmaya çalıştılar. Sonuçta, ‘Yunanistan, Karadenizli gençleri kandırıp götürüyor’ dedikoduları, hızla ortalığa yayılmaya başladı.
Yunanistan dönüşü, sınırlarda sorgulama başlarTam tarihi hatırlamıyorum, Kemal Yazıcıoğlu’nun İstanbul Emniyet Müdürü olduğu yıllardı. Ortaya atılan iddia ve dedikodular, kısa sürede Kemal Yazıcıoğlu’na kadar uzanır. O da, Yunanistan’da çalışanların bir listesini hazırlar. Başka bir deyişle, Yunanistan’da çalışanlar fişlenir. Elde edilen liste, polis teşkilatına dağıtılır. Böylece, Yunanistan’dan Türkiye’ye giriş yapan her Karadenizli, havaalanı veya sınırlarda durdurulup sorguya çekilmeye başlanır. Sorgulama sırasında sıkça sorulan sorular, ‘Yunanistan’da ne işin var, nasıl vize aldın, kim yardım etti, orada kimlerle ilişkin var?’ gibidir.Zamanla bu durum, biraz daha siyasi bir ivme kazanarak, Türk Dışişleri ve MİT’e kadar uzanır. Günün birinde bir arkadaşımız, MİT mensubu olduğunu sandığımız birileri tarafından, İstanbul’daki Yunan Konsolosluğu önünden alınıp gözleri bağlanarak bilmediği bir yere götürülür. Her tarafı kapalı, mahzen gibi bir yerde, tam 24 saat boyunca ve çırılçıplak halde sorgulanır. Bu da yetmez, polis kendince saçma sapan bir iddianame (tarihin belki de en gülünç iddianamesi) hazırlar ve bunu o zamanki DGM’ye iletir. Yunanistan’da çalışan her Karadenizli suçlu, bölücü, vb. ilan edilerek tutuklanması talep edilir.
Derin devlet kendisine rol biçerBu sırada derin devlet, hemencecik kendisine bir rol biçer ve işe koyulur. Karadeniz’de bazı askerler (Veli Küçük, Baki Onurlubaş vb.), halkı galeyana getirmek adına her şeyi yaparlar. Önce medya kullanılarak, bölgede bir ‘Pontos tehlikesi’ korkusu uyandırılmaya başlanır. Bunun için bazı senaryolar yazılır, çeşitli toplantılar düzenlenir. Bu askerler konuşmacı olarak davet edilir. Çeşitli önlemler sıralanır. Karadeniz’e gelecek her Pontos kökenli turistin izlenmesi sağlanmaya çalışılır. Hatta vatandaşa, şüphelendiği durumlarda, 156 numaralı ‘Jandarma İmdat’a telefon açması için çağrı yapılır. Bu konuda yazılar, makaleler, seminerler, konuşmalar derken, sözde ‘Pontos tehlikesi’ (!) sayesinde, bu askerler artık birer yazar ve konuşmacı olur. Böylece, şöhretin basamaklarını tırmanmaya başlarlar. Ardından Rumca konuşan köylere baskın düzenlerler. Erkeğinin gurbette olduğu birçok ev tekmelerle açılır ve evdeki kadın ve çocuklar korkutulur, bazı evlerin fotoğrafları çekilir, hane reisinin nerede olduğu sorulur. Fakat olay bir senaryodan ibaret olduğu için, belli bir dönemden sonra, artık tehlike çanlarının sesi duyulmaz olur. Halk iddiaları umursamamaya başlar. İlginçtir, tam da bu sıralarda PKK Karadeniz’de eylemler gerçekleştirmeye başlar. Sonrasında ise durum daha da vahimdir. Bazı köylerde, gençlere tüfek dağıtılarak, sözde PKK karşısında köylerin korunması (!) sağlanmaya çalışılır. Ve daha nicesi…Bu arada, Yunanistan’da bulunan aşırı faşist ve ırkçı gruplar da olayı alır, kendi basınlarında kullanmaya başlar. Pontos’ta artık bir silahlı örgüt vardır ve Türklerle savaşmaktadır. Bunun için çeşitli gerilla resimleri ile bazı sloganlar içeren bir de CD hazırlanır, elden ele satılmaya(!) çalışılır. Böylece her iki tarafın yamyamları bu senaryodan memnundur ve işin tadını çıkarmaktadır. Hal böyle iken, tam da o sıralar, ne olduğu belli olmayan bir sis Trabzon’u kaplamaya başlamışken, Trabzon’da düzenlenen bir sempozyum için, aralarında Rahmi Koç ve Fener Rum Patriği’nin de bulunduğu bir grubun, ‘Venizelos’ adlı bir gemiyle Trabzon’a çıkmak istemeleri, bazı Trabzonlu fanatiklerin limanda toplanıp bu girişimi engellemeleri işin tuzu biberi olur. Böylece, halkın bilinçaltına ‘Pontos adı etrafında bir tehlikenin varlığı’ tamamen yerleştirilir.
İlk tutuklama gerçekleşir14 Ekim 2002’de, Atina’da bir üniversite de öğrenci olan Tonyalı bir arkadaşımız, Türkiye’ye izine gider. Gider gitmez, daha önce çıkarılmış tutuklama kararı çerçevesinde, polis –onu- bu arkadaşı havaalanından alıp götürür. Ulusal basından bazı gazeteler olayla ilgili ‘İstanbul’da Pontus operasyonu’, ‘Pontos örgütü lideri yakalandı’ manşetleri –atar- atılır… Oysa bu arkadaşımızın ne siyasetin ‘s’sinden ne de Pontos’un ‘p’sinden haberi bile yoktur. Neticede aylarca içerde tutulur ve mahkemede beraat eder. Böylece Pontos dosyası da düşer. Düşer ama ülke çapında etkisi halen bitmemiştir.
Yunanistan devreye girerO sıralar, muhtemelen Türk Dışişleri, Yunan Dışişleri ile temasa geçmiş olmalı ki, Yunanistan, ülkede bulunan Karadenizlilerin kovulması yönünde girişim başlatır. Dönemin Yunan Dışişleri Bakanı, bugünkü başbakan Georgios Papandreu, polis teşkilatının bağlı bulunduğu, o zaman ki adıyla Kamu Düzeni Bakanlığı’na durumu bildirir. Bu bakanlığın başında, Karadeniz kökenli Mihalis Hrisohoidis vardır. Durum hakkında değerlendirme yapan Hrisohoidis’in ilk eylemi, Yunanistan’da değişik üniversitelerde okuyan toplam sekiz Karadenizli öğrenci için yurtdışı kararı almaktır. Alınan bu karara, Karadeniz kökenli kamuoyunun olası tepkisini yumuşatma adına, bir sürü akla gelmez oyunlar tertiplenir. Sonuçta alınan ‘yurtdışı’ kararı, basında yer alması ve bazı üniversite rektörlerinin de karşı çıkması sonucu gerçekleşemez. Ancak bundan sonra, öğrencilerin hiçbirine bir daha oturum verilmez.
İşte ‘Pontos Paranoyası’nın arka planı budur…
Şimdilerde ortalık epey duruldu ama etkileri hâlâ sürmektedir. Romeyika ile ilgili bir satır yazmaya görün, paranoyak hortlaklar hortlayıveriyor. Bu sayede, binlerce yıllık bir insanlık mirası olan ‘Romeyika’nın geleceğe aktarılabilmesi için hiç kimse cesaret edip bir şeyler yapamıyor. Bu güzelim Anadolu rengi, insanlığın gözleri önünde eriyip gidiyor, yok oluyor.