Muhalefetin enerjisini yükselten ve hepimize nefes aldıran son kitlesel internet kampanyasından çok daha önce toplumum geniş kesimlerinin mevcut iktidara açık bir şekilde “tamam” dediğini unutmamamız gerekiyor. Fakat 7 Haziran 2015 seçimleri bize AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya çıkacak olan iradeyi tanımayarak ülkeyi yeniden seçim sürecine girmeye zorlayabileceğini, Nisan 2017 Anayasa Referandumu ise seçim sonuçlarının kapsamlı bir biçimde manipüle edebileceğini gösterdi. Önümüzdeki seçimlere dair de şimdiden kuvvetli şüpheler dile getiriliyor. Daha da önemli bir sorun olarak ise, AKP’nin seçimleri kaybetse dahi gerekli görmesi durumunda sıkıyönetim ilanı ya da OHAL gibi “yasal araçlar” yoluyla kapıyı arkadan kilitleyerek, iktidar devrinin önüne geçeceği ifade ediliyor. Böyle bir durumda muhalefetin yanıtlaması ve de uzun erimde mücadelesini üzerine kurması gereken esas soru, kaçınılmaz olarak seçimleri kazanmak için çabalamanın çok daha ötesinde bir hal alarak artık şu olacaktır: Seçim sonuçlarının ve seçimleri düzenleyen kuralların manipüle edilmesi vasıtasıyla iktidara elde etmekte eşit şans koşulunun tümüyle erozyona uğratıldığı ve yasa koyucu ile yasa ve hukuk arasındaki uyuma yönelik güvenin ortadan kalkmaya başladığı bir durumda, hukuku, adaleti ve demokrasiyi tesis etmek için nasıl bir muhalefet stratejisini benimsemek gerekiyor? Bu sorunun yanıtı bizleri aslında meşru direnme hakkının ve yoldan çıkan yasayı düzeltmek adına siyasal sisteme müdahale etmek üzerine kurulu olan temel sivil yurttaşlık erdeminin nasıl canlandırılabileceği sorusunun tam kalbine götürüyor; çünkü Carl Schmitt’in ifade ettiği gibi, “hukuk ile kanunun, adalet ile kanuniliğin, esas ile usulün önceden sağlamlaştırılmış ve önceden koşulları belirlenmiş uyum ve örtüşmesi, yasama devletinin hukuk düşüncesinin her bir hücresine kadar nüfuz eder. Sadece bu suretle, özgürlük namıma kanunun egemenliğine tamamen boyun eğilmesi, direnme hakkının temel haklar kataloğundan çıkarılması ve kanuna anılan koşulsuz bağlayıcılığın sunulması mümkün” olmuştur.[1] Dolayısıyla hukuk ile yasa, adalet ile yasallık arasındaki bağın giderek kopmaya başladığı ve bunlar arasındaki uyuma dair güvenin sürekli aşındırıldığı bir durumda, parlamenter demokrasinin mantığı açısından sivil itaatsizlik hakkı tümüyle meşru hale gelecektir; çünkü söz konusu “güven, hukuk devletini bir yasama devleti biçiminde örgütleyen her anayasanın faraziyesidir”.[2]
Bu mesele aslında bize, seçim adaleti meselesinin süratle parlamenter demokrasinin özü, siyasal sistemin meşruiyeti ve temelde yurttaşlık statüsünün hukuki ve siyasal veçhesiyle muhafazası meselesine dönüşebileceğini göstermektedir. Böyle bir durumda norma, biçime, önleme, talimata ve keyfiyete indirgenmiş yasaya karşı hukuk talebiyle ortaya çıkmak ve demokrasinin kalbi olan maddi adaleti savunmak artık en temel hak haline gelir. Bir başka deyişle, sorun artık basitçe seçim güvenliğini ve adaletini talep etmenin ötesine geçerek, demokrasiyi muhafaza etmek adına yasaya karşı kurucu itaatsizlik ve dolayısıyla da bir “yurttaşın ne olabileceği, yurttaş olmak, yurttaş olarak kalmak için bireylerin kolektif olarak neler yapabileceği, yani ait oldukları cemaati hakikaten siyasal hale getirmek için ne” yapabileceği sorununa dönüşecektir.