Siyasi parodilerin çoğu abartmaya dayanır. Bir siyasi durumu ya da görüşü, gerçekte asla olamayacağı ölçülerde abartırsanız, o durum ya da görüşün “normal boyutlu” haliyle de dalganızı geçmiş olursunuz. Diyelim, memlekete şeriat ha geldi ha gelecek diye düşünen yazarlara, mizahın bu biçimini kullanarak takılmak istiyorsunuz… Yapacağınız şey, onların “şeriatın gelmekte olduğuna dair” kanıtlar faslında kullandıkları şeyleri gözden geçirmek, ardından o “kanıt”ları gölgede bırakacak parlaklıkta yeni bir “kanıt” bulmak, nihayet o yazarlardan birinin kaleminden bu “kanıt”ı kullanarak insanları “tehlikenin farkında olmaya” davet eden bir yazı kaleme almaktır. Tekrar ediyorum: Bu “kanıt”, şeriatın gelmekte olduğuna gerçekten inanan yazarların kesinlikle başvurmayacağı kadar inandırıcılıktan uzak olmalıdır. Ama olsun, bu işin gücü de buradadır; biz bu abartıya güleriz, bu arada üzerinde konuştuğumuz paranoyanın normal “boyutlu” halleriyle de dalgamızı geçmiş oluruz.
Nadiren de şu olur: Bir siyasi durumu ya da görüşü savunanlardan biri, ancak bir parodide karşılaşılabilecek bir argümanı “ciddi” formatında savunuverir. Hiç şüphesiz böyle bir şey, parodisinden çok daha mizah yüklü bir şey olur; fakat dediğim gibi, nadiren rastlanır bu tür durumlara…
Reha Muhtar’ın geçtiğimiz Perşembe günü yayımlanan “ATV’deki karayılan dizisinde neler oluyor?” başlıklı yazısını kesip bir kenara ayırmıştım. Niyetim, yazıyı bugün “parodi gibi ciddi yazı” faslından dikkatinize sunmaktı ama arada Yargıtay Başsavcısı AK Parti’nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurunca işin rengi değişti. Pazar günkü gazetelerde suçlamaları okuyunca, pekâlâ Muhtar’ın yazısındaki tespitlerin de iddianamede yer alabileceğini düşünmeye başladım. Yazı Perşembe günü yayımlandı, iddianame ise ertesi gün Anayasa Mahkemesi’ne ulaştırıldı. Muhtar’ın önemli gözlemlerinin bu nedenle güme gitmesine gönlüm razı olmadı, o nedenle burada tekrarında yarar görüyorum. Bakalım “ATV’deki Karayılan dizisinde neler oluyor”muş?
SENARYO DEYİP GEÇME
Yazının başlangıç cümleleri: “Çok ilginç olaylar oluyor ATV’de... Zamanında Nazım Hikmet’e bile ilham olan Kara Yılan Efsanesi’nin dizisinde, aniden 9 yaşındaki kız çocuğunun başını örttürüyor yönetmen... Erkek çocuğa fes giydirtiyor... Salı günü yayınlanacak 14. bölüme birdenbire değişik sahneler sokuluyor... Başrol oyuncusu Begüm Birgören ilk kez kara çarşafa sokularak, dizinin tanıtımlarında bu görüntü kullanılıyor...”
Sanmayın ki mesele bu kadar basit; daha “sosyal demokratların rahmetli olan eski lideri Aydın Güven Gürkan’ın eşi ünlü oyuncu Serap Aksoy”un aniden öldürülmesi var: “Ve en ilginci, sosyal demokratların rahmetli olan eski lideri Aydın Güven Gürkan’ın eşi ünlü oyuncu Serap Aksoy aniden öldürülerek, diziden gönderiliyor… Aldığım bilgilere göre, Kara Yılan’ın sevgilisinin annesini oynayan ünlü oyuncu, 13. bölümde aniden kaçırılıyor... Bu Salı yayınlanacak 14. bölümde ise düşman tarafından öldürüleceği söylenerek, öldürülme sahnesinin çekimine gelmesi isteniyor... Serap Aksoy bu ani öldürülme olayına müthiş içerliyor ve sete gitmeyi reddediyor... Bunun üzerine göreve eski yönetmenlerin yerine bir süre önce başlayan ve bu yeni bölümü çeken Cem Akyoldaş, Serap Aksoy’un öldürülme sahnesini dublör kullanarak çekiyor ve Serap Aksoy’u da dizide öldürüyor...”
Ben, empati yaparak, dizide de olsa, senaryo gereği de olsa Dokuz yaşındaki kız çocuğunun başının örtülmesine, erkek çocuğa fes giydirilmesine sinirlenen Reha Muhtar’ı anlayabiliyorum… Fakat, ne yalan söyleyeyim, “Serap Aksoy’un öldürtülmesi”nin laiklik hassasiyetinin neresiyle ilgili olduğunu çıkartamadım. Diziyi hiç izlemedim ama Serap Aksoy’un canlandırdığı “Kara Yılan’ın sevgilisinin annesi”nin, laik karakteriyle öne çıkmış bir kişi olduğunu sanmıyorum, zaten öyle olsaydı Reha Muhtar bunu bize söylerdi. Geriye kala kala Aksoy’un “sosyal demokratların rahmetli olan eski lideri Aydın Güven Gürkan’ın eşi” olması kalıyor ki, onun rolünü oynadığı annenin öldürtülmek suretiyle diziden uzaklaştırılması laiklik açısından olumsuz bir sonuç doğurmaz, diye düşünüyorum. (Belki de doğurur ama ben, Reha Muhtar’ın saf ve aymaz diye tanımladığı kişiler arasında olduğum için bağlantıyı kuramıyor da olabilirim.)
“İYİ Kİ 1920’LERİN SENARYOSU”
Yazının finali de hoş. Yazar, bu bölümde, “Kardeş, bu bir senaryo, sakin ol, kendine gel” demeye hazırlananlara ağzının payını veriyor; “biliyorum” diyor ama, kendisi saf ve aymaz biri olmadığı için ardından bildiğini de okuyor:
“Elbette bunlarla ilgili, dizinin yönetmeni ya da ATV’nin Genel Müdürü, ‘Bunlar senaryonun bir parçası... Olağandışı bir durum yok...’ diyebilirler... Olabilir belki de öyledir... Aynı dizide Fransız komutanın ‘Bordo şarabı ısmarladım’ sözündeki şarap da yok edilmişti... 9 yaşındaki kız çocuğun aniden örtünmesi de senaryoda olabilir... Erkek çocuğa fes giydirilmesi de ‘Dönemi öyle bir dönemdi’ açıklamasıyla izah edilebilir... Zaten Pan-Am’ın ikinci hecesinin kesilmesi de ‘müstehcenlikle’ izah edilebilirdi!!! Rahmetli Aydın Güven Gürkan’ın eşi ünlü oyuncu Serap Aksoy neden aniden öldürülüverdi acaba?.. O da mutlaka senaryo icabıdır?.. Allahtan hepsi dizi senaryosu bunların... Ya Türkiye’nin üzerinde oynanan oyunların senaryosu olsalardı mazallah!!! Allah koruyor Türkiye’yi!!! İyi ki bu senaryo 1920’lerin senaryosudur...”
Reha Muhtar’a teşekkür ediyoruz.
Taraf, 18.3.2008