Kılıçdaroğlu'nun atletli fotoğrafını ilk olarak, Facebook hesabında bir arkadaşımın gönderisi olarak gördüm. Gönderinin altında şöyle yazıyordu: “Kılıçdaroğlu'nın Dersimli olmadığı sofrada soğan almadığından belli...” Tam da Kılıçdaroğlu'nun fıtratına göre güzel bir montaj olmuş diye düşünüp atladım. Sonra, Tayyip Erdoğan'ın, fotoğraf üzerinden Kılıçdaroğlu'na mealen “halktan biriymiş gibi davranmaya utanmıyor musun?”[1] diyerek yüklendiği haberi izleyince fotoğrafın montaj değil orijinal olduğunu hayretle anlamış oldum. Sonrasında, bunun Kılıçdaroğlu'nun “özel hayatına müdahale eden” izinsiz ve sızdırılmış bir karşı-propaganda olduğunu düşündüm... Malum, AKP'li siyaset erbabı, Adalet Yürüyüşü'nden evvel CHP Genel Müdürü diyerek Kılıçdaroğlu'nu aşağılamaktaydı ve bu yürüyüşten sonra ilk kez Kılıçdaroğlu'nun parti bürokratlığından parti liderliğine terfi ettiği çokça yazıldı, çizildi, söylendi. Ben ilk bakışta, bu fotoğrafın, Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşten sonra edindiği karizmanın bu fotoğrafla çizilmeye çalışıldığını düşündüm. Cehenneme giden yollar, yanılgılarla ve iyi niyetlerle işaretlenirmiş. Bir kez daha yanılmıştım. Fotoğrafı çeken gazeteci Hürriyet gazetesi namına Adalet Yürüyüşü'nü takip eden Selahattin Sönmez, yürüyüş İstanbul sınırına dayandığında, Kılıçdaroğlu'ndan müsaade alarak Kılıçdaroğlu'nun özel karavanına girdiğini ve Kılıçdaroğlu kızıyla birlikte yemek yerken bu fotoğrafı çektiğini, sonra da bu fotoğrafın da yer aldığı Adalet Yürüyüşü fotoğraflarının, Adaleti Yolda Arayanlar kitabında kullanıldığını ve hatta Kılıçdaroğlu'nun da bu foto-kitaba önsöz yazdığını söylüyor... Sönmez, fotoğrafın çekilme ânını şöyle anlatıyor:
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşte özel anlarını görüntülemek için çok çaba sarf ettim. CHP Lideri'ne bu isteğimi ekibinden bir isim aracılığıyla ilettim. Kendisi de, sadece kitapta kullanmam koşuluyla yardım edebileceği yanıtını verdi. Bu fırsatı İstanbul sınırında yakaladım. Özel fotoğraf çekimi için, 7 Temmuz günü saat 12.30 sıralarında karavana davet edildim. İçeri girdiğimde Kemal Kılıçdaroğlu kızı Zeynep'le öğle yemeği yiyordu. Üzerinde atleti vardı. Masada yemek olarak bulgur ve pirinç pilavı, taze fasulye, patlıcan, yoğurt ve salata gözüme çarptı. Hemen birkaç kare fotoğraf çektim. Kılıçdaroğlu yemek masasından kalktı. Önce beyaz gömleğini, sonra da oturup spor ayakkabılarını giydi. Fotoğrafları çekerken aramızda herhangi bir diyalog yaşanmadı. Karavanda üç dakika kadar kaldıktan sonra yürüyüşün öğleden sonraki bölümü için Kılıçdaroğlu'yla birlikte tekrar yola çıktık.[2]
Hülasa, fotoğraf gerçek, Kılıçdaroğlu'nun bilgisi dahilinde çekilmiş ve gene onun bilgisi dahilinde piyasaya sürülmüş... Öyleyse, Kılıçdaroğlu'nun o her hayati kavşakta endişeli ve öfkeli bir merakla sorduğu soruyu şuraya koyarak başlayalım: “Böyle bir şey olabilir mi?”
Binlerce insanın işinde atıldığı, gazetecilerin tutuklandığı, en basit hak arama eyleminin yasaklı olduğu, reis-i cumhurun tek racon sahibi olarak kendisini takdim ettiği şu olağanüstü hal zamanlarında bu fotoğrafın manası (anlamı değil) nedir? Bu fotoğrafın CHP üyelerine, Kılıçdaroğlu takipçilerine ve onun Adalet Yürüyüşü’nde bir umut kırıntısı arayan milyonlara verdiği mesaj nedir? Şimdi sosyal demokrasinin sınırlarını hatırlayarak, Kılıçdaroğlu'nun atletik fotoğrafının memleket ve CHP siyasetinde nereye oturduğunu, elitizm ve popülizm tartışmalarını ıskalamadan anlamaya ve anlatmaya çalışalım.