[3] Bu tür bir durumda muhalefetin en temel görevi, yasanın düzeltilmesi için aktif yurttaşlığı ete kemiğe büründürmek, dolayısıyla da tümüyle bozulmuş olan yasaya karşı, bizleri yeniden bir halk/yurttaşlar topluluğu kılmak adına, ülke çapında etkin bir sivil itaatsizliği hayata geçirebilecek bir demokratik momenti örgütlemeye girişmektir. Balibar’ın ifade ettiği gibi, bu tür anlarda muhalefetin, “demokraside devletin kadiri mutlaklığını sınırlayan karşı-iktidarların” var olduğunu ve bu iktidarların nihai kaynağının yurttaşların sivil itaatsizlik kapasitesi olduğunu, yurttaşların devlete karşı bağımsızlıklarını en temelde bu tür eylemlilik anlarında ortaya koyduklarını yeniden hatırlaması ve herkese hatırlatması gerekiyor.[4] Demokratikleşme mücadeleleri ve bu gibi yaygın adaletsizliklere karşı sivil direnişler, yurttaşlığı salt biçimsel bir fikir ya da statü olmaktan çıkararak, bir ülkenin mensupları arasındaki ortak etkinlik, etik-politik bağ haline getiren asli unsurlardır. Ve gene unutmamalıyız ki eğer “haklara sahip olma hakkı” ve bir bakıma “hukuk hakkı”nın bir anlamı varsa, bu hakkın anlamı demokrasinin gaspedildiği bu gibi zamanlarda adaletsizliklere karşı yaygın sivil itaatsizlik ve sivil direniş anlarında yatar. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, mevcut adaletsizliklere karşı sivil itaatsizlik ve şiddetsiz direniş tarzlarının geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve kurumsallaştırılması, devletin baskıcı uygulamalarına karşısında, her şeyden önce Türkiye’de çok ihtiyacımız olan, yurttaşların sivil direniş kapasitesini güçlendirecektir. Bu nedenle yukarıda belirttiğimiz durumun gerçekleşmemesi durumunda bile bu imkânlar üzerine demokratik siyaseti derinleştirmek için daha çok kafa yormamız gerekiyor.
Sonuç olarak sıklıkla dile getirilen senaryolar gerçekleşmeyerek, Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı her iki seçimi de çoğunlukla kazanabilir ya da başkanlık seçimlerini kazanarak parlamentoda çoğunluğu kaybedebilir veya bunun tam tersi gerçekleşebilir. Son iki ihtimalin gerçekleşmesi, muhalefet için ayrıca siyasallaştırmaya açık geniş bir hareket alanı açacaktır. Bu ihtimallerin gerçekleşmesini beklemeden, muhalefetin sadece bu olasılıklara karşı hazırlanmak için değil, aynı zamanda gerçek bir iktidar alternatifi haline gelebilmek için de uzun erimli bir siyasal strateji belirlemesi gerekiyor. Fakat Türkiye’de gerek tektipleşmeyi, sömürüyü ve adaletsizliği dayatan otoriter pratiklerin ağırlığı, gerekse Kürt meselesi gibi ülkenin temel siyasal sorunlarının şiddeti, bu tür bir uzun erimli siyasal muhalefeti örgütlemeyi ve mevcut otoriterizme “Hayır” diyenlerin, yeni bir kurucu proje etrafında “Evet” diyerek bir araya gelmesine engel oluyor. Dolayısıyla muhalefetin başarılı olma şansı, sadece ülkede demokrasi taraftarlarına reaktif olmayan bir tür uzun soluklu sivil direniş kapasitesi kazandırmaya ve memleketin kaybedenlerden oluşan geniş kesimlerini siyasallaştırmaya bağlı değil. Her şeyden önce, muhalefetin ülkenin temel siyasal sorunlarına çözüm olacak gerçek bir siyasal alternatifi üretme kapasitesine sahip olduğunu ortaya koyabilmesi ve özgürlükçü, eşitlikçi ve adil, kapsamlı bir cumhuriyet projesini üreterek, toplumun geniş kesimlerini bu projeye ikna etmesi gerekiyor. Bu nedenle basit bir eskiye, yani parlamenter demokrasiye geri dönme gayreti göstermek yerine, muhalefetin eskinin yanlışlarıyla hesaplaşarak, karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmek için her şeyi, yani bizzat temel siyasal kurumları, devlet-yurttaş ilişkisi ve özgürlük, eşitlik ve adalet fikri üzerine kurulmuş bir siyasal topluluk fikriyle cumhuriyeti yeniden yaratmayı içeren kapsamlı bir demokratikleşme planını üretmeyi hedeflemesi lazım. Sözün özü, muhalefet, iktidarın tüm avantajlarını kullanarak rejim dönüşümünü örgütleyen ve gelecek seçimleri bunun en önemli adımı olarak gören AKP’ye karşı, ancak yeni bir cumhuriyet projesi üretmesi ve buna uygun bir ittifaklar dizisi örgütlemesi durumunda demokrasiye yönelen arzuların ve umutların vazgeçilemez adresi haline getirecektir.
Geldiğimiz noktada, ancak haysiyeti, tanınmayı, adaleti, özgürlüğü, eşitliği temel almış ve tüm yurttaşları için “yaşanmaya değer bir yaşamı” var etme düşüncesini içerisinde barındıran bir yeni cumhuriyet projesi, mevcut otoriterliği reddetmenin ötesine geçmeyi sağlayarak, ihtiyacımız olan umudu ve bizleri yeniden bir siyasal topluluk yapacak etik-politik bağı kolektif bir biçimde, ortaklaşa yeniden kazanmamızı sağlayabilir. Bu tür bir projenin toplumda karşılık bulabilmesi için, muhalefetin yaklaşmakta olan siyasal ve ekonomik krize çok iyi hazırlanarak, bu yeni cumhuriyet fikrini cisimleştirebilecek, pragmatist ve dar siyasi çıkarlardan uzak yerel dayanışma ağlarını şimdiden örgütlemeye girişmesi, yeni bir cumhuriyet fikrinin hem tartışılmasını hem de bu fikrin yayılmasını sağlayacak kadın, genç, emekçi meclislerini şimdiden yerellerde inşa etmeye koyulması, borç ve finansallaşmaya karşı iş güvencesini, herkes için “yaşanmaya değer bir yaşam” fikrini ve ekolojik dengenin muhafazasını temel alan bir kalkınma programı oluşturması, toplumun geniş kesimlerini siyasallaştırmak için mevcut adaletsizlikleri temel alan gündemler oluşturması ve aynı zamanda köklü bir barış projesi oluşturarak, bunu toplumda tartışmaya açabilmesi gerekiyor. Türkiye’nin sembollere, güç siyasetine, milliyetçiliğe ve muhafazakârlığa dayalı baskıcı siyasal alanını dönüştürebilecek kudrette bir siyasal proje ortaya çıkmadığı müddetçe, muhalefetin, ne AKP’nin giderek şiddetlenen otoriterliğine karşı toplumda sivil bir direniş kapasitesi yaratabilmesi ne de sabra, kararlılığa ve örgütlülüğe dayalı dirençli bir muhalif siyaseti demokrasi taraftarları arasında hakim kılabilmesi mümkün görünmüyor.