Sosyal demokrasi ve sınırları
Pek çok sosyalist muhalif gibi, sosyalist tedrisata ilişkin ilk okumalarım, bilhassa sosyalizmi politik bir çizgi olarak kavrama çabam, radikal Marksizm ile daha evrimci bir çizgideki sosyal demokrasi arasındaki farkları anlama çabasına dayanır. Bu literatürde, Lenin ile Kautsky arasındaki proletarya partisinin profesyonel kadrolarının devrimci ve ultra-emperyalizmin evrimsel çizgisi arasındaki tartışma[3], II. Enternasyonalci Avrupa Sosyal Demokrat partilerinin I. Dünya Savaşı’nda Lenin[4] ve Rosa'nın[5] deyimiyle vatan savunusu adı altında emperyalist paylaşım savaşına iştirak etmeleri, Alman Sosyal Demokratlarının (SPD) hükümet ortağı olduklarında KPD'nin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebchnect'in[6] işkenceyle öldürülmesindeki suç ortaklıkları, sosyal demokrasinin genlerine kazılı Sisifos kompleksi olarak, çok ayrıntılı anlatılır. Hülasa, kapitalizm ile sosyal demokrasinin arasındaki memnu aşka ilişkin literatüre vâkıf olduğumu belirtmek isterim öncelikle.
Öte yandan, sosyal demokrat hareketler ile kapitalizm arasındaki memnu ilişki, sosyalistler ile sosyal demokratlar arasında imkânsız bir aşk olarak tezahür eder. Sosyal demokrasinin son kertedeki devletçiliği ve sosyal adaletçiliği kapitalizmin vahşi yüzünü gizler, kapitalizmin uzun ömürlü ve sürdürülebilir olmasına yardımcı olur... En azından, Keynes sonrası dünya iktisadına ve Demirperde sonrası Avrupa refah devletlerine ve bu devletlerin banisi sosyal demokrat partilere baktığımızda gördüğümüz manzara bu.
Bununla beraber, şimdilerde memlekette hakkında rahmet okuduğumuz (sosyalistlerin de içinde çırpındığı) siyaset alanını oluşturan hukuk, adalet, sekülerlik, kamusal alan gibi “burjuva demokrasisinin” temel taşlarının menşei ekseriyetle “tutarlı” sosyal demokrat hareketlerdir.[7] Başka türlü söylersek, sosyal demokrasi sınırları belirli bir siyasal çizgi olmakla birlikte, kendi siyasetinin doğası gereği, burjuva demokrasisini işler kılacak (artık ne kadar işlerse) mekanizmaları haizdir. Dolayısıyla, sosyal demokrat hareketlerin kendi sınırlarının “düzen” sınırlarında olması, tam da bu doğanın bir sonucu olarak, gene anlaşılabilir bir tutarsızlıktır.
Her gün kıyametin koptuğu günümüzün siyasal dünyasında (ki geçmişte de çok farklı değildi) siyasi hareketlerin yalpalaması, manevra yapması ya da strateji değiştirmesi bir yere kadar tutarsızlık değil, bilakis siyasetin şanındandır. Fakat siyasi hareketlerin, ister sosyal demokrat olsun, ister sosyalist, ister muhafazakâr, ister illegal, pek de değişmeyecek, değiştirilemeyecek temel karakteristik çizgileri vardır. Örneğin, bir hareketin demokrat ya da militer olması, illegal ya da yasal olması onun dünya algısı ve siyasal vaatleriyle kopmaz biçime birbirine bağlıdır. Platon'un Devlet kitabından bu yana, siyasi hareketlerin tümünü çapraz kesen bir başka temel karakteristik ikiliği de onların popülist ya da elitist olmalarıdır. Bir siyasal hareket, örneğin Hamas gibi hem popülist hem dindar olabilir ya da memleketimizdeki Süleymancı hareketi gibi hem dindar hem de elitist olabilir. Önemli olan bunun tercihini yapmaktır.
Atlet(izm) in sınırları
Eski Yunan'da hem koşu yapmak hem de yarış yapmak anlamına gelen atlet(izm), zamanla muhtemelen bu sporcuların giymiş olduğu kıyafetin de adı haline geldi... Lakin, kavramlar, tıpkı ören yerleri gibi değişik katmanların altında anlamlarını yitirip tümden yok olarak ya da yeni anlamlar veya yananlamlar kazanarak maceralarını sürdürürler. Atlet(izm) artık yalnızca profesyonel bir spor dalının değil, muhtemelen bu sporla uğraşan sporcuların giydiği kıyafetten esinle, vücudun gövde kısmına giyilen bir çamaşır türünün de adı. Öte yandan, atlet bir iç çamaşır kombinasyonu olmasının ötesinde, Türkiye'nin içtimai hayatında son derece değişik sosyo-kültürel bağlamları da imliyor. Örneğin, tercihen siyah renkli sıfır kol ve boğazlı giyilen atlet, Türkü Bar çalışanlarının resmî üniforması gibi. Sırt kaslarını alabildiğine sergileyen, ince lastikli, T kesim ve tercihen beyaz, askılı atlet ise ekseriyetle vücut çalışanların ve “Alamancı” gurbetçilerin tercihi... Kılıçdaroğlu'nun kollu atleti ise önüne konan akşam yemeğine kaşık sallarken bile acizlenen ya da yaz sıcağı pikniklerinde bir elinde çay bardağına konulmuş rakı, bir elinde de mangal yellerken gördüğümüz huysuz aile babası atletidir.