Hepimizin farkında olduğu gibi böyle bir yol haritasını ve yeni bir cumhuriyet projesini muhalefet partilerinin bugün kendi başına üretmesini beklemek hiç gerçekçi değil. Dönüşüme kapalı, klasik üniter devlet yapısını muhafazaya odaklanmış ve partinin üyesi olan siyasal elitlerin enerjisinin büyük çoğunluğunu parti içindeki konumlarını konsolide etmeye vakfettiği CHP gibi partilerin, parti yapılarında köklü bir dönüşümü kendi başlarına başarmasını bekleyemeyiz. Bir başka deyişle, kendi haline bırakıldığında CHP’nin sola çekeceği rüyasını artık terk etmeliyiz. Bu nedenle öncelikle muhalefet partilerinde, özellikle ana muhalefet partisinde güçlü bir dönüşümün önünü açmak için parlamento-dışı muhalefetin enerjisi ile bu partileri buluşturacak ve kapalı parti yapılarını dönüştürecek, gençlerden, kadınlardan, yoksullardan ve toplumun demokrasi mücadelesine açık olan tüm kesimlerinden oluşan bir mobilizasyonun öncelikle örgütlenmesi gerekiyor.
Pek tabii ki mevcut moralsizliğimizi ve dağınıklığımızı göz önüne alınca bu gerekliliklerin hiçbiri gerçekçi ve başarılabilir görünmeyebilir. Haklı olarak bugün Türkiye’de yoğun baskı altında bunalan insanların hem otoriterizmle mücadele edecek hem CHP’yi dönüşüme sürükleyecek hem yeni bir cumhuriyet projesi üretecek ne gücünün ne de sabrının kaldığını söylemek mümkün. Fakat, yurt içinde ya da dışında bu cumhuriyetle kaderi bağlı insanlar olarak bizler, bu sabır ve direnci hem kendimiz hem sevdiklerimiz hem de memleketin geleceği için beraber yaratmak ve bizleri güçten düşüren bu kuşatma mantığının üstesinden gelmemizi sağlayacak araçları beraber inşa etmek zorundayız. Bunun için nerede olursak olalım bu cumhuriyette olan biten her şeyden etkilenenler olarak bizler, maruz kalınan adaletsizliğe ve katlanılmaz addedilene direnme kapasitemizin kaynağını artık doğru saptamalı ve bu kapasiteyi sürekli kılmak için gerekli olan kolektif aklı ve kurumsal yapıları beraber oluşturmalıyız. Bu kurucu direnç kapasitesi bizleri birine bağlayan ortak duygusal yönelimlerimizle, bizleri bir topluluk yapan ortak hissetme yapılarımızla, kolektif bir aklı üretme kabiliyetimizle, yaratıcı kolektif tahayyül gücümüzle ve ortak eylemlilik kapasitemizle doğrudan bağlantılı. Bunları beraber hatırlamanın, birbirimize hatırlatmanın ve demokrasiyi ve yeni bir cumhuriyeti birlikte inşa etmenin yollarını bulmamız gerekiyor. Yükselen bu şiddet, baskı ve talan rejimine karşı, ancak siyasete olan inancımızı yeniden tazeleyerek; düşmanla mücadele değil de hayatı olumlamak üzerine kurulu sivil bir direniş kapasitesi geliştirecek tarzlarda birbirimizi etkilemenin duygusal ve akla dayalı yollarını bularak; kararlılığı, ortaklaşmayı ve bir araya gelerek dirayet kazanmayı birlikte amaç edinerek, eşitliğe, özgürlüğe ve adalete dayalı yeni bir cumhuriyeti kurmayı hedefleyen bir “demokratik olağanüstü hal”i ilan edebilir ve giderek tüm demokratik haklarımızı yutan, yurttaşlık haklarımızı askıya alan ve gün geçtikçe daha fazla adaletsizlik üzerine kurulu hale gelen otoriter olağanüstü hal rejimine son verebiliriz. Tam da bu nedenle, cumhuriyetin ve bizlerin geleceğinin artık eskinin savunusunda değil, yeni bir cumhuriyet fikrinde yattığını gördüğümüz ve sömürünün, adaletsizliğin ve eşitsizliğin reddi üzerine kurulu bir cumhuriyet/demokrasi bloğu inşa etmeye koyulduğumuz vakit, gelip geçici bir umut ve giderek yerleşik hale gelen bir karamsarlık arasında gidip gelen sarkacın peşinde istemsizce sürüklenmek yerine, eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle donanmış güçlü bir demokratik ruh kazanarak, dayatılan bu düzene esaslı bir “Tamam” diyebiliriz.