Şimdi siyasallaşmış kıyafetleri düşünelim. Hitler'in Nazi kaskları ve deri montları kökleri Aryan ırka dayanan güçlü ve gürbüz Almanya'nın bir numunesiydi. Che'nin yıldızlı beresi Latin Amerika'dan esen devrimci rüzgârların bütün dünyayı değiştireceği vaat ediyordu. Mao'nun tek tip kıyafeti ve piyade şapkası partisinin eşitlik ilkesinin bir tezahürüydü. Ecevit'in mavi gömleği ve şapkası Kuzey Avrupa'da kurulan sosyal demokrasiyi ve Doğu Avrupa'da kurulan halk cumhuriyetlerini memlekete taşımayı en azından söylemsel düzeyde çağırıyordu. Peki içimizden birisi olma vaadiyle ortaya çıkan Kılıçdaroğlu'nun atletinin bize bir vaadi var mıdır, varsa nedir?
Ya da şöyle düşünmeye çalışalım; yalnızca deri mont, yalnızca piyade şapkası, yalnızca kasket, yalnızca berenin siyaseten bir anlamı var mıdır? Bu durumda mesele biraz da Nasrettin Hoca'nın kavuğundaki keramet gibi olmuyor mu? Siyasette simgeler önemlidir, hatta Bourdieu'ya göre devletin siyasi organları sembol siyasetinin merkez bankası gibi işler[8]... Ama aslında banknotun arkasında emek zamanı (somut emek) olmadığı zaman bir hiçe dönüşen soyutlanmş emek olması gibi[9], siyasi hayatta da fizikî güç yoksa siyasi semboller trajik yara kabuklarına dönüşürler. Örneğin, Latin Amerika'nın Peronist sağcı popülizmlerini ya da Chavezci solcu popülizmini düşünelim. Juan Peron Arjantin'den dünyaya gerçekleştirdiği et ihracatının gelirine bir şekilde halkı ortak ederek orijinal bir patronaj sistemi kurmuştur, aynı şekilde Venezuela'nın doğal kaynaklarından elde edilen gelir ile ahali ile rejim arasında epey güçlü köprüler kurulmuştur. Yani, Karaoğlan siperli kasketten daha fazlasıdır. Hiçbir zaman hayata geçiremese de kendi içinde tutarlı bir projenin folklorik kahramanıdır, “toprak işleyenin su kullananın” sloganı, köykent projesidir, sendikal çizgidir vb.
Her şey bir yana, yani atletin insanları çağırdığı ezik yer, kadınları çağırdığı patriyarka alanı, gençleri davet ettiği Oedipal buhranlar falan bir yana, işini bilen memurlar ekose takım elbiseliler dururken; memleket insanı neden işini bilmeyen çavuşların uzun kollu atletine koşsunlar? Bulgur, patates kızartması, çömlek yoğurdu Adile Naşitli Münir Özkullu bir yoksul ama neşeli, zor ama güzel zamanları çağırır diye umuluyorsa, beyhude. Neşeli Günler, CHP elitinin her sıkıştığında göreve çağırdığı, yeşil atletiler tarafından Mamak'ta, Metris'te, Ulucanlar'da karabasana döndürüldü. Evet, 1970'lerden beri bu memleketi şöyle ya da böyle Milliyetçi Cephe yönetiyor ama her kavşakta bu cepheye devletin nizamı için cevaz veren, papyonlarını atletin üstüne bağlayan fraklıları unutmamak lazım.
Hülasa, bu atletizm siyasetini, bilhassa CHP'nin siyasal arka planı, çiğ elitizmi, tarihsel çizgileri ile düşününce, buradan popülizm değil, AKP'nin CHP'ye kakaladığı (zira gerçek popülizm AKP tarafından icra edilmekte) “testosteron kokulu” bir lümpenlik çıkar.
Sosyal demokratları beklerken
CHP'nin ve Kılıçdaroğlu'nun siyasi arenadaki rakipleri gibi öncelikle ne yapacağına karar vermesi gerekmektedir. CHP'nin kodlarının elitist arzularla ama popülist bir diskurla yazılmış olması onun siyasi başarısızlığının reçetesi aslında. CHP şüphesiz ki, nezih bir muhitte, mümtaz insanlarla siyaset yapmak ister. Sinekli, nemli Çukurova, sıcak Söke bağları, çorak İç Anadolu bozkırı, çamurlu gecekondu yolları, Kürt meselesinin yakıcı gerçekliği, CHP elitinin sağ muhafazakâr popülizmin sömürüsüne terk ettiği ve rüyasında bile görmek istemediği mekânlar olsa da, kürsü hamasetinde, bir güzelleme olarak CHP siyasetinde bunların yeri var.
Aslında CHP, Kadıköy sahilde Ayışığı sonatıdır, Beşiktaş'a giderken 9. Senfoni... Ama kendisini en çok, Wagner'in Valkyrie'sinin çaldığı salonlarda evinde hisseder. CHP, Türkiye'nin ayranı Ortadoğu'ya kabardıkça, Mozart'ın Türk marşından yazılmış açık bir çekin, Genelkurmay’a takdim edilmesidir... Söz Erken Cumhuriyet'in asr-ı saadetine gelince, Vardar Ovası'nda sıla parası ve Makedonya Dağları'nda istibdada karşı hürriyet arayan komitacıların, ateş başlarında söylediği nikriz bir longadır... Komitacılıktan eşkıyalığa taltif-i rütbe; tehcir, tedip ve iskândan artakalanların yerli ve milli iktisadın bekası için derakap müsadere edilmesidir... Seymen bağlarında kaşıkla oynanırken, kendisini Brandenburg salonlarında gören şizofren bir Angara havasının, Rumeli'de başlayan, Rüzgârlı'da ve Beyoğlu'nda devam eden, Gonya Ovası’nda biraz eyleştikten sonra, Diyarbakır surlarına çarpıp parçalanmasının, makamsız, manasız, gayri ciddi hikâyesidir. CHP ne çalacağını bilmeyen bir orkestra, Kılıçdaroğlu porte defteri AKP'nin havuz medyası ve ak-troller tarafından manipüle edilen bir orkestra şefidir...
Bir radyo sloganı vardı eskiden: Önemli olan sonraki parçadır, diyordu. Evet siyasette de önemli olan sonraki parçadır. Hukuksuz bir seçimden sonra, sonuçları gasp edilmiş bir seçimden sonra üyelerini evlerine dönmeye çağıran Kılıçdaroğlu'dur. Belki CHP'nin günahlarının bir kısmını mahsup edebileceğimiz Adalet Yürüyüşü’nden sonra, umutların uzun kollu atlete tahvil edilmesidir. CHP kendisinden bir şey beklemeyenleri bile hayal kırıklığına uğratan büyük bir fiyaskodur. Kılıçdaroğlu, herhalde artık bir işin ucundan tutacak diye umutlandığımız her noktada, kendisine verilen sermayeyi bitirimhanelerde, hovarda âlemlerinde tüketen hayırsız bir mirasyedidir.
CHP memleketteki en büyük kara deliktir, demokrat cumhuriyetçi insanların bütün enerjisini emer... İyi kötü bir demokrasiyi inşa edebilecek güce sahipken, berbat olmuş binlerce çuval incir ve arpa ekmeğine bahanedir...
[1] https://www.youtube.com/watch?v=wWwegTG8n8c
[2] https://www.haberler.com/foto-muhabiri-kilicdaroglu-nun-atletli-9955336-haberi/
[3] Lenin, Vilademir Ilyiç Ulyanov . (2011) Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky. İstanbul: Agora Kitaplığı.
[4] Lenin, Vilademir Ilyiç Ulyanov . “İkinci Enternasyonalin İflası” http://kutuphane.halkcephesi.net/Lenin/iflas.html
[5] Luxemburg, Rosa. “Rebuilding the International”, https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1915/xx/rebuild-int.htm
[6] Buhle, Paul. (söyleşi) “Rosa Lives”, https://www.jacobinmag.com/2016/01/rosa-luxemburg-paul-buhle-clr-james-reform-revolution-german-spd/
[7] Can Evren, Sanders ve Corbyn üzerinden bu meseleyi halkçılık olarak şu yazısında oldukça dikkate değer bir şekilde tartışıyor. “Sıradan Sorunlar Siyaseti: Corbyn ve Sanders Nasıl Fırlayıverdi?”, http://baslangicdergi.org/siradan-sorunlar-siyaseti-sanders-ve-corbyn-nasil-firlayiverdi/
[8] Bourdieu, Pierre. (2014) Devlet Üzerine College de France Dersleri (1989-1992). İstanbul: İletişim Yayınları.
[9] Marx, Karl. (2012) Grundrisse. İstanbul: Birikim Yayınları.